Ceza Genel Kurulu 2016/929 E. , 2019/460 K.
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 15. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sanık ...'nın dolandırıcılık suçundan TCK'nın 157/1, 52/2-4 ve 53/1. maddeleri uyarınca 2 yıl 1 ay hapis ve 10.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, taksitlendirmeye ve hak yoksunluğuna ilişkin Elmadağ Asliye Ceza Mahkemesince verilen 12.02.2014 tarihli ve 47-46 sayılı hükmün, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 15. Ceza Dairesince 07.10.2015 tarih ve 5925-29601 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 12.03.2016 tarih ve 46958 sayı ile;
'...Sanık ... aracın pazarlık aşamasında hiçbir zaman bulunmamıştır. Ayrıca 31.07.2012 tarihinde notere aracın devri için gidildiğinde ... yoktur. Bunu bizzat müşteki ve müşteki yakınları da doğrulamaktadır. 31.07.2012 tarihinde noterde sistem arızası bulunmasa idi ...'nın bu olaya hiç dahil olmayacağı aşikârdır. ... olay günü amcası...'nın istemesi üzerine Elmadağ'a Aydın ilinden izinli olarak gelmiş ve Elmadağ ilçesinde müşteki ile birlikte notere girmiş, aracın devrini üzerine almıştır. Paranın alınması ve verilmesi konusunda da hiçbir dahli olmamış, bu işlemleri amcası Metin ile diğer sanık ... takip etmiştir. Ayrıca ... diğer sanık ...'ı da tanımamaktadır. Tüm bu nedenlerle sanık ...'nın müsnet suçu işlediğine dair mahkûmiyetine yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil yoktur. Bu nedenle sanık ... hakkında beraat kararı verilmesi gerekmektedir.' düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 04.05.2016 tarih ve 1246-4377 sayı ile itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık ... hakkında dolandırıcılık suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme, sanık ... hakkında dolandırıcılık suçundan verilen mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı dolandırıcılık suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle, sanık müdafisinin 11.02.2014 havale tarihli dilekçesi ile; başka bir mahkemede duruşmasının olması nedeniyle oturuma katılamayacağına dair bildirdiği mesleki mazeretinin reddine ilişkin Yerel Mahkemece yasal ve yeterli gerekçe gösterilip gösterilmediği ve bu bağlamda sanığın savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık ... hakkında dolandırıcılık suçundan TCK’nın 157/1 ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açıldığı,
Sanık ...’nın müdafisi olduğuna dair Ankara 16. Noterliğinden 09.04.2013 düzenlenme tarihli vekaletnameyi kovuşturma aşamasında 15.05.2013 tarihli oturumda dosyaya sunan Avukat...’ün, 11.02.2014 havale tarihli dilekçeyle, 12.02.2014 tarihinde yapılacak duruşmaya aynı gün Ankara 12. Asliye Ceza Mahkemesinin 2013/453 esas, Ankara 10. Asliye Ceza Mahkemesinin 2013/656 esas ve Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/759 esas sayılı dosyalarının duruşmalarında bulunacağını belirterek mazeretinin kabulü ile duruşmanın başka bir güne bırakılması talebinde bulunduğu, Yerel Mahkemece aynı gün yapılan duruşmada herhangi bir gerekçe gösterilmeden “Sanık vekilinin mazeretinin reddine” şeklinde karar verildikten sonra sanık ve müdafisi Avukat...’ün yokluğunda mahkûmiyet hükmünün kurulduğu,
Sanık müdafisinin 22.07.2011 tarihli temyiz dilekçesinde, mesleki mazeretinin hiçbir gerekçe gösterilmeden Yerel Mahkemece reddedilerek yokluklarında mahkûmiyet hükmü kurulduğunu ve bu şekilde savunma haklarının kısıtlandığını belirttiği,
Anlaşılmaktadır.
Ön sorunun isabetli bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi için öncelikle savunma hakkı üzerinde durulmalıdır.
Oldukça geniş bir kavram olan savunma hakkı, şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar, bir gün şüpheli veya sanık konumuna düşebilecek toplumda yaşayan herhangi bir ferdi, dolayısıyla da toplumu ve yine adaleti sağlama yükümlülüğü bulunan Devleti ilgilendirmektedir. Çünkü ceza yargılamasında savunma, yargılamanın sonucunda verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan, hükmün doğru olmasını sağlar. Bu yönüyle, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gereken savunma hakkı, susma, soru sorma, kendi aleyhine işlemlere katılmama, tercümandan yararlanma, kanıtların toplanmasını isteme, duruşmada hazır bulunma… gibi hakların yanında müdafiden yararlanma hakkını da içerir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 'Temel haklar ve ödevler' bölümünde yer alan 36. maddesinde savunma hakkı; 'Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.' şeklinde düzenlenmiş olup 'Temel hak' niteliğine uygun olarak savunma hakkı verilmemesi veya savunma hakkının sınırlandırılması durumunda verilen karar hukuka aykırı olacaktır. Buna göre, sanığın ceza muhakemesindeki en önemli haklarından birisi, yargı mercilerince her aşamada nazara alınması gereken savunma hakkıdır. Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olan bu hakkın herhangi bir nedenle sınırlandırılması da mümkün değildir. Nitekim 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrası uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 308. maddesinin 8. fıkrasına göre savunma hakkının sınırlandırılması mutlak bozma nedenlerindendir.
Savunma, Anayasamızın 36. maddesiyle anayasal güvence altına alınan meşru bir yol, müdafi de savunmanın meşru bir aracıdır. Dolayısıyla söz konusu hüküm, müdafi aracılığı ile savunulmayı da anayasal güvence altına almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil yargılanma hakkını” düzenleyen 6. maddesinin 3. fıkrasının b ve c bentlerinde de;
“Her sanığın en azından...
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;
c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir avukatın yardımından yararlanmak…” hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Buradan çıkarılması gereken sonuç; savunma hakkının, temel insan hakları arasında yer alan hak arama özgürlüğünün bir gereği olduğu ve avukatın yardımından yararlanma hakkının da, savunma hakkından ayrı düşünülemeyeceği gerçeğidir. Anılan sözleşme hükümlerinde sanığın en azından kendi kendini savunma hakkı bulunduğu belirtilmekle, mahkeme huzurunda doğrudan savunmasını yapabilmesi için duruşmada hazır bulunma hakkının varlığı da zımnen kabul edilmiştir.
Gelinen bu noktada mahkeme kararlarının gerekçeli olması hususuna da değinilmesinde fayda bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 'Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması' başlıklı 141. maddesinin üçüncü fıkrası; 'Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.' şeklinde düzenlenmiştir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 'Kararların gerekçeli olması' başlığını taşıyan 34. maddesinin birinci fıkrasında; 'Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dâhil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230. madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir.',
'Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar' başlıklı 230. maddesinde;
'1) Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:
a) İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler.
b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.
c) Ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi; bu hususta ileri sürülen istemleri de dikkate alarak, Türk Ceza Kanununun 61 ve 62. maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre cezanın belirlenmesi; yine aynı Kanunun 53 ve devamı maddelerine göre, cezaya mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi.
d) Cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adlî para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul veya reddine ait dayanaklar.
2) Beraat hükmünün gerekçesinde, 223. maddenin ikinci fıkrasında belirtilen hâllerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
3) Ceza verilmesine yer olmadığına dair kararın gerekçesinde, 223. maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında belirtilen hâllerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
4) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen hükümlerin dışında başka bir karar veya hükmün verilmesi hâlinde bunun nedenleri gerekçede gösterilir.'
Hükümlerine yer verilmiştir.
Bu bağlamda, Anayasa'nın 141 ile CMK'nın 34 ve 230. maddeleri uyarınca mahkeme kararlarının karşı oy da dâhil olmak üzere gerekçeli olarak yazılması zorunludur.
Mahkemeler, kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir. (AYM, B.N: 2013/7800, 18.6.2014, & 31; AİHM, Hadjianastassıou/Yunanistan Kararı, 16.12.1993, & 33)
Mahkemelerin davanın taraflarınca ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp, iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. (AYM; B.N: 2013/7970, 10.06.2015, & 41) Böylece davanın taraflarının mahkeme kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven duymaları da sağlanacaktır. (AYM; B.N: 2012/1034, 20/3/2014, & 34)
Öte yandan, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 30.04.1973 tarihli ve 114-377 sayılı kararında, soruşturmayı genişletmeye götürecek istekler ve yeni tanıklara ilişkin dilekler konusunda, kabul veya ret niteliğinde açık bir karar verilmesinin zorunlu olduğu, 17.10.2017 tarihli ve 16-420 sayılı kararında ise, sanık müdafisinin sunduğu dilekçe ile dinlenmesini talep ettiği tanıkların çağrılıp çağrılmayacağı hususunda olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerektiği gözetilmeden ve çağrılmasına karar verilen tanığın ise dinlenilmeden ya da usulüne uygun şekilde dinlenmelerinden vazgeçilmesi konusunda bir karar verilmeden hüküm kurulmasının yasaya aykırı olduğu sonuçlarına ulaşılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
Sanık ... müdafisinin 11.02.2014 havale tarihli dilekçeyle, 12.02.2014 tarihinde yapılacak duruşmaya aynı gün Ankara 12. Asliye Ceza Mahkemesi, Ankara 10. Asliye Ceza Mahkemesi ve Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinde duruşmaları olduğundan katılamayacağını beyan ederek mazeretini bildirdiği, Yerel Mahkemece aynı gün yapılan duruşmada herhangi bir gerekçe gösterilmeden “Sanık vekilinin mazeretinin reddine” şeklinde karar verilerek sanık ve müdafisinin yokluğunda mahkûmiyet hükmünün kurulduğu anlaşılmaktadır.
Anayasamızın 141 ve 5271 sayılı CMK’nın 34. maddeleri uyarınca bütün mahkemelerin her türlü kararlarında olduğu gibi, sanık müdafisinin mesleki mazeretinin reddine ilişkin kararın da gerekçeli olması ve gösterilen gerekçenin de dosya içeriğine uygun, kanuni ve yeterli gerekçe içermesi gerektiği, mahkemelerce yasal, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesinin kanun koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi uygulamada da keyfiliğe yol açacağında kuşku bulunmadığı; bu bağlamda sanık müdafisinin duruşma günü başka duruşmalarının da bulunması nedeniyle oturumun başka bir güne ertelenmesi talebine ilişkin Yerel Mahkemece herhangi bir gerekçe gösterilmeden sanık müdafisinin mazeretinin reddine karar verilerek yokluğunda mahkûmiyet hükmü kurulmasının, Anayasa’nın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “adil yargılanma hakkını” düzenleyen 6. maddesinin 3. fıkrasının (b) ve (c) bentlerinde yer alan hükümleri göz önüne alındığında savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olduğu açıktır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile kabulüne, Yerel Mahkeme hükmünün saptanan bu usuli nedenlerden dolayı diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile KABULÜNE,
2- Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 07.10.2015 tarihli ve 5925-29601 sayılı onama kararının sanık ... yönünden KALDIRILMASINA,
3- Elmadağ Asliye Ceza Mahkemesinin 12.02.2014 tarihli ve 47-46 sayılı mahkûmiyet hükmünün, sanık ... müdafisinin mazeretinin reddine ilişkin kararın Anayasa'nın 141 ve 5271 sayılı CMK'nın 34 ve 230. maddelerinde öngörülen şekilde kanuni ve yeterli gerekçeyi içermemesi isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 28.05.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.