Hukuk Genel Kurulu 2019/351 E. , 2019/624 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasında görülen tasarrufun iptali davasından dolayı, bozma kararı üzerine direnme yoluyla Salihli 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 17.09.2015 tarihli ve 2015/419 E., 2015/481 K. sayılı kararın davacı vekilinin temyiz itirazları yönünden bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan 17.01.2019 tarihli ve 2017/17-2051 E., 2019/19 K. sayılı kararın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davalılar vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen karar ve dosyadaki ilgili bütün belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Hukuk Genel Kurulu bozma kararında yer alan açıklamalara göre, 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirisine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin REDDİNE, aynı Kanunun 442/3. ve 4421 sayılı Kanunun 4/b-1 maddeleri gereğince takdiren 370TL para cezasının karar düzeltme isteyenlerden alınarak Hazineye gelir kaydedilmesine; gerekli karar düzeltme harcı peşin alındığından başka harç alınmasına yer olmadığına, 28.05.2019 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Borçlunun mallarının haczedilmesinden önce borçlunun mal ve hakları üzerindeki tasarruf yetkilerinde herhangi bir kısıtlama yoktur. Borçlunun mallarının haczinden veya iflas etmeden önce alacaklılarından mal kaçırmak için yapmış olduğu bağışlamalar ve şüpheli (hileli) tasarrufların iptal ettirilebilmesi için alacaklılara tanınan davaya iptal davası denir. Bu dava İİK’nın 277 ve devamı maddelerinde düzenlemiştir. İİK’nın 277 maddesinde “tasarrufların butlanı” denilmekte ise de burada borçlar hukuku (TBK m.27) anlamında bir butlan yoktur. İptal davasına konu tasarruf başlangıçta geçerlidir ve iptal davası kazanılır ise alacaklı dava konusu malı sanki borçlunun mal varlığında imiş gibi haczettirir, sattırır ve satış bedelinden alacağını alır (İİK m.283,1); geriye para artar ise bu para borçluya değil kendisine karşı iptal davası açılmış olan üçüncü kişiye verilir. Burada tasarrufun maddi hukuk anlamında iptali söz konusu olmayıp mülkiyet borçluya geri dönmez.
İİK 277 ve devamı maddelerine göre açılan iptal davası, dava konusu malın aynına ilişkin bir aynî dava olmayıp, şahsi bir davadır. Yani bu dava ile malın mülkiyetinin davalıdan (üçüncü kişiden) alınarak, borçluya ait olduğuna karar verilmemekte, sadece alacaklı malın bedelinden alacağını (kişisel hakkını) almak yetkisini elde etmektedir (Kuru, Baki: İcra ve İflas Hukuku El Kitabı 2. B. Ankara 2013 s.1397).
İİK 277 ve devamı maddelerine göre açılan davalarda tapu kaydının iptali ile borçlu adına tapuya tesciline karar verilemez.
İİK’nın 277 ve devamı maddelerine dayanılarak açılan tasarrufun iptali davalarının dinlenebilmesi için davacının davalı borçluda gerçek bir alacağının bulunması, borçlu hakkında yapılan icra takibinin kesinleşmiş olması, iptal konusu tasarrufun borcun doğumundan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış bir aciz belgesinin bulunması gerekli olup bu şartların varlığı mahkemece resen değerlendirilir.
TBK’nın 19 ve 27 maddeleri çerçevesinde açılan muvazaa davası ise, iptal davasından farklıdır. Tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu gizleyerek onlardan gizlenerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere muvazaalı işlemler denilir (Oğuzman, K/Seliçi/ Ö/Oktay. S: Eşya Hukuku s.301). Başka bir deyişle muvazaa 07/10/1953 tarih ve 8/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da belirtildiği üzere “açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri halde akitlerin (tarafların) kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri halidir.”
Muvazaalı işlemlerde işlem konusu hak veya mal borçlunun mal varlığı dışına çıkmaz. Bu nedenle muvazaalı işlemlerin iptali için İİK’nın 277 ve sonraki maddelerine göre iptal davası açılması yoluna başvurulmasına gerek yoktur. Muvazaalı işlemler istihkak davasına konu teşkil ederler.
Muvazaalı bir işlem konusu mal borçlunun elinde iken haczedilir ve üçüncü kişi İİK 97 uyarınca istihkak davası açarsa, alacaklı davaya cevap yolu ile muvazaa nedeni ile işlemin geçersiz olduğunu muvazaalı işlem konusu mal veya hakkın borçlunun mülkiyetinde olduğunu iddia ve ispat edebilir.
Şayet muvazaalı bir işlem konusu mal üçüncü kişi elinde haczedilmiş ise alacaklı üçüncü kişiye karşı istihkak davası açarak davalı üçüncü kişinin o malı muvazaalı bir tasarruf sonucunda ele geçirdiğini ve bu nedenle malın borçluya ait olduğunu iddia ve ispat edebilir. Lehine tasarruf yapılan kişinin istihkak davasını kazanmış olması, üçüncü kişi aleyhine İİK 277 ve devamı maddeleri uyarınca iptal davası açılmasına engel değildir. Fakat istihkak davası ile iptal davasının amacı aynı olup alacaklılarına zarar vermek isteyen borçlunun işlemlerine karşı alacaklıları korumak istenmektedir.
Muvazaa davası ayni bir dava olup üçüncü kişi konumunda olan alacaklılar da bu davayı açarak görünürdeki işlemin muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğunun tespitini isteyebilir. Taşınmaza ilişkin muvazaa davalarında hâkim tapu kaydının borçlu adına düzeltilmesine karar verir. Alacaklı bu hâlde ilamı icra dairesine sunarak dava konusu taşınmazın borçlunun borcundan dolayı haczedilmesini isteyebilir. Bu halde ayrıca bir iptal davası açmasına gerek kalmaz.
Tasarrufun iptali davasının kabulü halinde davacı davaya konu mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkını alma yetkisini elde eder ve dava konusu taşınmaz ise davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmesine mahal olmadan o tasarrufun haciz ve satışını isteyebilir. (İİK m.283/1)
BK 19. maddesine dayalı muvazaa davası ile muvazaa nedeni ile hüküm ve sonuç doğurmayan işlemlerin iptali istenir. Borçlu tasarruf ve idare yetkisi kendisinde kalmak üzere malı üçüncü kişiye devrediyor ise devretme iradesi olmadığı için işlem muvazaalıdır ve iptal davası açılır.
Ancak ortada bir inanç anlaşması var ise anlaşma gereğince mülkiyet geçerli şekilde karşı tarafa geçeceği için tasarrufun iptali davası açılır. Bu olayda alacaklıya zarar verme kastı vardır. Bu anlamda alacaklı borçlunun iradesini göz önüne alır. Aslında malı borçlu devretmek istemiyor mu, yoksa alacağın tahsilini önlemek için mi devretti? Alacaklının bu soruya vereceği cevaba göre ya BK 19. maddesine dayalı dava ya da İİK 277 ve devamı maddelerine dayalı dava açar. Muvazaa olmadan da salt alacaklıları zarara uğratmak için devir yapılabilir.
Tasarrufun iptali davası, ayni nitelikte olmayıp kişisel bir dava olduğu halde, muvazaa davası ayni nitelikte bir davadır. Taşınmaza ilişkin muvazaa davalarında hâkim tapu kaydının borçlu adına tesciline karar verir.
Muvazaa iddiası, zaman aşımına bağlı olmadan ileri sürülebildiği halde iptal davasının tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren en geç hak düşürücü süre olan beş yıl içinde açılması gerekir (İİK m.284).
Yukarıda belirtilen ilke ve kurallardan da anlaşılacağı üzere TBK 19. Maddesine dayalı muvazaa davası ile İİK’nın 277 ve devamı maddelerine dayalı tasarrufun iptali davası şartları ile hüküm ve sonuçları bakımından birbirinden ayrı davalardır. Alacaklıların “muvazaalı” olduğunu ileri sürdükleri işlemler hakkında iptal davasının hüküm ve sonuçlarından yararlanmak istemeleri ileri sürülen vakıa ile talep sonucu arasında açık bir uyumsuzluk teşkil etmektedir. Muvazaa sebebine dayanan dava ile iptal davasının özelliklerini bir arada barındıran adeta yeni (karma) bir dava türün meydana getirilmesi beraberinde bir dizi sorunu da getirdiği için isabetli değildir.(Erdönmez Gürsoy: Alacaklılara zarar verme kastı ile uygulanan tasarrufların iptali, İstanbul 2017 s.35 ve 36).
Borçluya üçüncü kişinin malına haciz koydurup satış isteme yetkisi ancak borçlu aleyhinde talep yapıp borçlu mal varlığından alacağını alamadığını aciz vesikası ile tevsik ettiğinde tahsil mümkün olmaktadır. Öğretide tasarrufun iptali davasını alacaklının cebri icrada bulunma yetkisinin bir tamamlayıcısı olduğu alacaklının alacağını cebri icra yolu ile teşkil edemeyeceği henüz belli olmadan iptal davacı açılmasına izin verilmesi hâlinde borçlu ve üçüncü kişilerin olumsuz şekilde etkileneceği belirtilmektedir. (Yıldırım, Mesut, Kamil/ Deren Yıldırım Nevhis İcra ve iflas hukuku, İstanbul 2016 s. 569-572. Umar, Bilge Türk İcra ve İflas Hukukunda İptal davası, İstanbul 1963s.7-39) Ayrıca muvazaa sebebine dayanarak dava açan alacaklıya haciz ve satış isteme yetkisi verilmesi ve hacze iştirak durumunda İİK 101 maddesinde yazılı hacze imtiyazlı (takip yapmakta) şekilde iştirak etmesi çoğu kez mümkün olmayacaktır.
Borçlunun mali durumunun iyi olduğu bir durumda (borca batık veya aciz hâlinde olmadığı) yaptığı tasarruf nedeniyle uzun yıllar sonra (15-20 yıl) üçüncü kişinin mal varlığının haczedilebileceğinin kabulü hukuk güvenliği ile bağdaşmaz (Erdönmez s.27 ve 33).
Borçlu ile üçüncü kişi arasındaki alacaklıya zarar vermeye yönelik muvazaalı işlemler olarak yapılan bir niteleme ile hem BK 19’a göre geçersizliğin tespiti davası hem de İİK m. 277 dayalı tasarrufun iptali davası açılamaz. Burada maddi hukukun tanıdığı talep hakkı (muvazaa nedeniyle hükümsüzlük) ile takip hukukunun sağladığı talep hakkının (tasarruf iptali) yarışması (hakların yarışması) söz konusu değildir. Çünkü borçlu ile üçüncü kişi arasındaki hukuki fiil geçerli ise muvazaa davası açılamaz. Tersi durumda da iptal dava açılamaz. Dolayısı ile her iki davanın açılabilme konuları (koşul vakıaları) birbirinden farklıdır. Bu davalar iki ayrı hak arama yolunu düzenleyen bir birinden ayrık hükümlere dayanmaktadır (Erdönmez s.28).
O hâlde açılan davanın TBK 19 maddesine dayalı tapu iptal ve tescil davası mı yoksa İİK 277 ve devamı maddelerine dayalı tasarrufun iptali davası mı olduğunun mahkemece açıklığa kavuşturulduktan sonra sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir.
Somut olayda, takip alacaklısı, dava dilekçesinde borçlu ... hakkında başlattığı icra takibinde aciz vesikası aldığını, borçlunun mal kaçırmak amacıyla taşınmazını tapuda muvazaalı olarak yeğeni ...’e sattığını, mal kaçırmak amacı olduğundan işlemin butlan ile batıl olduğunu, taşınmazın davalı ...’in malvarlığından hiç çıkmadığını bu halde tapu iptali ve davalı ... adına tescili gerekir ise de Yüksek Mahkeme içtihatları uyarınca alacak tutarı ile sınırlı olmak üzere İİK’nın konuya ilişkin 279 ve devamı hükümleri benzetme yolu ile uygulanarak tapunun iptaline gerek olmadan davacının alacağını alabilmesine olanak sağlayacak birimde dava konusu taşınmazın haciz ve satışını isteyebilmesi yönünde karar verilmesini sonuç olarak satış işleminin muvazaalı olduğunun tespiti ile alacaklı bakımından iptalini ve dava konusu taşınmaz üzerinde alacaklıya cebri icra yapabilme yetkisinin tanınmasını talep etmiştir. Mahkemece davanın beş yıllık hak düşürücü süre geçmesi nedeniyle reddine karar verilmiştir. Özel daire alacaklının BK 18 ve devamı maddelerine dayandığından davanın bu kapsamda değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Davanın hukuki sebepler kısmında BK. 18. maddesini göstermesi davanın muvazaaya dayalı iptal davası olduğu şeklinde yorumlanması için yeterli değildir. Vakıalar ve vakıalara dayalı hukuki sebep ile talep sonucu çelişir ise HMK 31 maddesi uyarınca mahkeme talep sonucunu aydınlatmalıdır.
Davanın muvazaaya dayalı bir dava olduğunu kabulden sonra, muvazaanın kanıtlanması halinde İİK’nın 279 maddelerinin “benzetme” yolu ile uyarlanması yani dava konusu taşınmaz üzerinde cebri icra yetkisi tanımasını istemek hukuken mümkün değildir. Muvazaa davası sonunda taşınmaz tapusunun iptali ile davalı adına tescili talep etmek yerine ondan dava hafif bir talep olduğu düşüncesi ile böyle bir talepte bulunulamaz. İİK 277 ve devamı maddelerine dayalı dava BK 18’e dayalı davaya göre daha özel bir düzenlemedir. Mal kaçırma amacı ile borçlunun malını devrettiğini düşünen ve alacağını almak isteyen davacı İcra ve İflas Kanununda bu hale özgü olacak düzenlenen tasarruf iptali davasını açmak durumundadır. Özel düzenleme olması nedeniyle BK 19 maddesine dayalı davanın kıyasen uygulanması da söz konusu olamaz. Dava süresi ve ispat bakımından BK 19 hüküm ve sonuçları yönünde İİK 277 ve devamı maddelerinin uygulanmasını gerektiren karma bir dava usulsüzdür.
Görüldüğü üzere davacının amacı borçlunun mal varlığındaki taşınmazı icra prosedürü içine alarak icra dairesi tarafından satılmasını sağlamak ve alacağına kavuşmaktır. Davacının gerçek talebi ve temeli budur (HMK 119/1-e).
Bu kapsamda olaylara uygulanacak kanun hükmünü bulmak ve uygulamak yani vakıaların hukuki sebebini tayin etmek kanunları kendiliğinden uygulamakla görevli hâkimin işidir. (HMK m.33) Somut olayda uygulanacak kanun hükmünü genel nitelikteki Borçlar Kanununda değil maddi olguya uygun ve daha özel nitelikteki icra hukukunda aranması gerekir.
Dava konusu talep sonucuna göre belirlenir. Hukuk Muhakemeleri Kanununda talep sonucunun baz alındığına ilişkin 2, 3, 107, 109, 110, 112, 119/1, 125 maddelerini örnek olarak sayabiliriz. Ayrıca HMK m. 303 maddesinin birinci fıkrasında maddi anlamda kesin hükmün unsurlarını sayarken, dava sebeplerini yanı sıra ilk davanın dava konusu yani talep sonucu ile ilişkili bir kavram olan hüküm fıkrasıyla ikinci davanın talep sonucunun aynı olmasına işaret edilmiştir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında da bir davada verilen hükmün dava veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm oluşturacağından söz edilmiş bulunması dava konusu kavramının dava sebebi yani vakıalar karışımı ile organik herhangi bir bağının olmadığını ondan tümüyle ayrı ve bağımsız bir unsur olduğunu ve dava konusunun tayininde yalnızca talep sonucunun dikkate alınması gerektiğini bir başka açıdan ortaya koymaktadır. Öte yandan yargılama ilkeleri arasında yer alan ve hakimin tarafların ileri sürmüş olduğu talepler ile kural olarak bağlı olduğunu öngören HMK m.26 da sözü edilen talep sonucu kavramı da dava konusunun tayininde kanun koyucunun münhasıran talep sonucunu baz aldığını bir başka delilini teşkil etmektedir (Tanrıver, Süha; Medeni Usul Hukuku C.I, Ankara 2016 s. 475, 476).
Bu açıklamalar çerçevesinde somut olaya bakıldığında davanın, dava dilekçesinde yazılı hukuki nitelendirmeye bakılmaksızın İİK 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davası olduğu kuşku ve duraksamadan uzaktır. HGK’nın 14.04.2004 tarih, 15/187-220 sayılı karar aynı yöndedir.
Öte yandan Özel Daire bozma kararında davanın TBK m.19 çerçevesinde değerlendirilip sonucuna göre karar verilmesi ile yetinildiğinden mahkemece muvazaa iddiasının kanıtlanması halinde borçlu lehine tapu iptal tescil kararı vermesi zorunludur.
Ancak açılan “dava” dava dilekçesinde yazılı vakıalar ve talep sonucu dikkate alındığında tasarruf iptali davası olduğundan tasarruf tarihi olan 21.9.2016 tarihinden itibaren İİK’nın 284 maddesinde yazılı 5 yıllık zamanaşımı süresi geçirildikten sonra 20.12.2012 tarihinde açılan davanın hak düşürücü süre geçmesi nedeniyle reddine karar verilmesi yönündeki direnme kararı isabetli olup onanmalıdır.
Bu nedenlerle davalılar vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile direnme kararının onanması gerekli olup, değerli çoğunluğun karar düzeltme isteminin reddi yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.