Ceza Genel Kurulu 2013/238 E. , 2013/271 K.
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Günü : 29.12.2011
Sayısı :104-402
“1- Sanıklar ... ve ... hakkında mağdur ...'i kasten yaralama suçlarından verilen doğrudan adli para cezalarına ilişkin hükümler, 14.04.2011 tarih ve 6217 sayılı Kanunla değişik 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi yollamasıyla CMUK'nun 317. maddesi uyarınca hüküm tarihi itibariyle kesin nitelikte bulunduğundan, sanıklar ... ve ... müdafiinin bu suçlara yönelen temyiz istemlerinin reddine;
2- Sanık ...'in, mağdurlar ... ile Şükrü'yü kasten öldürmeye teşebbüs ve sanık ...'in müşteki ...’u kasten yaralama suçlarından kurulan mahkumiyet hükümlerinin yapılan temyiz incelemesinde;
Mağdur ...’un, 02.07.2009 tarihinde talimat yoluyla Muş Ağır Ceza Mahkemesinde alınan ifadesinde, sanıklar ... ve ...'den şikayetçi olduğunu bildirmesi karşısında, davaya katılmak isteyip istemediği sorularak sonucuna göre katılma konusunda karar verilmesi gerektiği gözetilmeyerek CMK'nun 238/2. maddesine aykırı davranılması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 10.01.2013 gün ve 135521 sayı ile;
“...Ceza Muhakemesi Kanununun 234. maddesi mağdur ile şikâyetçinin haklarını sayarken, kamu davasına katılma ve davaya katılma şartıyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yoluna başvurma haklarını belirtmiş, bu hakların mağdur ve şikâyetçiye anlatılarak tutanağa geçirilmesi gerektiğini de işaret etmiştir.
Yine Ceza Muhakemesi Kanununun 237. maddesi, kamu davasına katılmayı 'Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikayetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler. Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır' hükmü ile aynı Yasanın 238. maddesi ise katılma usulünü 'Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun tutanağa geçirilmesi suretiyle olur…' şeklinde hüküm altına almıştır.
CMK'nun 260. maddesi kanun yoluna başvurma hakkına sahip kimseleri Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve katılan sıfatı almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatı alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar olarak saymıştır.
Somut olayda; 'Suçtan zarar gördüğünü iddia eden şikayetçi ..., gerek soruşturma aşamasında ve gerekse 02.07.2009 tarihinde talimat yoluyla Muş Ağır Ceza Mahkemesinde alınan ifadesinde, sanıklar ... ve ...'den şikayetçi olduğunu belirtmiştir. Ancak mahkemece davaya katılmak isteyip istemediği sorulmadan dosya sonuçlandırılmıştır.
Öldürmeye teşebbüs ve yaralama suçlarından şikayetçi olan, dolayısıyla suçtan doğrudan doğruya zarar gören şikayetçinin, yargılama sırasında, davaya katılmak isteyip istemediğinin sorulmadığı ve katılma isteği hakkında herhangi bir karar verilmediği anlaşılmaktadır.
Bu durumda şikayetçinin CMK’nın 260. maddesi uyarınca, katılma iradesini içeren isteği karara bağlanmamış olmasına rağmen hükmü temyize hakkı bulunmaktadır. Nitekim Özel Dairece de bu husus vurgulanmaktadır.
Ceza Muhakemesi Kanununun 237. maddesinin ikinci cümlesi, ‘Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır’ hükmü incelendiğinde, şikayetçi vekilinin kararının hukuka uygun olmadığına, bozulması gerektiğine ilişkin temyiz isteminin ve mahkemenin sanık ... yönünden verilen cezanın az ve haksız tahrik hükümlerinin uygulanmaması gerektiğine yönelik esasa dair bu bozma talebinin usulüne uygun olarak sorulup karara bağlanmayan katılma isteği hususunda da Yüksek Yargıtay tarafından bir karar verilmesi talebini de içerdiği seklinde anlaşılmalıdır. Fıkra hükmünü, şikayetçi vekilinin katılma isteği ile ilgili açıklayıcı bir beyanının bulunması seklinde anlamak, yasanın lafzına sıkı sıkıya bağlı kalmak olacaktır ki, bu hususun doğru bir yaklaşım olmayacağı anlaşılmaktadır.
Diğer yandan hükmün esasına girilmeden bozulması, Anayasanın 141/4. maddesinde yazılı ‘Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir’ hükmüne de uygun bir sonuç doğurmadığı açıktır. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 19.06.2012 gün 638-238 sayı ile yine 19.06.2012 gün 359-239 sayılı kararları da aynı aynı mahiyetedir.
Yukarıdaki açıklamalar nazara alındığında mağdur/sanık ... vekilinin dilekçesinin diğer sanıklar hakkında verilen kararın bozulması ile birlikte sanık hakkında şikayetçi olmakla katılma isteği hususunda da talepte bulunmuş olduğu anlaşıldığından, Yüksek Yargıtay tarafından CMK'nun 237/2. maddesi uyarınca bir karar verilmesi talebini içerdiği görülmektedir” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 12.02.2013 gün ve 157-895 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Soruşturma ve kovuşturma aşamasında sanıklardan şikayetçi olduğunu belirten müşteki sanık vekili tarafından temyiz edilen dosyada, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; müşteki vekilinin temyizi üzerine inceleme yapan Özel Dairece, müştekiye davaya katılmak isteyip istemediğinin sorulmaması suretiyle 5271 sayılı CMK’nun 238/2. maddesine aykırı davranılması gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmesinin isabetli olup olmadığı ve bu bağlamda Özel Dairece temyiz aşamasında katılma konusunda bir karar verilmesinin mümkün olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Olay günü, katılan sanık ..., sanık ..., tanıklar ..., ... ve ...'den oluşan grubun saat 00.30 sıralarında birlikte alkol aldıkları gece kulübünden ayrılarak evlerine gitmek üzere yola çıktıkları, sanıklar ..., ... ve ...’ten oluşan diğer grubunda başka bir kulüpten alkollü şekilde evlerine gitmek üzere yola çıktıkları, birbirini tanımayan iki grubun sokak üzerinde karşılaştığı, sanık ...'in, karşı grubun kendi aralarındaki bağırma ve küfürleşmelerinden rahatsız olup, bu rahatsızlığı ifade etmesi üzerine iki grup arasında tartışma çıktığı, her iki grubun alkollü olması nedeniyle tartışmanın kısa sürede kavgaya dönüştüğü, kavga sırasında katılan sanık ...'in elindeki bıçakla katılan sanık ...'ı 10, müşteki sanık ...'u ise 3 kez bıçaklamak suretiyle hayati tehlike oluşturacak şekilde yaraladığı, kavgada müşteki sanık ..., katılan sanık ... ve sanık ...'in de, katılan sanık ...'i yumrukla darp ettikleri iddiasıyla kamu davası açıldığı,
Müşteki sanık ..., soruşturma aşamasında şikayetçi şüpheli sıfatıyla alınan 02.02.2009 tarihli beyanında; “beni bıçakla yaralayan ... ile yumrukla darp eden ...’den şikayetçiyim”,
Yargılama aşamasında talimatla Muş Ağır Ceza Mahkemesinde sanık sıfatıyla alınan savunmasında ise “karşı taraftan şikayetçiyim” şeklinde beyanda bulunduğu,
Düzenlenen iddianamede ...'un şikayetçi sanık olarak gösterildiği,
Yargılama aşamasında müşteki sanık ...'un bazı celselere katıldığı, bu aşamalarda yerel mahkemece kendisine CMK’nun 234. maddesindeki hakların hatırlatılmadığı gibi davaya katılmak isteyip istemediğinin de sorulmadığı,
Yargılama da müşteki sanık ... vekili olarak Av. ...'in görev yaptığı, Av. ...'in aynı zamanda katılan sanık ...'ın da vekili olduğu, dosyaya katılan sanıklar vekili olarak dilekçeler sunduğu,
Hükmün tefhim edilmesinden sonra müşteki sanık ... vekilinin vermiş olduğu süre tutum dilekçesinde; sanık ... hakkında alt sınırdan ceza tayin edilmesi ve tahrik hükümlerinin uygulanması ile sanık ...'e ceza verilmesine rağmen katılan vekili sıfatıyla lehlerine vekalet ücretine hükmedilmemesi isabetsizliklerinden hükmün bozulmasını talep ettiği,
Anlaşılmaktadır.
5271 sayılı CMK’nun “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi;
“1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.
2) Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır”,
“Katılma usulü” başlıklı 238. maddesi ise;
“1) Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma tutanağına geçirilmesi suretiyle olur.
2) Duruşma sırasında şikâyeti belirten ifade üzerine, suçtan zarar görenden davaya katılmak isteyip istemediği sorulur.
3) Cumhuriyet savcısının, sanık ve varsa müdafiinin dinlenmesinden sonra davaya katılma isteminin uygun olup olmadığına karar verilir.
4) Sulh ceza mahkemesinde açılmış olan davalarda katılma hususunda Cumhuriyet savcısının görüşü alınmaz” şeklinde düzenlenmiştir.
Yukarıda belirtilen düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, ilk derece mahkemelerinde, kovuşturma aşamasında hüküm verilinceye kadar, suçtan zarar gören, mağdur veya malen sorumlu olanların, mahkemesine bir dilekçe vermek veya katılma istemini içeren sözlü başvurularının tutanağa geçirilmesi suretiyle kamu davasına katılabilecekleri hüküm altına alınmıştır.
Kanun yolu yargılamasında katılma isteminde bulunulmasının mümkün olmadığı kural olarak benimsenmiş olmakla birlikte, 5271 sayılı CMK’nun 260. maddesinde, katılma isteği reddedilmiş veya karara bağlanmamış olanların kanun yollarına başvuru hakkı bulunduğu belirtilerek, böyle bir başvuru halinde, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmesi halinde inceleme merciince incelenip karara bağlanacağı kabul edilmiştir.
TBMM’ne sunulan tasarıda, ilk derece mahkemesince reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin istinaf yolu başvurusunda açıkça belirtilmek koşuluyla karara bağlanacağı belirtilmiş ise de, Tasarının 249. maddesinin 2. fıkrasındaki, “Bölge Adliye Mahkemesi” ve “İstinaf” ibareleri “Kanun yolu” şeklinde değiştirilerek 237. madde bütünlüğü altında kabul edilmiş bulunduğundan, kanun yolu ibaresinin temyiz incelemesini de kapsadığını kabul etmekte zorunluluk bulunmaktadır.
Her ne kadar CMK’nun 238. maddesindeki katılmaya ilişkin merasimin Yargıtayca yerine getirilmesinin imkansızlığı nedeniyle, katılma isteminin Yargıtay tarafından karara bağlanamayacağı ileri sürülebilir ise de, 238. maddesi usulüne uygun bir katılma istemi üzerine ilk derece mahkemesince yapılması gereken işlemleri belirtmekte olup, 237. maddesinin 2. fıkrasındaki istisnai durumu kapsamamaktadır. 237/2. maddesi hükmünün katılma istemleri hakkında özel bir düzenleme getirdiği, usul tasarrufu amacı güttüğü ve 238. maddede öngörülen genel statüye üst derece mahkemelerinde özel bir istisna oluşturduğu nazara alındığında, Yargıtayca katılma istemi konusunda, temyiz incelemesi aşamasında herhangi bir inceleme ve araştırma yapılmadan karar verilmesinin mümkün bulunduğu ahvalde, öncelikle dairesince karar verilmeli, makul sürede yargılanma ilkesi hayata geçirilmeli, araştırma zorunluluğunun doğduğu ahvalde ise bu husus bozma nedeni yapılarak sorun çözümlenmelidir.
Temyiz merciince verilecek katılma isteminin kabulü kararından sonra, katılma istemi reddolunmuş veya karara bağlanmamış olmakla birlikte hükmü temyiz edenlerin, temyiz nedenlerini esas alacak biçimde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ek tebliğname düzenlenmesi gerekeceği ve bu ek tebliğnamenin de 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi uyarınca yürürlüğü devam eden 1412 sayılı CMUK’nun 316/3. maddesince ilgili taraflara tebliğinin zorunlu olduğu hususunda da tereddüt bulunmamaktadır.
Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Soruşturma aşamasında sanıklardan şikayetçi olan müşteki sanık ...'un Muş Ağır Ceza Mahkemesinin 02.07.2009 tarihli talimat duruşmasında da sanıklardan şikayetçi olduğunu beyan etmesinin sanıklar hakkında açılan davaya katılma istemi niteliğinde bulunduğu, müştekiden davaya katılmak isteyip istemediği sorulup, katılma konusunda yerel mahkeme tarafından olumlu ya da olumsuz bir karar verilmediği, müşteki sanık vekilinin temyiz dilekçesinde davaya katılma konusunda açık bir isteği olmamakla birlikte, müşteki sanığın tüm aşamalarda istikrarlı bir şekilde sanıklardan şikayetçi olduğunu beyan etmesi, müşteki sanık vekilinin hükmü sanıklar ... ve ... aleyhine temyiz etmiş olması, kanun yolunda da davayı takip idaresini eylemli olarak ortaya koyduğu ve bu davranışının yerel mahkemece karara bağlanmayan katılma talebinin incelenme merciinde incelenip karara bağlanmasına yönelik bir talebi de içerdiği kabul edilmelidir.
Böyle bir kabul ile yargılamaların gereksiz yere uzamasının, dolayısıyla da davaların zamanaşımına uğramasının önüne geçilebilecektir. Aksi takdirde yerel mahkeme hükmünün, katılma konusunda olumlu olumsuz bir karar verilmediği gerekçesiyle bozulması yargılamanın gereksiz yere uzaması sonucunu doğuracaktır ki, bu durum “davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir” şeklinde düzenlenmiş olan Anayasanın 141/4. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesine aykırılık oluşturacaktır.
Katılma konusunda Yargıtay ilgili dairesince karar verilmesi halinde, katılan sıfatını kazanan kişinin özellikle, iddia ve delillerini bildirme haklarını kullanamayacağı, diğer taraftan katılma konusunda karar verilmeden önce Cumhuriyet savcısı, sanık ve varsa müdafii dinlenilmeden karar verilmek suretiyle 5271 sayılı CMK’nun 238/3. maddesine aykırılık oluşturulacağı ve sanık yönünden savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracağı eleştirisi getirilebilir ise de; Ceza Genel Kurulunun 28.02.2012 gün ve 294–64 sayılı kararında, Cumhuriyet savcısı, sanık ve varsa müdafiinin görüşü sorulmadan katılma kararı verilmesinin nispi nitelikte bir hukuka aykırılık olduğu ve esasa etkili olmadığı sonucuna ulaşılmış olup, savunma hakkının kısıtlandığından da söz edilemeyecektir.
Mahkemenin “maddi gerçeği araştırma ilkesi” ile 5271 sayılı CMK'nun “Mağdur ile şikayetçinin hakları” başlıklı 234. maddesinde mağdur ile şikâyetçinin soruşturma evresinde “delillerin toplanmasını isteme” kovuşturma evresinde ise “tutanak ve belgelerden vekili aracılığı ile örnek alma ve tanıkların davetini isteme” haklarının bulunduğu kabul edilmiş olması karşısında da, ilgili katılan sıfatını kazanmadan dahi bu haklarını kullanabileceğinden, sonuç olarak iddia ve delillerini bildirme hakkının kullanılmaması da söz konusu olmayacaktır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, müşteki sanık ...'un katılma istemi konusunda bir karar verilmesi ve hükmün esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 18.12.2012 gün ve 5067-9606 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, müşteki sanık ...'un katılma istemi konusunda karar verilmesi ve hükmün esasının incelenmesi için Yargıtay 1. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 28.05.2013 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.