18. Ceza Dairesi 2017/1202 E. , 2017/3349 K.
KARAR
İmar kirliliğine neden olma suçundan sanık ... hakkında yapılan yargılama sonunda verilen düşme kararına dair, Bursa 13. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 02/05/2012 tarih ve 2012/179 esas, 2012/461 sayılı kararın katılan vekili tarafından temyizi üzerine,
I- Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 13/10/2014 tarih ve 2013/22830 esas, 2014/28346 sayılı kararıyla;
“Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
Suça konu ruhsatsız binanın sanık tarafından kaldırılıp kaldırılmadığı ve eski haline getirilip getirilmediği araştırılarak belediye tarafından kaldırılmış ise, sanığın istemi ve bedelini yatırması karşılığında yıkma işleminin gerçekleşip gerçekleşmediği saptanıp sonucuna göre sanık hakkında TCK'nın 184/5 maddesinin uygulanıp uygulanmayacağının tespit edilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle düşme kararı verilmesi,
Kanuna aykırı ve katılan ... vekilinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnamedeki onama düşüncesinin reddiyle HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine,” 13/10/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verilmiştir.
II- Bursa 13. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 29/01/2015 tarih ve 2014/844 esas, 2015/62 sayılı direnme kararında;
“Sanık hakkında imar kirliliğine neden olma eylemi nedeniyle mahkememizce yapılan yargılama sonunda düşme kararı verilmiş, “Suça konu ruhsatsız binanın sanık tarafından kaldırılıp kaldırılmadığı ve eski haline getirilip getirilmediği araştırılarak belediye tarafından kaldırılmış ise, sanığın istemi ve bedelini yatırması karşılığında yıkma işleminin gerçekleşip gerçekleşmediği saptanıp sonucuna göre sanık hakkında TCK'nın 184/5 maddesinin uygulanıp uygulanmayacağının tespit edilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle düşme kararı verilmesi” nedeniyle Yargıtay 4. Ceza Dairesince bozularak dosya mahkememize göndermiştir.
Yüksek daire ve Mahkememiz arasındaki görüş ayrılığı zararın niteliği ve zararın giderilmesinin gerekli olup olmadığı hususunda toplanmaktadır.
Yargıtay 4.Ceza Dairesi 20/11/2012 gün 2012/18941-26196, 16/04/2013 gün 2012/19496-2013/11673 esas ve karar sayılı ilamları ile ve ayrıca benzer nitelikteki yüzlerce kararı ile “sanığa yükletilen, kendi arsasına bina yapmak sureti ile imar kirliliğine neden olma suçunda kamunun uğradığı maddi ( somut) bir zararın bulunmaması karşısında...” şeklinde mahkumiyet kararlarını bozarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilmeyeceğinin tartışılmaması nedeniyle bozduğu , bu hale göre imar kirliliğindeki zararı maddi bir zarar olarak kabul etmediği anlaşılmaktadır.
Yargıtay 4. Ceza Dairesi yine 23/10/2014 gün ve 2013/21582 esas 2014/30292 karar sayılı ilamı ile mahkememiz 2011/130-2012/641 esas ve karar sayılı sanığın imar kirliliğine neden olduğu yapının belediyece kamulaştırılarak yıkılıp eski hale getirilmesi nedeniyle 5237 Sayılı TCY’nın 184/5 maddesi uyarınca kamu davasının düşürülmesine ilişkin kararını Cumhuriyet Savcısı'nın temyizi üzerine onamıştır.
CMK 231/6-c maddesi hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilinmesi için objektif kriterleri sayarken zararı “ suçun işlenmesi ile mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade , suçtan önceki hale getirme veya tazmin sureti ile giderilmesi” gerekir şeklinde zararla ilgili kriterler ortaya koymuştur.
Yargılamamıza konu somut olayda yargıtay 4 Ceza Dairesince İmar kirliliğine neden olma suçundaki zararın dairece somut bir zarar olarak kabul edilmemesi, yine kamulaştırılarak yıkılan bina nedeniyle düşme kararını onaması, oysa kamulaştırma halinde mülkiyet idareye geçmiş ise de ödenen bedelin bina ve arsanın değeri olduğu , yıkım masraflarının bina değeri üzerinden düşülmediği, bu haliyle yıkım giderlerinin belediye üzerinde kaldığı, bu halin yukarıda açıklanan yargıtay bozma ilamında da zararın giderilmemesi şeklinde değerlendirilmediği anlaşılmaktadır.
Yine Cmk 231/6-c maddesi “suçun işlenmesi ile uğranılan zarardan bahsetmekte suçun ortadan kaldırılması ile ilgili zararla bir düzenleme yapmamaktadır.
Yaralama suçu dikkate alındığında mağdurun “basit bir araştırma ile tespit edilebilen tedavi giderlerinin ödenmesini” zararının giderilmesi olarak kabul etmek genel bir uygulama ise de imar kirliliğine neden olacak şekilde yapılan bina nedeniyle binanın yıkılması halinde oluşan zarar suçun işlenmesi ile ortaya çıkan bir zarar olmayıp yıkım nedeniyle gerçekleşen bir zarardır ve CMK 231/6-c maddesinde düzenlenen zarardan farklıdır.
5237 Sayılı TCY’nın 184/5 maddesindeki kamu davasının düşürülmesi koşullarını maddenin kendi içerisinde değerlendirilmesi gerektiği anılan maddedeki davanın düşürülmesi şartlarının CMK 231/6-c maddesindeki zararla bağlantı kurulması da her iki müessesenin bir birinden farklı müesseseler olması nedeniyle olaya uygun düşmeyeceği anlaşılmaktadır.
Kaldıki her ne kadar somut olayda bina belediye tarafından yıkılmış ise de belki de suçtan pişmanlık duyan sanık tarafından da yıkılması mümkün bulunmakta belediyece yıkılmış olması karşısında sanığın bu imkandan yoksun bırakıldığı veya sanığın zarar konusuna ödemeye zorlandığı sonucu doğmakta bu nedenle de yıkım masraflarının kimin tarafından ödendiğinin sonuca etkisinin olamayacağı düşünülmektedir.
Ayrıca deprem yada herhangi bir doğal afet nedeniyle binanın yıkılmış ve eski hale gelmiş olması durumunda zarar kavramı ve giderilmesi araştırılmaksızın davanın düşmesine karar verilmesi de gerekecektir.
Açıklanan nedenlerle ,yapılan imalatın yıkılarak eski hale getirilmesinde belediyece yapılan yıkım masraflarının 5237 Sayılı TCY’nın 184/5 maddesinde sayılan davanın düşme koşulları ile ilgilisinin bulunmadığı belediyenin var ise masraflarını hukuki yoldan tahsil etmesinin mümkün bulunduğu anlaşılmakla davanın düşürülmesine dair yerinde bulunan mahkememiz kararında direnilmiştir.' şeklindeki gerekçeyle, Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 22/09/2014 tarih, 2013/20533 esas, 2014/26663 sayılı kararına direnildiği görülmektedir.
III- DEĞERLENDİRME
02.12.2016 tarihli 29906 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesi uyarınca, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından 14.12.2016 tarih, 2015/295 Esas ve 2016/1830 sayılı Kararı ile dosya Yargıtay 4. Ceza Dairesine gönderilmiş, Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 26.01.2017 tarih, 2017/8 esas, 2017/2954 sayılı kararı ile Dairemize gönderildiğinden, direnme kararı üzerine verilen hükmün Dairemizce incelenmesinde zorunluluk bulunduğu anlaşılmakla;
Somut olayda; sanık tarafından ruhsatsız olarak bina inşa edildiğinin sabit olduğu, yargılama aşamasında ...’nın 02.03.2012 tarihli yazısında yapının ruhsata uygun hale getirilmediği ve binanın yıkımının yapıldığının bildirildiği, dosya kapsamında, suça konu binanın yıkımına ilişkin giderlerin sanık tarafından ödenip ödenmediğinin araştırılmadığı görülmektedir.
TCK’nın 184/5. maddesinde; “Kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar plânına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkum olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar.” hükmü bulunmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 20.10.2015 tarih, 2014/4-534 esas, 2015/332 sayılı kararında, “TCK’nun 184/5. maddesi niteliği itibariyle bir etkin pişmanlık hükmüdür. Bu nedenle uyuşmazlığın sağlıklı bir biçimde çözümlenebilmesi için etkin pişmanlık müessesesi üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
5237 sayılı TCK’nun kabul ettiği suç teorisi uyarınca, suçun kanuni tanımında yer alan unsurların gerçekleşmesiyle, ortaya cezalandırmaya layık bir haksızlık çıkmakta, kusuru kaldıran bir sebebin de bulunmaması hâlinde fail hakkında bir cezaya hükmolunmaktadır. Fakat bazı hâllerde kanunkoyucu, failin cezalandırılması için başka birtakım unsurların da bulunması ya da bulunmamasını aramıştır. İşte haksızlık ve kusur isnadı dışında kalan bu gibi hususlar “suçun unsurları dışında kalan hâller” başlığı altında ele alınmaktadır. Bunlardan failin cezalandırılması için gerekli olanlara “objektif cezalandırılabilme şartları”, bulunmaması gerekenlere de, “şahsi cezasızlık sebepleri” veya “cezayı kaldıran veya azaltan şahsi sebepler” denilmektedir. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2015, 8. Baskı, s.351). Bu yönüyle etkin pişmanlık cezayı kaldıran veya cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebepler arasında yer almaktadır.
İşledikleri suç nedeniyle kişilerin cezalandırılması kural olmakla birlikte, bazı şartların gerçekleşmesi halinde, kişi hakkında ceza davasının açılmasından, açılmış olan davanın devamından ve sonuçta ceza verilmesinden ya da mahkûm olunan cezanın infazından vazgeçilmesi izlenen suç politikasının bir gereğidir. Bilindiği üzere suç, bir süreç içinde işlenmekte olup, buna suç yolu (iter criminis) denilmektedir. Bu süreçte fail önce belli bir suçu işlemek hususunda karar vermekte, daha sonra bunun icrasına yönelik hazırlıkları yapmakta, son olarak da icra hareketlerini gerçekleştirmektedir. Çoğu suç, fiilin icra edilmesiyle tamamlanırken, kanuni tarifte ayrıca bir unsur olarak neticeye yer verilen suçlarda suçun tamamlanması için fiilin icra edilmesinden başka ayrıca söz konusu neticenin de gerçekleşmesi aranmaktadır. Türk Ceza Kanununun 36. maddesindeki 'gönüllü vazgeçme' düzenlemesi ile failin suç yolundan dönerek suçun tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önlemesi; etkin pişmanlığa ilişkin düzenlemeler ile de, suç tamamlandıktan sonra hatasının farkına vararak nedamet duyup neden olduğu haksızlığın neticelerini gidermesi için teşvikte bulunulması amaçlanmıştır.
5237 sayılı TCK’nda etkin pişmanlık, bütün suçlarda uygulanabilecek genel bir hüküm olarak değil, özel suç tipleri bakımından uygulanabilecek istisnai bir kurum olarak düzenlenmiştir. Bu bağlamda kanun koyucu bazı suçlara ilişkin etkin pişmanlık düzenlemesini “etkin pişmanlık” başlığıyla bağımsız bir madde hâlinde (TCK 93, 110, 168, 192, 201, 221, 248, 254, 269, 274, 293), bazılarını ise suç tipinin düzenlendiği maddenin bir fıkrası şeklinde yapmıştır. (TCK 184/5, 230/5, 245/5, 275/2-3, 281/3, 282/6, 289/2, 297/4, 316/2). Bu düzenlemelerin bir kısmında etkin pişmanlık nedeniyle failin cezasının bütünüyle ortadan kaldırılması öngörülmüş iken bir kısmında ise sadece belli oranda indirilmesi kabul edilmiştir.
Etkin pişmanlık, kanunun etkin pişmanlığa imkan tanıdığı her suç tipinde o suçun karakterine uygun bir yapıya bürünmektedir. (Yasemin Baba, Türk Ceza Kanununda Etkin Pişmanlık, 12 Levha Yayınları, İstanbul, 2013, 1. Baskı, s. 22) Ancak bu durum etkin pişmanlık düzenlemeleri arasında hiçbir ortak unsur olmadığı anlamına gelmemektedir. Gerek Türk Ceza Kanunundaki gerekse özel ceza kanunlarındaki etkin pişmanlık düzenlemeleri incelendiğinde ve öğreti ile yargısal kararlardaki görüşler değerlendirildiğinde 'etkin pişmanlığın' unsurlarının;
1-Kanunda etkin pişmanlığa imkan tanıyan bir düzenleme bulunması,
2-Suçun tamamlanmış olması,
3-Failin kanunda öngörülen biçimde aktif bir davranışının olması,
4-Failin bu davranışın iradi olması,
Şeklinde belirlenmesi mümkündür.
Etkin pişmanlığın uygulanabilmesi için öncelikle kanunda o suç ve faili bakımından buna imkan tanıyan özel bir düzenleme bulunması gerekir. Her suç açısından etkin pişmanlığın uygulanması mümkün değildir. Esasen niteliği gereği her suç etkin pişmanlığa elverişli de değildir. O suç tipi bakımından kanunda etkin pişmanlık düzenlemesi öngörülmemişse 'kanunilik ilkesi' uyarınca kıyas veya yorum yoluyla da olsa etkin pişmanlık uygulanamaz Örneğin; TCK'nun 168. maddesinde marvarlığına yönelik bazı suçlar bakımından etkin pişmanlık düzenlemesi öngörülmüştür. Suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçu bu suçlar arasında sayılmadığından, bu suç da malvarlığına yönelik bazı bir suç olmasına karşın TCK'nun 168. maddesinin uygulanması mümkün değildir.
Etkin pişmanlık hükmünün uygulanabilmesi için suçun tamamlanmış olması gerekir. Teşebbüs aşamasında kalan suçlar bakımından etkin pişmanlıktan söz edilemez ancak şartları var ise 'gönüllü vazgeçme' gündeme gelebilir.
Etkin pişmanlığın diğer bir şartı failin kanunda öngörülen biçimde aktif bir davranışının bulunmasıdır. Gerçekten de etkin pişmanlığa ilişkin düzenlemeler incelendiğinde 'suçun meydana çıkmasına ve diğer suçluların yakalanmasına hizmet ve yardım etme', 'mağdurun şahsına zararı dokunmaksızın kendiliğinden güvenli bir yerde serbest bırakma', 'mağdurun uğradığı zararı aynen geri verme veya tazmin suretiyle tamamen giderme', 'diğer suç ortaklarını ve sahte olarak üretilen para veya kıymetli damgaların üretildiği veya saklandığı yerleri merciine haber verme', 'örgütü dağıtma veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlama', 'iftiradan dönme', 'gerçeği söyleme' gibi çeşitli şekillerde failden işlediği suçla gerçekleşen haksızlığın neticelerini mümkün olduğunca ortadan kaldırmaya yönelik aktif davranışlarda bulunmasının arandığı görülmektedir. Gerçekleştirdiği haksızlığın neticelerini kanunun aradığı biçimde ortadan kaldırmaya yönelik hiçbir aktif davranışta bulunmayan fail hakkında etkin pişmanlık hükmünün uygulanması mümkün değildir. Nitekim müessesenin adlandırılmasında sergilenmesi gereken davranışın bu özelliğine binaen 'etkin' kelimesi tercih edilmiştir. Karşılaştırılmalı hukukta da müessesenin adlandırılmasında benzer bir vurgunun yapıldığı görülmektedir. Örneğin; sırasıyla Alman, Fransız, İspanyol ve İngiliz Hukukunda adlandırma şu şekildedir: 'Tätige Reue', “Repentir actif”, “Arrepentimiento activo eficaz”. 'Active repertance'. Ancak aktif davranış, bizzat failin tarafından bir davranışta bulunmasının zorunlu olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Failin iradesine dayanan üçüncü kişinin hareketi de, bu hareketin yapılmasına fail tarafından neden olunduğu sürece yeterli kabul edilmelidir.
Etkin pişmanlığın varlığının kabul edilebilmesi için sanığın suç sonrası sergilediği aktif davranışın iradi olması da lazımdır. Bu şart etkin pişmanlığın subjektif unsurunu teşkil etmektedir. Etkin pişmanlığın varlığının kabulü için tek başına failin haksızlığın sonuçlarını ortadan kaldırmaya yönelik davranışlarda bulunmuş olması yeterli değildir. Etkin pişmanlıkta fail, suç sonrası zararı gidermeyi, engellemeyi, düzeltmeyi ya da tehlikeyi önlemeyi iradi yani gönüllü olarak yapmalıdır. Çoğu zaman fail bu tür davranışları, suçu işledikten sonra duyduğu pişmanlığın tesiri ile yapmaktadır. Bu nedenle müessesenin adlandırılmasına tercih edilen ikinci kelime de 'pişmanlık' olmuştur. Aynı şekilde karşılaştırılmalı hukukta da örnekleri verilen isimlerden anlaşılacağı üzere 'tövbe' kelimesi ile bu vurgunun yapıldığı görülmektedir. Etkin pişmanlıkta ceza verilmesinden vazgeçilmesinin yahut cezadan indirim yapılmasının temelinde failin bu pişmanlığı yatmaktadır. Zira cezalandırılmada güdülen asıl amaç kişinin pişmanlık duymasını sağlayıp yeniden topluma kazandırılmasıdır. Failin dışa yansıyan davranışının pişmanlığının tezahürü olarak kabul edilebilecek derecede iradi olması yeterli olup iç dünyasına bakılıp gerçekten samimi olup olmadığı aranmaz. Bu bakımdan sanığın davranışında cezadan kurtulma saiki de etkili olmuş olsa, önemli olan salt bu saikle hareket edilmemiş olmasıdır. 5237 sayılı TCK'nun uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçlarında etkin pişmanlığa ilişkin 192. maddesiyle ilgili Adalet Komisyonunda yapılan görüşmelerde kanunun hazırlanmasında görevli akademisyenlerden Adem Sözüer '...Gönüllü vazgeçme veya etkin pişmanlıkta, biz, kişinin iç dünyasında gerçekten nedamet duyup duymadığına bakmıyoruz sadece. Yani, gönüllü vazgeçme ve etkin pişmanlık da, biz, suç politikası gereğince, kişinin suç yolundan, kendi iradesiyle dönüp dönmemesine bakıyoruz. O yüzden, kendi iç dünyasında gerçekten pişmanlık duyup duymadığına ilişkin konular, aslında ne gönüllü vazgeçmeyi, suça teşebbüsü ne de buradaki etkin pişmanlığı belirleyici unsuru değildir' şeklinde açıklamalarda bulunmuştur. (Adalet Bakanlığı Yayın İşleri Dairesi Başkanlığı, Tutanaklarla Türk Ceza Kanunu, Ankara 2005, s. 697)
Etkin pişmanlıkla ilgili belirtilen bu genel şartlar dışında kanun koyucu tarafından ilgili suç tipinde özel olarak etkin pişmanlığın belli bir zaman dilimi içerisinde gerçekleşmesi yahut bazı önşartların varlığı da aranmış olabilir. Örneğin; TCK'nın 110. maddesinde etkin pişmanlığın soruşturmaya başlanmadan önce ve mağdurun şahsına zarar dokunmaksızın gerçekleşmiş olması gerekir. Bu hallerde etkin pişmanlık hükmünün uygulanabilmesi için ilgili zaman şartının ve önşartın da gerçekleşmiş olması gerekir.
Etkin pişmanlıkla ilgili bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusu bakımından ruhsatsız ve ruhsata aykırı yapılar ile ilgili 3194 sayılı İmar Kanunundaki düzenlemelerin de gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Ruhsat alınmadan ya da ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapılması durumunda idarenin hangi eylem ve işlemlerde bulunacağı İmar Kanununun 32. maddesinde düzenlenmiş olup; idarece yapının ruhsatsız ya da ruhsat ve eklerine aykırı yapılmış olduğunun herhangi bir şekilde öğrenilmesi durumunda hemen inşaatın mevcut halinin tespit edilip yapının mühürlenerek inşaatın durdurulacağı hüküm altına alınmıştır.
İdare, yapının ruhsatsız ya da ruhsat ve eklerine aykırı yapılmış olduğunu tespit ettiği takdirde inşaatın ne şekilde ruhsat veya eklerine aykırı olduğunu tutanağa geçirecek ve yapının durdurulmasına ilişkin düzenlenen bu tutanağın bir sureti yapıya asılacaktır. Askı tarihinde yapı sahibine karar tebliğ edilmiş sayılır. Bu tarihten başlamak üzere yapı sahibine ruhsat alması ya da yapıyı ruhsata uygun hale getirmesi için 1 ayı geçmemek kaydı ile süre verilir. Yapı sahibi bu sürede ruhsat alır ya da yapıyı ruhsata uygun hale getirirse ilgili idareden mührün kaldırılarak inşaata devam edebilmesi için izin ister. İlgili idare yaptığı incelemede eksikliklerin giderildiği kanaatine ulaşırsa mührün kaldırılmasına ve inşaata devam edilmesine izin verir. İnşaat mühürlendikten sonra herhangi bir nedenle inşaata devam olunması halinde, sağlam bırakılmış olsa bile mühür sökülmüş (fek edilmiş) sayılır ve Türk Ceza Kanununun mühür fekkine ilişkin hükümleri uygulanır. Yapı sahibi, idarenin kendisine verdiği süre içerisinde ruhsat almaz ya da yapıyı ruhsat ve eklerine uygun hale getirmez ise varsa ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.
İmar Kanununun 32. maddesi uyarınca yapı sahibi yerine idarece yapılan yıkımın masraflarının tahsili imar para cezası niteliğinde olmayıp, bu nedenle yapı sahibinden sadece yapılan masrafların bedeli istenebilir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
5237 sayılı TCK’nun 184/5. maddesi hükmünden yararlanılabilmesi için kişinin ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar plânına ve ruhsatına uygun hale getirmesi gerekmektedir. Ruhsat alacak ya da ruhsatına uygun hale getirecek kişi, hakkında soruşturma yapılan ya da hakkında kamu davası açılmış olan veya yargılanıp ceza almış olan kişi ya da kişilerdir.
Ruhsatsız yapının 3194 sayılı İmar Kanununun 32. maddesi uyarınca belediye görevlilerince yıkılması durumunda imar kirliliğine neden olma suçundan sanık hakkında doğrudan salt yıkımın gerçekleştiğinden bahisle TCK 184/5. maddesinin uygulanması mümkün değildir. Zira bu halde etkin pişmanlığın zorunlu unsuru olan sanık tarafından ortaya konulmuş hiçbir aktif davranış bulunmamaktadır. Ruhsatsız yapının yıkılması idarenin bir görevi olup sanıktan bağımız olarak idare tarafından gerçekleştirilen yıkım nedeniyle yıkıma karşı çıkılmamış olsa bile TCK'nun 184/5. maddesi uyarınca kamu davasının düşürülmesine karar verilmesi etkin pişmanlık müessesesinin ruhuna ve maddenin konuluş amacına aykırı olacaktır.
Ancak, ruhsatsız yapının yıkılması, alınması gerekli önlemler, ihtiyaç duyulan teknik ekipmanlar vs. itibariyle çoğu zaman yapı sahibi tarafından gerçekleştirilemeyecek bir eylemdir. Bu nedenle yapı sahiplerinin nasıl olsa yıkım masraflarını ödeyecekleri düşüncesi ile yıkımın idare tarafından gerçekleştirilmesini beklemeleri doğal karşılanmalıdır. Böyle bir durumda ise salt yıkımın fail tarafından gerçekleştirilmediğinden bahisle etkin pişmanlık hükmünün uygulanmaması adil bir çözüm olmayacaktır. Bu nedenle yıkımın idarece gerçekleştirildiği hallerde failin yıkıma fiilen karşı gelip gelmediği ve iradi olarak yıkım masraflarını karşılayıp karşılamadığı hususları araştırılarak failin fiilen yıkıma karşı gelmediğinin ve cebri icra gibi herhangi bir zorlama olmaksızın kendiliğinden yıkım masrafları ödediğinin tespit olunması halinde sanık lehine TCK'nun 184/5. maddesinin uygulanma şartlarının gerçekleştiği kabul edilmeli, aksi durumda ise anılan etkin pişmanlık hükmü uygulanmamalıdır.” şeklinde TCK’nın 184/5.maddesinin uygulanması hususunu değerlendirmiştir.
Bu suretle, suça konu binanın yıkımına ilişkin giderlerin, sanık tarafından ödenip ödenmediği araştırılmadan hüküm kurulmasının hukuka aykırı olduğu değerlendirilmekle;
IV- KARAR
Yukarıda açıklanan ve Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 13/10/2014 tarih, 2013/22830 esas, 2014/28346 sayılı kararındaki gerekçeye göre Yerel Mahkemece verilen direnme kararı yerinde görülmediğinden, tebliğnameye uygun olarak, 6763 sayılı Yasanın 36. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK'nın 307/3. maddesi hükmüne göre dosyanın Ceza Genel Kuruluna GÖNDERİLMESİNE, 27.03.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.