Hukuk Genel Kurulu 2017/92 E. , 2018/1362 K.
MAHKEMESİ : İstanbul 1.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “mimari projeye tecavüzün önlenmesi ve kaldırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 1.Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 11.12.2012 tarihli, 2008/198 E., 2012/295 K. sayılı karar davalılar vekilince temyiz edilmekle, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 10.12.2013 tarihli, 2013/6904 E., 2013/22506 K. sayılı kararı ile,
“...Davacı vekili, müvekkili şirket ile davalı şirket arasındaki sözleşme gereğince müvekkili şirketin mimar olan diğer müvekkili tarafından çizilen projeleri davalı şirkete teslim ettiğini, davalı şirketin müvekkillerinin mükellefi olduğu tüm projeleri müvekkillerinin muvaffakati ve izni olmaksızın diğer davalı mimarların imzasıyla belediyeye sunarak ruhsat aldığını ileri sürerek, inşaatlar devam ettiğinden projeye dayalı inşaatlar ile ilgili tecavüzünün önlenmesine ve kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, sözleşmeyle öngörülen projenin uygun görülmemesi nedeniyle sözleşmenin feshedildiğini, müvekkili olan gerçek kişilerin hazırladığı projenin uygulandığını, davacı tarafın projesinin uygulanmadığını, davacı tarafın projesinin özgün olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre, davalıların projesinde intihal bulunduğu, davacıların mimari projesine tecavüz edildiği gerekçesiyle, davacılara ait projeye tecavüzün önlenmesine, projenin bundan sonraki kullanımının önlenmesine ancak inşaatlar tamamlandığından tecavüzün kaldırılmasına yönelik talebin reddine karar verilmiştir.
Kararı, davalılar vekili temyiz etmiştir.
1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve davacı şirketin uyuşmazlık konusu proje üzerinde mali hak sahibi bulunmasına göre davalılar vekilinin aşağıdaki bent dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Dava, FSEK kapsamındaki ilim ve edebiyat eserlerinden olan mimari projeye tecavüzün önlenmesi istemine ilişkin olup, mahkemece, benimsenen bilirkişi raporları doğrultusunda tecavüzün önlenmesine karar verilmiştir. Davalı mimarlar ... ve Burak Kabsakal hakkında aynı eylem nedeniyle Kocaeli 3. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 18.03.2010 tarih 2009/766 E., 2010/117 K. sayılı beraat kararı, katılan davacı şirketin temyizi üzerine Yargıtay 7. Ceza Dairesi'nce işbu dava dosyasında hükme esas alınan bilirkişi raporu ile ceza mahkemesince alınan bilirkişi raporu arasında eylemin intihal niteliğinde olup olmadığı bakımından çelişki bulunduğu ve bu çelişkinin giderilmesi gerektiğinden bahisle eksik inceleme gerekçesiyle bozulmuştur. Bu durumda, ceza mahkemesi kararının kesinleşmesi bekletici mesele yapılarak, ortaya çıkacak sonuca göre hüküm kurulması gerektiğinden kararın bozulması gerekmiştir...”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) kapsamındaki ilim ve edebiyat eserlerinden olan mimari projeye tecavüzün önlenmesi ve kaldırılması istemlerine ilişkindir.
Davacılar vekili, mimar olan müvekkili ...’in referans kabul edilen çeşitli mimari projelerin müellifi ve sözleşmenin tarafı olan müvekkili şirketin ortağı olduğunu, diğer taraftan davacı şirket ile davalı şirket arasında imzalanan sözleşme kapsamında müvekkili şirket tarafından münhasıran proje çizim işini yüklendiğini, sözleşme ile kararlaştırılan projelerin çizildiğini ve teslim edildiğini, ancak davalı şirket tarafından neden gösterilmeksizin akdin devam ettirilmediğini, müvekkillerinin sözleşmenin feshedilmesinin davalı şirket açısından bir hak olduğunu kabul etmekle birlikte FSEK’den doğan haklarının korunmasını ve projenin uygulanmamasını istediklerini, buna karşın müvekkillerinin müellifi olduğu tüm projelerin hemen hemen birebir aynısının davalı tarafından uygulanıp ve kullanıldığını, böylece FSEK 66 ve devamı maddeleri gereğince müvekkillerinin haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, inşaatlar devam ettiğinden projeye dayalı inşaatlar ile ilgili tecavüzünün önlenmesine ve tecavüzün kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili, sözleşmeyle öngörülen projenin uygun görülmemesi nedeniyle sözleşmenin feshedildiğini, müvekkili olan gerçek kişilerin hazırladığı projenin uygulandığını, davacı tarafın projesinin uygulanmadığını, projelerinin mimarları ... ve ...’ın özelliklerini taşıyan özgün projeler olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, birbirini teyit eden iki bilirkişi raporuyla davacılara ait projeden intihal yapıldığının kanıtlandığı gerekçesiyle davacılara ait projeye tecavüzün ve projenin bundan sonraki kullanımının önlenmesine, inşaatlar tamamlandığından tecavüzün kaldırılmasına yönelik talebin reddine karar verilmiştir.
Davalılar vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.
Mahkemece önceki gerekçelere ilave olarak birbirini teyit eden üç ayrı bilirkişi raporunda yüksek düzeyde intihal bulunduğunun teknik karşılaştırma ile ortaya konulduğu ve ceza dosyasındaki rapor ile çelişkiyi giderici rapor da alındığı gerekçesiyle ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 30, 281, 282’inci ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK)’nun 74’üncü maddelerine de değinilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme hükmü davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Kocaeli 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 18.03.2010 tarihli, 2009/766 E., 2010/117 K. sayılı beraat kararının, katılan davacı şirketin temyizi üzerine Yargıtay 7. Ceza Dairesince işbu dava dosyasında hükme esas alınan bilirkişi raporu ile ceza mahkemesince alınan bilirkişi raporu arasında eylemin intihal niteliğinde olup olmadığı bakımından çelişki bulunduğu ve bu çelişkinin giderilmesi gerektiğinden bahisle eksik inceleme gerekçesiyle bozulmuş olduğu dikkate alındığında, ceza mahkemesi kararının kesinleşmesinin bekletici mesele yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın aydınlatılması için öncelikle bekletici sorun hakkında kısa bir açıklama yapılmasında yarar vardır.
Bilindiği üzere 'bekletici sorun' 6100 sayılı HMK’nın 165’inci maddesinde düzenlemeye bağlanmış ve maddenin birinci fıkrasında, 'Bir davada hüküm verilebilmesi, başka bir davaya, idari makamın tespitine yahut dava konusuyla ilgili bir hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığına kısmen veya tamamen bağlı ise mahkemece o davanın sonuçlanmasına veya idari makamın kararına kadar yargılama bekletilebilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Belirtmek gerekir ki bazı hâllerde kanun koyucu bekletici sorunu hâkimin takdirine bırakmamış, konunun öneminden dolayı başka bir mahkemede görülen veya görülecek olan davanın bekletici sorun yapılmasını zorunlu kılmıştır. Bu hâller 6100 sayılı HMK’nın 165’inci maddesinin ikinci bendinde “Bir davanın incelenmesi ve sonuçlandırılması başka bir davanın veya idari makamın çözümüne bağlı ise mahkeme, ilgili tarafa görevli mahkemeye veya idari makama başvurması için uygun bir süre verir. Bu süre içinde görevli mahkemeye veya idari makama başvurulmadığı takdirde, ilgili taraf bu husustaki iddiasından vazgeçmiş sayılarak esas dava hakkında karar verilir” şeklinde belirtilmiştir. Bu zorunlu hâller dışında, görülmekte olan davayla bağlantısının bulunması durumunda bekletici sorun yapılması mahkemenin takdirine bağlıdır. Böyle bir durumda, mahkemenin usul ekonomisi ilkesi ve davanın sürüncemede bırakılması amacıyla açılıp açılmadığı gibi hususları dikkate alarak, her davanın somut özelliğine göre bekletici sorun hakkında bir karar vermesi gerekir. Ayrıca bekletici sorun yapmak yargılamada beklenen yararı sağlamayacak ya da davayı gereksiz yere uzatacak ise bekletici sorun yapılmamalıdır.
Diğer taraftan ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, diğer bir ifade ile ceza mahkemesinin hangi kararlarının hukuk mahkemelerini bağlayacağı konusu üzerinde de durulmalıdır.
Olay tarihi itibariyle, ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisi, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 53’üncü maddesinde düzenlenmiş olup, hukuk hâkimi, ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır.
Bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımını, aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının ise kişi ilişkilerinin medeni hukuk alanında düzenlenmesi ve özellikle tazmin koşullarını öngörmesi esasına dayanmaktadır.
818 sayılı BK’nın “Ceza hukuku ile medeni hukuk arasında münasebet” başlıklı 53’üncü maddesinde: “Hâkim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraat karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez.” hükmü yer almaktadır. Nitekim, 6098 sayılı TBK’nın 74’üncü maddesi hükmü de benzer düzenlemeyi içermektedir.
Bu açık hüküm karşısında, ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hâkimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır. Ancak hemen belirtilmelidir ki, gerek öğretide ve gerekse Yargıtayın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hâkiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hâkiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır.
Yargıtayın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre, maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hâkimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir.
Aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 06.06.2018 tarihli 2017/15-248 E., 2018/1175 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalı mimarlar ... ve ... hakkında aynı eylem nedeniyle intihal bulunmadığı, fiilin esinlenme olduğu gerekçesiyle verilen Kocaeli 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 18.03.2010 tarihli ve 2009/766 E., 2010/117 K. sayılı beraat kararı Yargıtay 7. Ceza Dairesi tarafından eldeki davada alınan bilirkişi raporları ile ceza mahkemesince alınan bilirkişi raporları arasında davalı eylemlerinin intihal teşkil edip etmediği noktasındaki çelişkinin giderilmesi için bozulmuştur. Yukarıda değinildiği gibi, ceza hâkiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hâkimi tamamen bağlı olacağından, eldeki dava da, davalı eyleminin intihal oluşturup oluşturmadığının tespiti maddi olgunun ve fiilin hukuka aykırılığının belirlenmesine ilişkin olması karşısında, hukuk hâkiminin ceza mahkemesi kararının kesinleşmesini bekletici sorun yapması ve sonucuna göre karar vermesi gerekmektedir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, hukuk hâkiminin, ceza mahkemesinin beraat kararı ile bağlı olmadığının açık olduğu, istisnasının failin fiili işlemediğinin tespiti, bir başka ifade ile illiyet bağının kurulamaması nedeniyle beraat kararı olduğu, somut olayda fail ve fiil noktasında bir tartışma bulunmadığı, ceza mahkemesince alınan bilirkişi raporunun da hukuk hâkimini bağlamayacağının yasa hükmü olduğu, hukuk hâkimince alınan raporun yeterli olması, diğer yandan ceza yargılamasında alınan raporun ise yetersiz bulunması ancak ceza yargılamasında bekletici mesele yapılabileceği, hukuk hâkiminin kendisini bağlamayacak rapor için ceza yargılamasının sonucunu beklemesinin ancak yargılamanın uzamasına sebep olacağı, bu durumun da usul ekonomisine aykırı olduğu düşünceleri ile direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüşler yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
O hâlde mahkemece, belirtilen ceza mahkemesi kararının kesinleşmesinin bekletici sorun yapılması 6100 sayılı HMK’nın 165’inci maddesi gereği olmasının yanında ceza hâkiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusunun vurgulandığı mahkûmiyet kararı hukuk hâkimini bağlayacağından, mahkemece bu davanın sonucunun beklenmesi ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerektiği kabul edilmelidir.
Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30’uncu maddesi ile 6100 sayılı HMK’nın Geçici 3’üncü maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440’ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 27.09.2018 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Yerel mahkemece, ceza yargılaması sonucu beklenmeden davanın kabulüne karar verilmiş, Özel Dairece, ceza dosyasının sonucunun beklenmesi gerektiği gerekçesiyle kararın bozulması üzerine, mahkemece önceki kararda ısrar edilmiştir.
Uyuşmazlık ceza mahkemesi dosyasının bekletici mesele yapılıp yapılmayacağı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk mahkemesinde alınan rapor ile intihal sabit olarak kabul edilmiş, ceza yargılaması sırasında alınan raporda ise açıkça bir tespitte bulunulmamıştır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 74. Maddesi ' Hakim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hakimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.
Aynı şekilde, ceza hakiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hakimini bağlamaz.' şeklindedir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Bekletici sorun başlıklı 165/1.maddesi ' Bir davada hüküm verilebilmesi, başka bir davaya, idari makamın tespitine yahut dava konusuyla ilgili bir hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığına kısmen veya tamamen bağlı ise mahkemece o davanın sonuçlanmasına veya idari makamın kararına kadar yargılama bekletilebilir.' şeklinde düzenlenmiştir.
Bu yasal düzenlemeler karşısında, hukuk hakiminin, ceza mahkemesinin beraat kararı ile bağlı olmadığı açıktır. İstisnası, failin fiili işlemediğinin tespiti, bir başka ifade ile illiyet bağının kurulamaması nedeniyle beraat kararıdır. Somut olayda fail ve fiil noktasında bir tartışma bulunmamaktadır.
Yine ceza mahkemesince alınan bilirkişi raporunun da hukuk hakimini bağlamayacağı yasa hükmüdür.
Hukuk hakimince alınan raporun yeterli olması, diğer yandan ceza yargılamasında alınan raporun ise yetersiz bulunması ancak ceza yargılamasında bekletici mesele yapılabilir. Hukuk hakiminin kendisini bağlamayacak rapor için ceza yargılamasının sonucunu beklemesi ancak yargılamanın uzamasına sebep olacak ki bu da usul ekonomisine aykırıdır. (HMK 30)
Anlatılan bu nedenlerle, mahkeme kararının doğru olduğu ve onanması gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun bozma yönündeki görüşüne katılmıyorum.