21. Hukuk Dairesi 2018/5841 E. , 2019/7207 K.
MAHKEMESİ : ... Bölge Adliye Mahkemesi ... Hukuk Dairesi
İLK DERECE
MAHKEMESİ : ... Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi tazminata ilişkin faiz alacağının tahsili davasının yapılan yargılaması sonunda; İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmesi üzerine davacı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesince, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararının süresi içinde temyizen incelenmesi davacı vekilince duruşmalı olarak istenilmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 19/11/2019 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davacı vekili Avukat ... geldi. Davalı adına gelen olmadı. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan Avukatın sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı gün düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği konuşulup düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.
K A R A R
A) Davacı İstemi;
Davacı dava dilekçesi ve ıslah ile 337.172,00 TL tutarındaki faiz alacağının davalıdan tahsilini talep etmiştir.
B) Davalı Cevabı;
Davalı taraf davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
C) İlk Derece Mahkemesi Kararı:
İlk derece mahkemesince davacının ilk olarak açtığı ... Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2011/468 E sayılı dosyasında dava dilekçesi ile birlikte olay tarihinden itibaren faiz talep ettiği, ıslah dilekçesinde faiz talebinin bulunmadığı, bu ilk dosyada dava dilekçesinde talep edilen tutara kaza tarihinden, ıslah ile artırılan tutara ise ıslah tarihinden itibaren faiz uygulanmasına karar verildiği, her ne kadar cevaba cevap dilekçesinde kaza tarihi ile ıslah tarihi arasında işlemiş olan faizin talep edilmesinin unutulduğu belirtilmiş ise de 2011/468 E sayılı dosyada bu faizin talep edildiği ve bu faiz talebinin de hükümde değerlendirildiği, dolayısıyla davacının bakiye faiz alacağı davasını açmakta hukuki yararının bulunmadığı, hukuki yararın bir dava şartı olduğu ve dava şartlarının mahkemece davanın her aşamasında kendiliğinden araştırılacağından bahisle davanın reddine karar verilmiştir.
D) Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
İlk derece mahkemesi kararına karşı davacı tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine ... Bölge Adliye Mahkemesi'nce verilen 11/07/2018 tarihli kararda 'davacının 29/03/2008 tarihinde iş kazası geçirdiği, maddi ve manevi zararının tazmini için aynı mahkemenin 2011/468 esas sayılı dosyasında dava açtığı, yine davacı tarafından aynı mahkemenin 2013/252 esas sayılı dosyasında bakıcı gideri istemli ayrı bir dava açıldığı ve her iki dosyanın birleştirildiği, hesap bilirkişisi tarafından maddi zararı ile bakıcı gideri hesaplandıktan sonra davacı tarafından 20/07/2015 tarihinde davanın ıslahı ile talep edilen miktarın artırıldığı, mahkemece davacının dava dilekçesinde talep ettiği miktar bakımından kaza tarihinden, ıslahla artırılan miktar bakımından ise ıslah tarihinden itibaren faize hükmedildiği, taraf vekilleri tarafından temyiz edilmeyerek dosyanın kesinleştiği, davacının kaza tarihi ile ıslah tarihi arasındaki dönem için işlemiş faiz talep etmiş ise de kesinleşen dosyada faiz istemi ile ilgili olarak olumlu veya olumsuz bir karar verilmeme durumunun söz konusu olmadığı, faiz isteminin mahkemece sonuçlandırıldığı, davacının faiz alacağı için yeni bir dava açmakta hukuki yararının bulunmadığı anlaşılmış, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, vakıa mahkemesi hakiminin objektif, mantıksal ve hayatın olağan akışına uygun, dosyadaki verilerle çelişmeyen tespitlerine ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 355. maddesi uyarınca istinaf sebepleriyle sınırlı olarak ve re’sen kamu düzeni yönünden yapılan inceleme sonucu; ilk derece mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı...' gerekçeleri ile davacının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
E) Temyiz Nedenleri:
Davacı taraf temyiz dilekçesinde özetle, faizin asıl alacağın tamamlayıcı parçası olması nedeniyle ayrı bir dava ile de talep edilebileceğini, bu nedenle davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğini, ıslah dilekçesi ile faiz talep edilmediğini, ıslah edilen kısım için kaza tarihinden itibaren işlemesi gereken faiz için herhangi bir karar verilmediğini, bu sebeple de dava konusu hakkında kesin hüküm bulunmadığını, Yargıtay'ın bir çok içtihadında hüküm kurulmayan, asıl alacağın tahsil olunmadağı ve de zamanlaşımına uğramamış faiz alacaklarının ayrı bir dava ile istenebileceğinin kabul edildiğini, karar ve ilam harcının hatalı hesaplandığını ileri sürmüştür.
F) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre; davacının temyiz itirazlarının kabulüne,
2-Dava faiz alacağı istemine ilişkindir.
Dosya kapsamından, davacının 29/03/2008 tarihinde geçirdiği iş kazasından dolayı kazalı sigortalı ve yakınlarının aynı davalı aleyhine ... Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2011/468 E sayılı dava dosyasını açarak maddi ve manevi tazminat talebinde bulundukları, bu bahsedilen dosyada manevi tazminatlar yanında davacı lehine sürekli iş göremezlikten kaynaklanan maddi tazminat ile bakıcı giderine ilişkin maddi tazminata hükmedildiği, ıslah dilekçesinde faiz yönünden bir talep bulunmadığı için dava dilekçesinde talep edilen maddi tazminat tutarlarına kaza tarihinden, ıslah ile artırılan kısımlara ise ıslah tarihinden itibaren faiz işletilmesine karar verildiği, bahsedilen bu ilk dava dosyasının temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 131/2. maddesi hükmüne göre; evvelce işleyen faizleri talep hakkının saklı tutulduğu (ihtirazi kayıt) veya saklı tutulduğunun hal ve koşullardan anlaşılması kaydıyla, ödenmemiş faizlerin istenebilme hakkı ortadan kalkmamakta, asıl borç ifa veya sair bir surette son bulmuş olsa bile borcun fer'isi olan faiz varlığını sürdürmekte ve alacaklı bunları talep edebilme hakkını yitirmemektedir.
İhtirazi kayıt, alacaklının borçluya yönelttiği bir irade bildirimi ile yapılır. Bu bildirim ifadan önce ifa sırasında ya da en geç ifanın ardından derhal yapılmalıdır. İhtirazi kayıt ileri sürülmezse, ilişkin olduğu hakkın düşmüş sayılması, o haktan zımni olarak vazgeçilmiş olması esasına dayanır. İşlemiş faizlerin talep hakkının saklı tutulmasına ilişkin beyanla ilgili olarak yasada bir şekil öngörülmemiştir.
Asıl borç son bulduğu halde alacaklı bu hakkını saklı tuttuğunu veya durum koşullardan bunun anlaşılması gerektiğini kanıtladığı takdirde işlemiş faizlerle ilgili hakkı son bulmayacaktır.
Somut olayda, ... Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2011/468 E sayılı dava dosyasında hüküm altına alınan sürekli iş göremezlikten ve bakıcı giderinden kaynaklanan maddi tazminatların ödendiğine ve davacı tarafın ihtirazi kayıt ileri sürmeksizin bu ödemeleri kabul ettiğine dair bir bilgi bulunmadığına göre, davacının bu tazminatlar yönünden kaza tarihi ile ıslah tarihi arasında işlemiş olup da hüküm altına alınmayan faizleri talep etme hakkının sona erdiğinden bahsetmek mümkün değildir. Bu nedenlerle mahkemece davanın reddine karar verilmesi hatalı olmuştur.
3-Öte yandan 492 sayılı Harçlar Kanun'un (1) sayılı tarifesi 2. Maktu Harç a bendinde '1'inci fıkra dışında kalan davalarla, taraf teşkiline imkan bulunmayan davalarda verilen esas hakkındaki kararlarla, davanın reddi kararı ve icra tetkik mercilerinin 1'inci fıkra dışında kalan kararlarında'' hükmü yer almaktadır.
Buna göre davanın reddine karar verilmesi durumunda davacıya yüklenmesi gereken harcın maktu karar ve ilam harcı olduğu gözetilmeden davacı taraf aleyhine nispi karar ve ilam harcına hükmedilmesi isabetsizdir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli, Bölge Adliye Mahkemesince verilen karar kaldırılmalı, ilk derece mahkemesi hükmü bozulmalıdır.
SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle, temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı HMK’nun 373/1. maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, ilk derece mahkemesi kararının BOZULMASINA, dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, davacı yararına takdir edilen 2.037,00TL duruşma Avukatlık parasının karşı tarafa yükletilmesine, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacıya iadesine , 26/11/2019 gününde oy çokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY GEREKÇESİ
Davacı, bedensel zararın tazminine ilişkin kesinleşen dava dosyasında kısmi talep olarak açtığı dava dilekçesinde olay tarihinden faiz talebinde bulunmuş, ancak ıslahla artırılan miktar yönünden faiz talep etmemiştir.
Mahkemece faiz yargılama konusu yapılarak, dava dilekçesinde talep edilen miktara olay tarihinden, talep bulunmayan ıslah dilekçesinde artırılan miktara ise ıslah tarihinden itibaren faize karar verilmiş, bu hüküm temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
Dairemiz istikrarlı uygulaması ve giderek tüm yargı mercilerini bağlayıcı nitelikte olan Yargıtay İçtihadı Birleştirme kurulunun 24/05/2009 tarih ve 2007/8 Esas, 2009/3 karar sayılı kararında belirtildiği şekilde kısmi davada faiz talebinde bulunulmuş ise miktar artırımına yönelik ıslah talebinde faiz talebinde bulunulmasa dahi dava dilekçesinde talep edilen faizin tüm talebi kapsayacağı ve ıslahla artırılan miktara da dava dilekçesindeki talep gibi değerlendirilerek faize karar verilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Mahkemece, dava dilekçesinde talep edilen miktara olay tarihinden, ıslahla artırılan miktara ise ıslah tarihinden itibaren faize karar verilmiş yani talep bulunulmayan ıslah dilekçesindeki miktar yönünden yargılama yapılarak ıslah tarihinden faize hükmedilmiş, bu hüküm taraflarca temyiz edilmeksizin kesinleşerek maddi ve şekli anlamda kesin hüküm haline gelmiştir. Islah dilekçesinde faiz talep edilmemesi durumunda dava dilekçesinde talep edilen faizin bu miktarıda kapsayacağı açık ise de mahkemece hatalı değerlendirilerek ıslah tarihinden faize karar verilmesi istinaf ve temyiz konusu yapılarak denetlenebilir ise de temyiz edilmeksizin kesinleşen bu durum kesin hüküm nedeniyle yeniden yargılama konusu yapılamaz.
Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamada bulunabilmesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları gerçekleşmeden bir davanın esası incelenemez. Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp, inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartları dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar var olmalıdır. Dava şartlarından bazıları olumlu (davanın açılması sırasında var olması gerekli); bazıları ise olumsuz (davanın açılması sırasında bulunmaması gereken) şartlardır. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması yada bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda davanın mesmu (dinlenebilir) olmadığından reddi gerekir.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 237.maddesi ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nın 114/1-i maddesi uyarınca; dava konusu uyuşmazlık hakkında bir kesin hüküm bulunuyorsa, aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamaz. Kesin hükmün bulunması olumsuz dava şartıdır. Kesin hüküm, hem bireyler için hem de Devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukuki güvenirlik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir. Kesin hüküm adli gerçeği ifade eder. 1982 Anayasa’sının 138.maddesi uyarınca yasama, yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarını değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. Kesin hüküm, uyuşmazlığın gelecek için sona ermesini ve böylece hukuki barışın sağlanmasını amaçlamaktadır. Bu nedenledir ki kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemenin de; davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, davayı kesin hükümden (dava şartı yokluğundan) reddetmesi gerekir. Yine kesim hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi, ilk defa Yargıtay'da (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) ve dahası bozmadan sonra da ileri sürülebilir. Bu bakımdan usulü kazanılmış hakkın istisnasıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. (Hukuk Genel Kurulu’nun 05.06.1991 gün ve 1991/5-215-342 E., K. sayılı ilamı; Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6.Baskı, yıl: 2001, C. V, s. 4980 vd.).
Hemen belirtilmelidir ki kesin hüküm, şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm, olmak üzere ikiye ayrılır. Şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan yasa yollarının kapandığı anlamına gelir. Bazı son kararlar verildikleri anda kesindirler (Örneğin HUMK. m. 427; HMK. m. 361). Yasa yolu açık olan bir karar, yasa yoluna başvurma süresi geçmekle de kesinleşir. Öte yandan, temyiz yolu açık olan bir karar temyiz edilip sonuçta onanmış ve karar düzeltme süresi geçirilmişse, ya da karar düzeltme yoluna gidilip de bu istem reddedilmişse veyahut yasa yoluna başvurmaktan feragat edilmişse verilen hüküm şekli anlamda kesinleşir. Bir hüküm bir kere şekli anlamda kesinleşirse, artık bu hükme karşı, olağan yasa yollarına başvurulamaz. Bir kararın maddi anlamda kesinleşmesi için öncelikle şekli anlamda kesinleşmesi gerekir.
Maddi anlamda kesin hükmün ilk koşulu, her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması; ikinci koşulu, müddeabihin aynılığı; üçüncü koşulu ise, dava sebebinin aynı olmasıdır. Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabih, dava konusu yapılmış olan hak, yani dava ile elde edilmek istenilen sonuçtur. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hakimin, eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziki bakımdan aynı olsa bile, bu şeyler üzerinde talep olunan haklar değişikse, müddeabihler aynı değil demektir. Kesin hükmün üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebi, hukuki sebep olmayıp, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Öyle ise; her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar (olaylar) aynı ise, diğer iki koşulun da bulunması halinde kesin hükmün bulunduğundan söz edilebilir.
6100 sayılı HMK’nun 303/1.maddesi de “Bir davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.” şeklinde benzer bir tanımı içermektedir.
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 05.02.2003 gün ve 2003/21-30 E. 2003/57 K.; 23.02.2005 gün ve 2005/21-66 E. 2005/93 K.; 03.03.2010 gün ve 2010/11-75 E. 2010/121 K.; 08.12.2010 gün ve 2010/1-602 E. 2010/643 K.; 02.11.2011 gün ve 2011/2-561 E. 2011/668 K. sayılı ilamlarında da vurgulanmıştır.
Mahkemeler, aynı konuda, aynı dava sebebine dayanarak, aynı taraflar hakkında verilmiş olan bir kesin hüküm ile bağlıdırlar; aynı davayı bir daha (yeniden) inceleyemezler ve aynı konuya ilişkin yeni bir davada, önceki davada verilmiş olan kesin hüküm ile bağlıdırlar (Baki Kuru, a.ge., C. V, s. 5051- 5053).
Yukarıda açıklanan nedenlerle dava dilekçesinde veya ıslah talebinde faiz talep edilmez veya talep edilmesine rağmen bir karar verilmez ise faizin yeniden yargılama konusu yapılması mümkün ise de, yargılama konusu yapılarak kesinleşen faizin başlangıç tarihi, faizin türü, faizin oranı ve faizin miktarı kesinleşen hükümde hatalı olsa dahi kesin hüküm nedeniyle taraflar arasında yeniden yargılama konusu yapılamaz. Bu nedenle yerel mahkeme kararının Onanması gerektiği görüşünde olduğumuzdan Sayın çoğunluğun Bozmaya yönelik kararına katılmamaktayız.