Hukuk Genel Kurulu 2017/1911 E. , 2018/344 K.
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
Taraflar arasında görülen “kooperatif yönetim kurulu kararının iptali ve kooperatif üyeliğinin tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kayseri 1. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 04.04.2013 gün ve 2012/477 E. ve 2013/99 K. sayılı karar davalı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 23. Hukuk Dairesinin 11.09.2013 gün ve 2013/4390-E. ve 2013/5291 K. sayılı kararı ile:
“…Davacı vekili, davacının sahibi olduğu arsa karşılığında kendisine daire verilmesi konusunda davalı kooperatifle anlaşma yapıldığını, davacının, noter huzurunda yapılan kur'aya dahil edilerek F1 Blok A Giriş 5. Kat 10 no'lu meskenin kendisine isabet ettiğini, davacının o tarihten bu yana daireyi kullandığını, buna rağmen üyelik kaydının davalı kooperatifin 07.10.2001 tarih ve 264 sayılı yönetim kurulu kararıyla, davacının baldızı olan ... adına yapıldığını, davacı ile bu kişi arasında üyelik hakkı kazandıracak bir işlem yapılmadığını ileri sürerek, kooperatif üyeliğinin davacı adına tespitini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacının kooperatife kayıtlı üye olmadığını, arsa hissesi karşılığında daire alma hakkıyla arsa sahibi sıfatıyla kayıt edildiğini,... isimli şahsın kooperatif üyelik kaydının 2004 yılında yapıldığını, yedi yıllık zaman diliminde herhangi bir dava açılmadığını, tapu devrinin üzerinden de bir yıllık süre geçtiğini, zamanaşımı itirazlarının bulunduğunu, dairenin ... adına kayıtlı olduğunu, davacı ... ile ... arasında hukuki ihtilaf olduğunu, kooperatife husumet yöneltilemeyeceğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, davacı taleplerinin eda davasının konusu olabileceği, açılan davanın tespit davası olduğundan bahisle davanın reddine dair verilen karar; Dairemizin 2012/4336 Esas, 2012/5660 Karar sayılı ilamıyla, davanın, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi ile doğduğu iddia edilen kooperatif üyeliğinin tespiti, üyeliğin üçüncü bir şahsa devredilmemesi nedeniyle üyelik devrine dair yapılan işlemlerin iptali istemine ilişkin olduğu ve ıslah yoluyla, talebin, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi gereği daire tapusunun davacıya verilmesi gerektiğinin tespiti ile bu hakkın başkasına devredilmemesi sebebiyle kooperatif nezdinde yapılan işlemlerin iptali şeklinde ifade edildiği, davacı taraf neticei talebini ıslah etmiş olmasına rağmen, mahkemece hem ıslahtan önce hem ıslahtan sonraki talepler karşılanacak şekilde karar verilmesinin doğru olmadığı, yargılama sürecinin başından beri davacı tarafın, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin varlığını ileri sürdüğü, ıslah yoluyla değiştirdiğini beyan ettiği talebinde de dolaylı olarak kooperatif üyeliğine dayandığı, ayrıca davalı vekilinin de '' davacı müvekkilim kooperatifin üyesi değildir, davacının bu davaya konu olmayan başka bir üyeliği vardır...' şeklinde beyanı bulunduğu, bu durumda tarafların açık ve tereddüte mahal vermeyen yazılı beyanları alınmak suretiyle, uyuşmazlığın aydınlatılması ve davacı tarafın neticei talebinin net olarak belirlenmesi ve sonucu karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda; davacı ile davalı kooperatif arasında arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlendiği, kooperatif bünyesinde toplam 167 kişiye 181 adet meskenden kur'a çektirildiği, listede ilk 63 kişi için üye numarası bulunmadığı, davacının da bu grup içinde yer aldığı, davacıya F 1 Blok A Giriş 5. Kat 10 no'lu meskenin isabet ettiği, kur'a zaptında açıkça, kur'aya katılanların 104 tanesinin üye, 63 tanesinin ise arsa sahibi olarak kur'aya katıldıklarının belirtildiği, üye olarak kur'aya katılanların üye numaralarının kur'a zaptında açıkça yazılı olduğu, davacının haklarını üçüncü kişi olan ...'e devrettiğine dair bir delil bulunmadığı, davalı kooperatifin beyanının da bu yönde olduğu, o dönem yönetim kurulu başkanının tanık olarak dinlendiği, davacının hem aidat karşılığı hem de arsa karşılığı üyeliğinin bulunduğu, aidat karşılığı üyeliğini başka birine devrettiğini hatırladığını ancak arsa karşılığı üyeliğini devredip devretmediğini hatırlayamadığını belirttiği, dava dışı ...'e dava ihbar edildiği halde beyanda bulunmadığı, kooperatif yönetim kurulunun 07.10.2004 tarihli 264 sıra nolu kararı ile davacı ...'e arsa karşılığı verilecek daire ile ilgili hak sahipliğinin ve üyeliğin, ...' e devredilmesine dair kararının Kooperatifler Yasası'na, anasözleşme hükümlerine aykırı olduğu gerekçesiyle, kararın geçerli olmadığının tespiti ile iptaline karar verilmiştir.
Karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1- Dava, ıslah yoluyla, üyelik devir işleminin iptali istemine ilişkindir. Dosya kapsamında bulunan delillerden, kooperatif yönetim kurulunun 07.10.2004 tarihli kararı ile davacı ... üyeliğinin dava dışı ...'e devredildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, mahkemece tesis edilen hüküm sonucundan ...'in hakları da etkileneceğinden, bu kişi hakkında aynı nedenlere dayalı olarak dava açılması konusunda davacı tarafa süre verilerek, dava açılması halinde iş bu dosya ile birleştirilmesi sağlandıktan sonra tarafların delilleri ve beyanları değerlendirilerek hüküm tesis edilmesi gerektiğinin düşünülmemesi doğru olmamıştır.
2- Bozma nedenine göre, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir...”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, üyeliğin devrine yönelik kooperatif yönetim kurulu kararının iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin maliki olduğu taşınmaz üzerine bina yapılması amacıyla taraflar arasında imzalanan arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinde müvekkiline bir daire verilmesinin kararlaştırıldığını, bu bağlamda davacının kooperatife üye kayıt edildiğini ve sonrasında noter huzurunda yapılan kurada davacıya F1 Blok A Girişi 5. Kat 10 no’lu dairenin isabet ettiğini ve müvekkilinin o tarihten bu yana bağımsız bölümü kullandığını, davalı kooperatifin, davacının baldızı olan ...'i 07.10.2001 tarih ve 264 sayılı yönetim kurulu kararıyla davacı yerine üyeliğe kabul ettiğini, oysa ki müvekkili ile dava dışı ... arasında bu kişiye üyelik hakkı kazandıracak bir devir işleminin yapılmadığını, üyelik hakkının ...’e devrine dair tüm işlemlerin geçersiz olduğu ileri sürerek müvekkilinin kooperatif üyesi olduğunun tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili davacının kooperatife kayıtlı üye olmadığını, arsa payı karşılığında daire alma hakkıyla arsa sahibi sıfatıyla kaydedildiğini, bu nedenle davanın Tüketici Mahkemesinde görülmesi gerektiğini, ... isimli şahsın kooperatif üyelik kaydının 2004 yılında yapılması ve tapu devrinin üzerinden de bir yıllık süre geçmesi nedeniyle davacının taleplerinin zamanaşımına uğradığını, kaldı ki dava konusu bağımsız bölüm ... adına kayıtlı olduğundan hukuki ihtilafın davacı ... ile ... arasında olduğunu ve kooperatife husumet yöneltilemeyeceğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece davacının kooperatif ortaklığını devretmesi nedeniyle ortaklıktan çıktığı, sonrasında ise kooperatif ortağı olarak kabul edildiğine dair yönetim kurulunca alınmış bir kararın bulunmadığı gerekçesiyle davacının davalı kooperatifin üyesi olduğunun tespitine ilişkin istemin reddine; ıslah dilekçesi ile davalı kooperatiften arsa karşılığı bağımsız bölüm alım hakkı olduğunun, bu hakkının devredilmediğinin ve kooperatifin teslim ettiği bağımsız bölümün tapusunun da davacıya verilmesi gerektiğinin tespitine ilişkin talebi yönünden ise eda davası açılmasının mümkün olduğu hâllerde tespit davası açılmasında davacının hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece verilen birinci bozma kararında, tarafların açık ve tereddüte mahal vermeyen yazılı beyanları alınmak suretiyle, uyuşmazlığın aydınlatılması ve davacı tarafın neticei talebinin net olarak belirlenmesinden sonra oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, hem ıslahtan önce hem ıslahtan sonraki talepler karşılanacak şekilde karar verilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda; davacıya arsa payı karşılığı verilen üyelik hakkının, davacı tarafından dava dışı ...'e devredildiğine dair bir sözleşme ya da belgenin davalı kooperatifçe muhafaza edilmesi gerektiği, kooperatif yönetim kurulunca dayanak olmaksızın 07.10.2004 gün ve 664 sıra sayılı kararın alınamayacağı, devir sözleşmesinin bulunduğunun yazılı delil ve belgelerle ispat yükünün davalıya ait olduğu hâlde verilen kesin sürede kooperatifçe bir sözleşme veya belgenin sunulmadığı, dava kendisine ihbar olunan ... tarafından da bu konuda herhangi bir beyan ve belgenin sunulmadığı, sonuç olarak hak sahipliğinin devrine ilişkin kararın dayanağının yazılı, kesin ve yeterli delillerle kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın kabulü ile 07.10.2004 gün ve 264 sayılı kooperatif yönetim kurulu kararının iptaline karar verilmiştir.
Karar davalı kooperatif vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuştur.
Mahkemece ...’e davanın ihbar olunduğu, usulüne uygun tebligata rağmen sözlü ya da yazılı bir beyanda bulunmadığı, davanın ise davalı kooperatif yönetim kurulu kararının iptaline ilişkin olduğu, böyle olunca davalı ile dava dışı ... arasında zorunlu dava arkadaşlığının bulunmadığı, bu nedenle davacının dava dışı üçüncü kişi hakkında dava açmaya zorlanamayacağı gerekçesi ile önceki hükümde direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, ihbar olunan sıfatıyla davadan haberdar olan ... hakkında aynı nedenlere dayalı olarak dava açılması ve eldeki dava ile birleştirilmesinin gerekli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Dava iki taraf esası üzerine kurulduğundan davada, davacı ve davalı olarak mutlaka iki taraf vardır. Olayın özelliği gereği bazen davacı tarafta ve/veya davalı tarafta birden çok kişi yer alabilmektedir. Davada davacı ve/veya davalı tarafta birden çok kişinin bulunduğu hâllerde, birden fazla kişiden oluşan tarafta yer alan kişiler arasındaki ilişki “dava arkadaşlığı” (subjektif dava birleşmesi; tarafların taaddüdü) olarak adlandırılır (Alangoya, H.Y.: Medeni Usul Hukuku Esasları, İstanbul 2001, s. 131.). Bir davanın birden fazla kişi tarafından veya birden fazla kişi aleyhine açılabilmesi için, aynı tarafta yer alanlar arasında hukuksal bir bağlantının bulunması gerekir. Hukukumuzda bu bağlantı karşılığını dava arkadaşlığı kurumunda bulmaktadır.
Dava arkadaşlığı ortaya çıkış şekillerine göre farklı ayrımlara tabi tutulabilirse de 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’ndaki (HMK) düzenlemede dava arkadaşlığı mecburi (HMK m. 59) ve ihtiyari dava arkadaşlığı (HMK m. 57 vd.) olmak üzere iki başlık altında hüküm altına alınmıştır
Hemen burada söz konusu kavramların açıklanmasında yarar vardır.
Dava konusu olan hak, birden fazla kişi arasında ortak olup da, bu hukuki ilişki hakkında mahkemece bütün ilgililer için aynı şekilde ve tek bir karar verilmesi gereken hâllerde dava arkadaşlığının maddi bakımdan mecburi olduğunun kabulü gerekir. Diğer bir ifadeyle, bir hakkın birden fazla kişi tarafından birlikte veya birden fazla kişiye karşı kullanılmasının zorunlu olduğu hâllerde, birden fazla kişi zorunlu dava arkadaşıdır. Uygulamada ve doktrinde maddi hukuk sebeplerinden kaynaklanan dava arkadaşlığına “maddi bakımdan zorunlu dava arkadaşı”, usul hukukuna ilişkin sebeplerden kaynaklanan dava arkadaşlığına “şekli bakımdan dava arkadaşlığı” denilmektedir.
Dava arkadaşlığının hangi hâllerde mecburi olduğu genellikle maddi hukuka göre belirlenir. Dava konusu olan hukuki ilişki (hak veya borç) birden fazla kişi arasında ortak (iştirak hâlinde) olup da bu hukuki ilişki hakkında mahkemece bütün ilgililer (o kişiler) için aynı şekilde ve tek bir karar (hüküm) verilmesi gereken hallerde, dava arkadaşlığı maddi bakımdan mecburidir (HMK m. 59). Burada dava arkadaşları arasındaki hukuki ilişki çok sıkıdır; dava arkadaşları davada aynı şekilde ve hep birlikte hareket edebilirler. Yani, dava konusu hukuki ilişki (hak veya borç) üzerinde dava arkadaşlarının birbirlerinden farklı biçimde hareket etmelerine imkân olmadığı gibi mahkeme de dava arkadaşlarından biri veya bazısı hakkında diğerlerinden farklı bir karar veremez (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, C. III, s.3286-3287). Zira zorunlu dava arkadaşlığında dava konusu olan hak tektir ve dava arkadaşı sayısı kadar müddeabih bulunmamaktadır.
Bazı durumlarda ise, birden fazla kişiye karşı birlikte dava açılmasında maddi bir zorunluluk olmadığı hâlde kanun; gerçeğin daha iyi ortaya çıkmasını, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin doğru sonuca bağlanmasını sağlamak için birden fazla kişiye karşı dava açılmasını usulen zorunlu kılmıştır ki, bu durumda şekli bakımdan mecburi dava arkadaşlığı söz konusudur ve bu tür dava arkadaşlığı sadece davalı tarafta söz konusu olur. Böyle bir davada, dava arkadaşları hakkında tek bir karar verilmesi veya dava arkadaşlarının hep birlikte ve aynı şekilde hareket etme zorunluluğunun varlığından söz edilemez (HGK, 03.07.2013 gün ve 2012/21-1699 E., 2013/1029 K. sayılı kararı).
Açıklanan bu mecburi dava arkadaşlığı dışındaki tüm dava arkadaşlığı hâlleri ihtiyaridir.
Bütün bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, kooperatif yönetim kurulu kararlarının iptaline ilişkin davaların kooperatif aleyhine açılması zorunludur. Nitekim eldeki dava da kooperatif aleyhine açılmıştır. Ancak istem, dava dışı ...’e üyeliğin devrine dair kararın iptaline ilişkin olduğuna göre mahkemece verilen karardan ...’in haklarının da etkileneceği şüphesizdir.
Bu durum ...’in de davada yer alması ve kendi hakkını koruyacak açıklama ve ispat haklarını kullanmasını zorunlu kılmaktadır. Aksince bir düşünce Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6’ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkına ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun 27’nci maddesinde öngörülen hukuki dinlenilme hakkına aykırılık teşkil eder. Buna göre somut olaya özgü olarak davalı taraf yönünden bir çeşit şekli (usuli) bakımdan mecburi dava arkadaşlığının mevcut olduğu kabul edilmelidir.
Görüldüğü üzere, bu çözüm tarzı hem davacı hem de dava dışı ... yönünden hukuka uygun maddi ve usuli bakımdan her iki tarafın haklarını korumasını sağlayan bir çözümdür.
Mahkemece yukarıda belirtilen maddi ve hukuki olgular dikkate alınarak taraf teşkili sağlanmaksızın esasa ilişkin hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.
O hâlde mahkemece davanın, davalı olarak gösterilmeyen ...’e yöneltilmesi için davacı tarafa süre verilmeli, verilen süre içinde davanın maddi hukuk bakımından bağlantı bulunan bu kişiye yöneltilmesi halinde davaya devam edilmeli, aksi durumda dava sıfat yokluğundan reddolunmalıdır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında hukukumuzda dâhili dava kurumunun bulunmadığı, bu nedenle dava dışı ... hakkında ayrı bir dava açılıp bu dava ile birleştirilmesi gerektiğine dair Özel Daire bozma kararının yerinde olduğu, direnme kararının bu gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş çoğunluk tarafından benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine, aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca tebliğden itibaren on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 28.02.2018 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.