16. Ceza Dairesi 2018/6704 E. , 2019/1377 K.
Mahkemesi :Ceza Dairesi
İlk Derece Mahkemesi : Konya 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 25.10.2017 tarih ve 2017/27 - 2017/72 sayılı kararı
Suç : Silahlı terör örgütüne üye olma
Hüküm : Asıl karar: TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanunun 5/1, TCK’nın 53, 58/9, 63 maddeleri gereğince mahkumiyet hükmüne yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi,
Bölge Adliye Mahkemesince verilen karar temyiz edilmekle incelendi;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
I-Sanık müdafiinin temyiz taleplerine yönelik olarak yapılan incelemede;
CMK'nın 42/1. maddesi uyarınca eski hale getirme isteğini inceleme yetkisi, bu taleple birlikte temyiz itirazları da yapılmış olduğundan Dairemize ait bulunup, sanık müdafiinin eski hale getirme istemiyle birlikte temyiz talebinin reddine dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin 02.07.2018 tarihli ek kararı hukuki değerden yoksun olup sanık müdafiinin eski hale getirme talebi yönünden bu karar kaldırılarak yapılan incelemede;
Sanık müdafiinin, 16.04.2018 tarihinde usulüne uygun olarak çalışanına tebliğ olunan istinaf mahkemesinin asıl kararını yasal süresinden sonra 21.06.2018 tarihli eski hale getirme talepli dilekçesiyle temyiz ettiği anlaşılmakla, incelenen eski hale getirme talebi yerinde görülmediğinden sanık müdafiinin eski hale getirme ve temyiz istemlerinin 5271 sayılı CMK'nın 298. maddesi uyarınca REDDİNE,
II-Sanığın temyiz taleplerine yönelik olarak yapılan incelemede;
Sanığın vekaletnameli müdafiine gönderilerek 16.04.2018 tarihinde usulüne uygun olarak çalışanına tebliğ olunan Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesi asıl kararını 19.06.2018 ve 22.06.2018 tarihli dilekçeleriyle temyiz eden sanığın temyiz isteminin, kendisini müdafii ile temsil ettiren ve müdafiine tebligat yapıldıktan sonra sanığa yapılan tebligatın, müdafiinden ayrı olarak sanığa yeniden temyiz süresi başlamasına hak tanımayacağından 5271 sayılı CMK'nın 298. maddesinde öngörülen süreden sonra olması nedeniyle temyiz talebinin reddine ilişkin 02.07.2018 tarihli ek karar usul ve kanuna uygun bulunduğundan, temyizin reddine ilişkin kararın ONANMASINA, 28.02.2019 tarihinde yürürlüğe giren 20.02.2019 tarih ve 7165 sayılı Kanunun 8. maddesiyle değişik 5271 sayılı kanunun 304. maddesi uyarınca dosyanın Konya 7. Ağır Ceza Mahkemesine, kararın bir örneğinin Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE , 28.02.2019 tarihinde red kararı açısından oybirliğiyle, onama kararı açısından ise üyeler ... ve ...’un karşı oyu ve oy çokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY :
Sayın çoğunluk ile aramızdaki uyuşmazlığın temeli müdafiisi bulunan sanık hakkında gıyapta verilen Bölge Adliye Mahkemesi kararının sanığa tebliğinin gerekip gerekmediği hususu ile eğer tebliğ edilecekse temyiz süresinin ne zaman başlayacağı, temyiz süresinin başlangıcının müdafiiye yapılan tebligat tarihinden mi yoksa sanığa yapılan tebligat tarihinden itibaren mi başlayacağı veya her biri için kendisine yapılan tebligattan itibaren mi başlayacağı hususudur.
Uygulamada Yargıtay İ.B.B.G.K.'nın 10.07.1940 tarih ve 07/75 nolu kararları ile Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 16.09.1985 tarih ve 178/361 nolu yine 26.05.1986 tarih 561/295 nolu kararlarına göre; müdafisi bulunan sanıklar yönünden tebligatın sanığın müdafisine yapılacağı bu hususun müdafiinin görevi içinde bulunduğu dolayısıyla yoklukta tefhim olan kararın vekile tebliğ edilmesi gerektiği ayrıca sanığa yapılan tebligatın hukuksal geçerliliğinin bulunmadığı karar altına alınmıştır.
Özellikle yukarıda zikredilen Ceza Genel Kurulu kararları dayanak olarak 1940 tarihli İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun kararını ve Tebligat Kanunun 11. maddesini göstermişlerdir.
Hal böyle olunca özellikle tebligat kanunu 11. maddesinin yeniden gözden geçirilmesinde fayda bulunmaktadır. Bu gözden geçirme yapılırken özellikle yukarıda zikredilen içtihadı birleştirme kararından sonra Tebligat Kanunun 11. maddesinde 06.06.1985 tarihinde 3220 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğin dikkate alınması gerekmektedir.
Tebligat Kanunun 11. maddesine göre; 'Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır, vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak Ceza Muhakemeleri Usulu Kanunun kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.' düzenlemesi yer almaktadır.
Günümüze kadar gelen yerleşik uygulamanın temelini oluşturan bu maddeye göre vekil ile takip edilen işlerde tebligat vekile yapılacaktır. Ancak 06.06.1985 tarih ve 3220 sayılı Kanun ile değişik son düzenlemesine göre ceza yargılamasında kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümler saklı tutulmuştur. Buradan çıkacak sonuç müdafi ile takip edilen bir davada tebligatın sanıklara yapılmasına ilişkin ayrıksı bir düzenleme söz konusudur. Bu durumda halen yürürlükte bulunan 5271 sayılı CMK'nın kararların sanıklara tebliğine ilişkin hükümlere gözatmak gerekecektir.
Ancak bu hükümlere geçmezden evvel tebligat Kanunun 11. maddesinde 3220 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğin madde gerekçesine bakmak yerinde ve faydalı olacaktır.
3220 sayılı Kanunun 5. maddesi ile değişik Tebligat Kanunun 11. maddesindeki yapılan değişikliğin gerekçesi şu şekildedir. 'Diğer taraftan Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun 'kararların tefhim ve tebliğ' başlığını taşıyan 33. maddesinde ilgililerin yüzüne karşı verilen kararların tefhim olunacağı ve diğer kararların tebliğ edileceği esası kabul edilmiştir. Görülüyor ki her hükmün ilgiliye bildirilmesi CMUK 'nın ana ilkelerinden birisini oluşturmaktadır. Kanun koyucu bu konuda çok hassas davranmış, ilgililerin kanuni haklarını kullanabilmeleri için sanıkların karar ve hükümlerden haberdar edilmelerini öngörmüştür. Hal böyleyken Hukuk Usulu Muhakemeleri Kanunun eski 124 maddesinin mukabili olan tebligat kanununun 11 maddesinde geçen vekil kavramı çoğu zaman müdafi kavramı ile aynı mahiyette telakki edilmekte, bu nedenle ceza yargılamasında tebligat bakımından birbirinden farklı uygulamalara ve hatalı sonuçlar doğmasına sebep olmaktadır. Bilindiği gibi hukuk yargılamasındaki vekil ile ceza yargılamasındaki müdafi kavramları birbirinden farklıdır. Vekil, müvekkilden ayrı ve bağımsız bir statüye sahip değildir, bağımlıdır. Temsil ettiği kişinin talimatı ile hareket eder ve onun yokluğunda onun yerine geçer, müdafii ise, yalnızca ceza davasında söz konusudur. YCGK'nın 25.12.1978 gün ve 427507 sayılı kararında da belirtildiği üzere; duruşma vekil için değil sanık için yapılmaktadır, akıbeti de sanığın özgürlüğü veya mali durumu ile kısacası şahsı ile ilgili bulunmaktadır. Bu itibarla ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemek, müdafine yapılan tebliğ geçerli saymak adalet ilkeleri ile bağdaştırılamayacak durumdur. İşte yukarıda belirtilen görüşlerin ışığı altında uygulamaya açıklık getirmek için 11 maddenin 1. fıkrası yeniden düzenlenmiştir.'
Görüldüğü üzere Tebligat Kanunun 11 maddesinde yapılan değişiklik münhasıran kararların sanıklara tebliğ edilmesini sağlamak amacıyla yapılmış olup, bu husus gerekçede açıkça yer almıştır. Dolayısıyla bu madde gerekçe gösterilerek müdafiye yapılan tebligatın yeterli olduğunu kabul etmek hukuken mümkün değildir. Zira ceza muhakemesinde hukuk muhakemesinden farklı olarak müdafi sanığın temsilcisi değildir, onun yerine geçemez. Gerek müdafi gerekse sanık birbirlerinden ayrı sujeler olduğundan kararların hem sanıklara hem de müdafilerine tebliği gereklidir.
5271 sayılı CMK'da kararların sanıklara tebliğine ve kararlara karşı kanun yoluna başvurmaya ilişkin hükümler şu şekilde düzenlenmiştir.
CMK 35/2 'koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hakim veya mahkeme kararları hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.' CMK 35/3 'ilgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar kendisine okunup anlatılır.' şeklindedir.
Ceza yargılamasının asıl sujesi, tarafı sanık olduğuna göre buradaki 'ilgili' 'den kastedilenin sanık veya katılan olduğu kuşkusuzdur. Kanun bu maddesi ile aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek bir kararın yoklukta verilmesi durumunda ilgilisine tebliğ edilmesini zorunlu kılmıştır.
CMK 260/1 'hakim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar... için kanun yolları açıktır.' ,
CMK 261 ' avukat müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişilerin açık arzusuna aykırı olmamak koşuluyla kanun yollarına başvurabilir.' hükümlerine yer vermiştir.
Bu iki maddenin düzenlemesi beraber değerlendirildiğinde kanun yoluna başvurma hakkı aslen sanığa tanınmış bir haktır. Avukat ise sanığın açık arzusuna aykırı olmamak koşuluyla kanun yoluna başvurabilecektir. Hal böyle olunca asıl hak sahibine kararın tebliğ edilmesine gerek olmadığını düşünmek bu hukuki düzenlemelerle bağdaşmayacaktır.
Yine CMK 263 maddesinde tutuklu bulunan sanığın ne şekilde kanun yollarına başvurabileceği ayrıntılı bir biçimde hüküm altına alınmıştır. Özellikle tutuklu sanıklara kararların tebliği hususu ile bu sanıkların kanun yollarına başvuru usulleri CMK'da ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş, kanun koyucu bu hususlara azami bir ehemmiyet atfedmiştir.
CMK 291 maddesinde ise temyiz isteminin süresi ve usulu düzenlenmiş bu maddede de tutuklu bulunan sanık hakkında CMK'nın 263 maddesi hükmünün saklı olduğu belirtilmiştir.
CMK 291/2 maddesinde ise 'Hüküm, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa süre tebliğ tarihinden başlar' hükmüne yer verilmiştir.
Bu iki fıkra beraber değerlendirildiğinde tutuklu bulunan sanığa gıyapta verilen hükümlerin ne şekilde tebliğ edileceği CMK 263 maddesine atıf yapılarak düzenlenmiş temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda verilen kararlara karşı temyiz süresinin tebliğ tarihinden itibaren başlayacağı belirlenmiştir. Hükmü temyiz etme yetkisi olanlar arasında sanık da bir suje olarak sayılmış olduğuna göre tutuklu sanığa hükmün tebliğinin gerekmediği veya tebliğ gerekse bile bu tebliğ tarihine göre temyiz süresinin başlamayacağını savunmak kanunun emredici hükümlerine aykırılık oluşturacaktır.
Diğer taraftan CMK 295/2 maddesi 'temyiz sanık tarafından yapılmış ise ek dilekçe kendisi veya müdafii tarafından imza edilerek verilir.' hükmünü getirmiştir. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere yasamız müdafii bulunsa bile sanığın da temyize hakkı olduğunu, bu hakkın müdafiinden ayrı ve bağımsız olduğunu, kendi başına sanığın bu hakkı kullanabileceğini kabul etmiştir. Bu itibarla bu hakkını kullanabilmesi için sanığa yokluğunda verilen kararın tebliğ edilmesi ve bu tebliğ tarihine göre temyiz süresinin başlatılması bir zorunluluktur.
Özellikle ceza yargılaması sistemimize istinaf kanun yolunun girmesi ile birlikte bu husus daha da önemli hale gelmiştir. Zira istinaf kanun yolunda bölge adliye mahkemelerince çoğunlukla duruşma açılmaksızın dosya üzerinden karar verilmekte ve verilen kararların tebliğ edilmesiyle temyiz süreci başlamaktadır. Cezaevinde tutuklu bulunan sanıklar yönünden gıyapta verilen istinaf kararlarının öğrenilme imkanı bulunmamaktadır. Bu itibarla sadece sanık müdafiine tebligat yapılmasını yeterli görmek ve bu tebligat tarihine göre temyiz süresini başlatmak ve sürenin ilgili müdafii tarafından kaçırılması durumunda temyiz isteminin reddine karar vermek yasamızın açık hükümlerine aykırı olduğu gibi hakkaniyet kurallarına da açıkça aykırılık taşımakta ve uygulamada çok ciddi hak kayıplarına yol açmaktadır.
Yukarıda değinilen kanun maddeleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde müdafisi olup olmadığına bakılmaksızın aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek kararların sanıklara tebliğ edilmesi zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Yine yasanın mantığına göre kanun yollarına başvurma hususunda asıl yetki sanığa aittir. Müdafi sanığın açık arzusuna aykırı olmamak şartıyla kanun yollarına başvurabilecektir. Sanığın gerek kanun yollarına başvuru hakkını kullanması gerekse müdafisine kanun yoluna gidip gitmeyeceği hususunda arzusunu iletmesi için hakkındaki kararın ne olduğunu bilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Özellikle tutuklu sanıklar söz konusu olduğunda yasamızın daha ayrıntılı hükümler koyduğu tutuklu sanıklara kararların tebliğine ilişkin emredici hükümler koyduğu anlaşılmaktadır. Tutuklu sanıkların haklarındaki kararlara ulaşım imkanlarının kısıtlılığı nazara alındığında haklarındaki kararların bu kişilere tebliğ daha da önem kazandığından kanun koyucunun bu konudaki hassasiyeti yerinde ve doğru bir yaklaşımdır.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle; özellikle Tebligat Kanununun 11 maddesinin 3320 sayılı Kanun ile değişik düzenlemesi, değişikliğin yasal gerekçesi beraber değerlendirildiğinde kanun koyucunun müdafi ile temsil edilse bile kararların sanıklara tebliğini gerçekleştirme adına bu değişikliği yaptığı açık ve nettir. Aynı şekilde 5271 sayılı CMK'da kararların sanıklara ve özellikle de tutuklu sanıklara tebliğine ilişkin emredici hükümler nazara alındığında aksi yöndeki bir kabul yasalarımızın açık hükümlerine aykırı sonuç doğurmaktadır. Özellikle yukarıda anılan İçtihadları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun kararından sonra Tebligat Kanununda değişikliğe gidilmiş olması ile 5271 sayılı CMK'nın anılan hükümleri beraber değerlendirildiğinde kararların sanıklara ve özellikle tutuklu sanıklara müdafisi bulunup bulunmadığına bakılmaksızın tebliğinin gerektiği, bu tebliğden itibarende kanun yoluna başvuru süresinin başladığının kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Aslen CMK sisteminde yargılamanın asıl sujesi olan sanığa tanınan kanun yoluna başvuru hakkının CMK'ya göre sadece tebligatı düzenleyen - ki bu konuda dahi ilgili madde CMK'ya atıf yapmıştır- Tebligat Kanununun ilgili maddesine göre kanun yoluna başvuru süresini başlatmak yasal mevzuata uygun bir durum olmayacaktır. Yine müdafiinin kanun yoluna başvuru süresini kaçırması durumunda müdafiye uygulanacak cezai veya idari yaptırım sanığın temyiz hakkını geri vermeyecek ve bu anlamda hak kaybını da önlemeyecektir. Bu itibarla; özellikle Tebligat Kanununun 11 maddesinde yapılan değişiklik, değişikliğin gerekçesi nazara alınarak aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek mahkeme kararlarının sanıklara tebliği ve bu tebliğden itibaren yasa yollarına başvuru süresinin başlatılması bir zorunluluktur.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; gıyapta verilen istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi hükmünün sanık müdafiine 16.04.2018 tarihinde tebliğ edildiği, sanık müdafiinin 21.06.2018 tarihli ve eski hale getirme talepli dilekçesi ile hükmü temyiz ettiği sanık müdafiinin eski hale getirme talebinin yerinde olmadığı ve sanık müdafiinin temyiz talebinin reddine karar verilmesinin gerektiği, bu yönüyle dairemizde oluşmuş bir uyuşmazlık bulunmadığı;
Ancak istinaf kararının cezaevinde tutuklu olarak bulunan sanığa tebliğ edilmediği, sanığın istinaf kararının kesinleşmesi ve cezaevine infaz amacıyla gönderilmesi aşamasında karardan haberdar olduğu bunun üzerine 19.06.2018 ve 22.06.2018 tarihli temyiz dilekçeleri ile kararı temyiz ettiği, sanığa herhangi bir tebligat yapılmamış olması karşısında ilk temyiz dilekçesi verdiği tarihin öğrenme tarihi olarak kabulünün gerektiği bu itibarla sanığın temyiz isteminin incelenmesinin gerekli olduğu Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin temyiz isteminin reddine ilişkin 02.07.2018 tarihli ek kararının kaldırılarak sanığın temyizinin incelenmesine karar verilmesinin gerektiği görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun aksi yöndeki uygulamasına iştirak etmiyoruz. 28.02.2019