Hukuk Genel Kurulu 2022/497 E. , 2022/1055 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve terkin” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Silivri 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine ilişkin karar onanarak kesinleştiğinden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş, karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiş, hükmün davacı vekili tarafından temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunca yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama neticesinde davanın kabulüne karar verilmiştir.
2. Karar davalılar ... ve arkadaşları vekili ile davalılar ... ve arkadaşları (... mirasçıları) tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalılar adına kayıtlı İstanbul ili Silivri ilçesi Piri Mehmet Paşa mahallesi Kumluk mevkisindeki 229 ada 17 parsel sayılı taşınmazın bir kısmının kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını, kıyılar devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğundan özel mülkiyete konu olamayacağı gibi bu taşınmazları satın alan kişilerin de iyiniyet kuralından istifade edemeyeceğini ileri sürerek dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kalan kısmının tapu kaydının iptali ile tescil harici bırakılmasına karar verilmesini istemiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalılar vekili cevap dilekçesinde; davanın 3402 sayılı Kanun’un 12. maddesinde öngörülen on yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığını, öncelikle hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddi gerektiğini, dava konusu taşınmazın tamamen kültür arazisi olduğunu ve kıyı kenar çizgisi içerisinde kalmadığını, kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine ilişkin herhangi bir tebligatın müvekkillerine yapılmadığını, bu nedenle çizginin yeniden ve usulüne uygun belirlenmesi gerektiğini, müvekkillerinin araştırmasına göre kıyı kenar çizgisi içinde sadece dava konusu taşınmazın 80 metrekarelik kısmının kaldığını, ne var ki tüm taşınmaza tedbir konulduğunu, Kıyı Kanunu’nun uygulanması halinde müvekkillerinin ortaya çıkan zararlarının ödenmesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalılardan ...’nın yargılama sırasında 02.03.2018 tarihinde ölümü üzerine tüm mirasçıları davaya dahil edilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı:
6. Silivri 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.03.2008 tarihli ve 2006/141 E., 2008/102 K. sayılı kararı ile; dava konusu taşınmazın bulunduğu bölgede idare tarafından belirlenmiş kıyı kenar çizgisi bulunduğu, ancak kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine ilişkin işlemin taraflara tebliğ edilmediği, ilgili işlem hakkında idari yargıda iptal davası açılmadığı, idare tarafından belirlenen kıyı kenar çizgisinin kesinleşmediği, bu nedenle mahallinde yapılan keşif ve jeolog bilirkişilerin de aralarında bulunduğu heyet tarafından belirlenen yeni kıyı kenar çizgisi dikkate alındığında dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Onama Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 17.09.2008 tarihli ve 2008/7103 E., 2008/9360 K. sayılı kararı ile; ‘’...kıyılar kamunun yararlanacağı yerlerden olup buralarda yukarda belirtilen nitelikte tapu kaydı oluşturulmuş ise tapunun iptalinde, Anayasanın 43., Tapu Kanununun 33., Kadastro Kanununun 16.maddesi gözönüne alınarak, kamu yararının bulunduğunun kabulü gerekir. Ancak, kişinin mülkiyet hakkı sona erdirilirken karşılıklı hak dengesinin sağlanması için mülkiyet hakkı sahibine tazmini nitelikte bir bedelin ödeneceği de kuşkusuzdur. Tazminatın nedeni yasa dışı bir işlemden değil hak dengesinin sağlanmasından kaynaklandığından, taşınmazın tam değerini karşılaması da gerekli değildir. Bu düşünce, AİHM.’sinin bir kararında “…Ulusal hukuk ihlalin yol açtığı sonuçları tam olarak gidermeye imkan tanımıyorsa 41. madde AİHM.’ni uygun gördüğü adil bir tazminata hükmetmeye yetkili kılar…” şeklinde dile getirilmiştir.
Yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda somut olay incelendiğinde; kamu yararı nedeni ile davalıların tapusu iptal edilerek taşınmazın kayıt dışı bırakılmasında hukuka aykırı bir durum bulunmayıp, davalıların tapu kaydının iptalinden dolayı ancak tazminat isteyebilecekleri…’’ gerekçesiyle hükmün onanmasına karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
9. Özel Dairenin yukarıda belirtilen onama kararına karşı süresi içinde davacı vekili ile davalılar vekili karar düzeltme isteminde bulunmuşlardır.
10. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 23.12.2009 tarihli ve 2009/12896 E., 2009/13663 K. sayılı kararı ile; ‘’…Dosya içeriği ve toplanan delillere göre; çekişme konusu taşınmazın kadastro tespitinin 22.12.1972 tarihinde yapıldığı ve 11.7.1990 tarihinde kesinleştiği, davanın ise 7.7.2005 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Her ne kadar, çekişmeli taşınmazların kıyı-kenar çizgisine göre kıyıda kalan bölümlerinin devletin hüküm ve tasarrufu altında ve kamu malı niteliğinde özel mülkiyete konu olamayacak (Anayasanın 43, 3402 Sayılı Kadastro Yasasının 16/C maddesi gereğince) yerlerden olduğu keşfen saptanmış ise de; 25.2.2009 tarihinde kabul edilip, 14.3.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasanın 2. maddesi ile 3402 Sayılı Yasanın 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen 'bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmasızın uygulanır' ve 3. maddesi ile eklenen geçici 10. maddesinin ' bu kanunun 12. maddesinin 3. fıkrası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır' şeklindeki hükmü gözetildiğinde kadastro tespitinin kesinleştiği tarih olan 11.7.1990 ile davaların açıldığı tarihler arasında 3402 Sayılı Yasanın 12.maddesinde sözü edilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu sabittir.
Hemen belirtilmelidir ki; kural olarak sonradan yürürlüğe giren yasa hükümlerinin ve İçtihadı Birleştirme Kararlarının kazanılmış hak (usulü müktesep hak) ilkesinin 28.6.1960 tarih, 21/9 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince istisnai niteliği gereği kesin hüküm halini almamış eldeki davalarda da gözetilmesi ve uygulanması gerekeceği tartışmasızdır. Öte yandan, yürürlüğe konulan hükümler kamu düzeniyle ilgili bulunduğundan ve re'sen gözetilmesi gerektiğinden somut olayda, aleyhe bozma yasağı ilkesinin de uygulanma yeri bulunmadığı izahtan varestedir.
Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler karşısında hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir. Anılan hususlar, tarafların karar düzeltme isteği üzerine bu kez yapılan inceleme sonucunda anlaşıldığından, davalının karar düzeltme isteğinin HUMK.'nun 440.maddesi uyarınca kabulüne, Dairenin 17.9.2008 tarih ve 2008/7103 Esas, 2008/9360 Karar sayılı onama ilamının ortadan kaldırılmasına, yerel mahkemenin 6.3.2008 gün ve 2006/141 esas, 2008/102 sayılı kararının açıklanan nedenlerle ve her dava açıldığı tarihteki koşullara tabi olduğundan ve dava tarihi itibarı ile davacı Hazine davasında haklı olduğu, sonradan çıkan yasa gereğince davasında haksız duruma düşmesi yargılama gideri ve bu giderlerden sayılan avukatlık ücretinden davalının sorumlu tutulması gerektiği’’ gerekçesiyle karar bozulmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı:
11. Silivri 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.05.2010 tarihli ve 2010/117 E., 2010/248 K. sayılı kararı ile; bozma ilamına uyularak yapılan yargılama neticesinde 25.02.2009 tarihinde kabul edilerek 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümle ve 3. maddesiyle 3402 sayılı Kadastro Kanunu'na eklenen Geçici 10. madde dikkate alındığında dava konusu taşınmazın kadastro tespitinin kesinleştiği 14.09.1981 (doğrusu 11.07.1990) tarihi ile davanın açıldığı tarih olan 13.12.2004 (doğrusu 07.07.2005) tarihi arasında 3402 sayılı Kanun’un 12/3. fıkrasında öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği, dava devam ederken Kanun değişikliği nedeniyle davacı tarafın haksız konuma düştüğü gerekçesiyle davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine, yargılama giderleri ve vekâlet ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulmasına karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Onama Kararı:
12. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
13. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 29.11.2010 tarihli ve 2010/11562 E., 2010/12460 K. sayılı kararı ile; ‘’…Hükmüne uyulan bozma kararında, gösterildiği şekilde işlem yapılarak karar verildiği...’’ gerekçesiyle hükmün onanmasına karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
14. Özel Dairenin yukarıda belirtilen onama kararına karşı süresi içinde davacı vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur.
15. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 14.04.2011 tarihli ve 2011/3404 E., 2011/4388 K. sayılı kararı ile; ‘’…Karar tarihinde bozma gerekçeleri doğru ise de, 19.1.2011 tarihinde yürürlüğü giren ve 3402 sayılı Kadastro Yasası’nın 36. maddesi hükmüne 16.maddesi ile ilave edilen 36/A maddesi hükmünde kadastroya dayalı işlemlerden dolayı kamu kurum ve kuruluşlarınca açılacak davalar neticesinde davalı taraf davayı kaybetse dahi yargılama giderlerinden ve bu giderlerden sayılan avukatlık ücretinden sorumlu tutulamayacağı hükmü öngörülmüş, 17. maddesi ile de anılan hükmün uygulanma zamanı infaz aşamasına kadar uzatılmıştır.
Diğer taraftan, yürürlüğe giren Yasa hükmünün geçmişe şamil olarak uygulanması öngörüldüğünde anılan bu husus kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eder. Nitekim anılan 6099 sayılı Yasanın eldeki davalara da uygulaması gerektiği kuşkusuzdur. Esasen kararın davalı tarafından temyiz edilmemiş olması da neticeye etkili değildir.
Anılan husus, karar düzeltme isteği üzerine yeniden yapılan incelemede anlaşıldığından, davacının karar düzeltme isteğinin HUMK.'nun 440. maddesi uyarınca kabulüyle, Dairenin 29.11.2010 tarih 2010/11562 Es. ve 12460 Kr. sayılı onama ilamının yargılama giderleriyle ilgili bölümünün ortadan kaldırılmasına, 6099 Sayılı Yasa hükümleri çerçevesinde yerel mahkemece irdeleme ve değerlendirme yapılarak bir hüküm kurulması için yerel mahkemenin 06.05.2010 gün ve 2010/117 Esas, 2010/248 sayılı kararının açıklanan gerekçelere hasren…’’ bozulmasına karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin Üçüncü Kararı:
16. Silivri 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29.12.2011 tarihli ve 2011/499 E., 2011/743 K. sayılı kararı ile; bozma ilamına uyularak yapılan yargılama neticesinde tapu iptali ve terkin isteminin reddedildiği, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 29.11.2010 tarihli kararı ile onandığı, karar düzeltme talebi üzerine 14.04.2011 tarihli karar ile esasa ilişkin bozma yapılmayıp sadece yargılama giderleri yönünden önceki bozma kararının ortadan kaldırılmasına karar verildiği, böylece esas hakkındaki kararın kesinleştiği gerekçesiyle esasa dair yeniden karar verilmesine yer olmadığına, 19.01.2011 tarihinde yürürlüğü giren ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 36. maddesi hükmüne 16. maddesi ile ilave edilen 36/A maddesi gereğince yargılama giderlerinin davacı üzerine bırakılmasına karar verilmiştir.
Özel Dairenin Üçüncü Bozma Kararı:
17. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
18. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12.02.2013 tarihli ve 2012/8275 E., 2013/1368 K. sayılı kararı ile; ‘’…14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 günlü 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 2.maddesi ile 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümlede: “bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın' ve 3. maddesi ile aynı Kanuna eklenen Geçici 10. maddesinde ise; “Bu Kanunun 12.maddesinin 3. fıkrası hükmü Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.” şeklindedir. Bu değişiklik nedeniyle bu yasanın yürürlük tarihinden sonra Hazinenin açtığı davalarda da 10 yıllık hak düşürücü süre uygulanmaya başlanmıştır.
Ne var ki, yerel mahkemenin yargılaması devam ederken, Anayasa Mahkemesi'nin 12.05.2011 gün ve 2009/31 E. 2011/77 K. sayılı kararıyla; “25.02.2009 gün ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 2. maddesiyle 21.06.1987 günlü 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ve 3.maddesiyle 3402 sayılı Yasaya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline” karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.07.2011 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanmıştır.
Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 33. maddesinde yer alan “Hakim, Türk hukukunu resen uygular” hükmü ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, kesinleştiği gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına dair karar verildiği tarih itibariyle hükmün doğru olduğu düşünülse ve ayrıca Anayasa'nın 153. maddesine göre iptal kararı geriye yürümez ise de, 10.03.1969 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı'nın gerekçe bölümünde belirtildiği üzere, iptal kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Bu durumda davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesi'nin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez. Zira, kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün haller istisnanın kapsamına girer.
Hal böyle olunca, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunlu olup, kamu malları ile ilgili davalar aynı zamanda kamu düzeni ilkesini de içermektedirler. Bu nedenlerle Mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.
Somut olayda; işin esasının ve dava konusu taşınmaz bölümünün, 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı'yla belirlenen veya belirlenecek olan kıyı kenar çizgisine göre değerlendirilmesi ve ayrıca 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 16. maddesiyle 3402 sayılı Yasanın 36. maddesine bazı ilaveler getiren 36/A maddesi hükmüne göre kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalar nedeniyle yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağı hususunun da gözetilmesi, Mahkemece bu konudaki görüşün ortaya konulması ve ondan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi…’’ gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Birinci Direnme Kararı:
19. Silivri 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.02.2014 tarihli ve 2013/306 E., 2014/46 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe ile direnme kararı verilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu Kararı:
20. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
21. Hukuk Genel Kurulunun 13.12.2017 tarihli ve 2017/8-1615 E., 2017/1706 K. sayılı kararı ile; ‘’…Yerel mahkeme kararı bozma kararı ile birlikte ortadan kalkıp hukuki geçerliliğini yitirmektedir. Bozulan karar, sonraki kararın eki niteliğinde de değildir. Bu nedenle kurulacak yeni hüküm 6100 sayılı Kanun'un 297. maddesine uygun şekilde oluşturulmalıdır.
Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 14.05.2014 gün ve 2013/9-1989 E., 2014/657 K.; 29.03.2017 gün ve 2017/11-76 E., 2017/570 K. sayılı kararı ile 05.04.2017 gün ve 2017/19-909 E., 2017/622 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler vurgulanmıştır.
Bu durumda, sadece davanın fer'î niteliğindeki yargılama giderleri yönünden kurulan hükmün tek başına infaz kabiliyetinin bulunduğunu ve yukarıda açıklanan usul hükümlerine uygun olduğunu söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, davanın esası hakkında hak düşürücü süre nedeniyle reddine dair verilen kararın daha önce onandığı, karar düzeltme istemi üzerine de sadece yargılama giderleriyle ilgili bölümü hakkındaki onama kararının kaldırılarak, kararın yargılama giderlerine hasren bozulduğu, dolayısıyla esas hakkındaki hükmün kesinleştiği, hükmün bir bölümünün kesinleştiği hâllerde mahkemece yeniden hüküm kurulmasının gerekmediği, bu gibi durumlarda eldeki davada olduğu gibi kesinleştiği belirtilerek yeniden karar verilmesine yer olmadığına şeklinde hüküm kurulmasının yeterli olduğu, kararın kesinleşen bölümünün infazının da mümkün olduğu, kaldı ki kesinleşen bir husus hakkında yeniden hüküm kurulmasının hukuki bir sonuç da doğurmayacağı, bu nedenle direnme kararında davanın daha önce kesinleşen esası bakımından yeniden hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmiş olmasının usul hükümlerine aykırı olmadığı görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Yerel mahkeme kararı bu hâliyle az yukarıda açıklanan ilkelere uygun olmayıp, ortada usulünce oluşturulmuş bir direnme kararı bulunmamaktadır.
O hâlde, mahkemece Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297. maddesine uygun şekilde hüküm kurulması için işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin…’’ hükmün oy çokluğuyla bozulmasına karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin İkinci Direnme Kararı:
22. Silivri 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.04.2021 tarihli ve 2018/75 E., 2021/143 K. sayılı kararı ile; bozma ilamına uyularak yapılan yargılama neticesinde, eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden davada uygulanabilecek olan Kanun metninin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği, 28.06.1960 tarihli ve 21/9 sayılı İBK gereğince iptal kararının maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest davalara da uygulanmasının zorunlu olduğu, bu nedenle işin esasının incelenmesi gerektiği, dava konusu taşınmazın bulunduğu bölgede idare tarafından belirlenmiş kıyı kenar çizgisi bulunduğu, ancak kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine ilişkin işlemin taraflara tebliğ edilmediği, ilgili işlem hakkında idari yargıda iptal davası açılmadığı, idare tarafından belirlenen kıyı kenar çizgisinin kesinleşmediği, bu nedenle mahallinde yapılan keşif ve jeolog bilirkişilerin de aralarında bulunduğu heyet tarafından belirlenen yeni kıyı kenar çizgisi dikkate alındığında dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı gerekçesiyle davanın kabulüne ve 19.01.2011 tarihinde yürürlüğü giren 6099 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle 3402 sayılı Kadastro Kanun’unun 36. maddesine ilave edilen 36/A maddesi gereğince yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
23. Direnme kararı süresi içinde davalılar ... ve arkadaşları vekili ile diğer davalılar ... ve arkadaşları (... mirasçıları) vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
24. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 25.02.2009 tarihli ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2. maddesiyle 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ve 3. maddesiyle 3402 sayılı Kadastro Kanunu'na eklenen Geçici 10. maddenin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline ilişkin olarak verilen Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 gün ve 2009/31 E., 2011/77 K. sayılı kararının eldeki davaya uygulanıp uygulanmayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. ÖN SORUN
25. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce, Hazine tarafından 3621 sayılı Kıyı Kanun’una dayalı olarak açılan tapu iptali ve terkin istemli eldeki davada, onama ve karar düzeltme istemi üzerine verilen bozma kararı sonrasında mahkemenin üçüncü kararı ile tapu iptali ve terkin istemi bakımından daha önce verilen davanın reddine ilişkin kararın Özel Dairenin 14.04.2011 tarihli kararıyla onandığı, karar düzeltme istemi üzerine yargılama giderlerine hasren hükmün bozulduğu gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına karar verildiği, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece; işin esasının kesinleşmediği ve Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonrası oluşan yeni yasal durum dikkate alınmak suretiyle bir karar verilmesi gereğine değinilerek hükmün bozulduğu, mahkemece aynı gerekçe ile direnildiği, davacı vekilinin temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunca; işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin usulünce oluşturulmuş bir direnme kararı bulunmadığından bahisle hükmün bozulduğu, mahkemece Hukuk Genel Kurulunun bozma ilamına uyularak yapılan yargılama neticesinde bu kez davanın kabulüne karar verildiği gözetildiğinde, temyize konu kararın gerçekte yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı; dolayısıyla, temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca mı, yoksa Özel Dairece mi yapılması gerektiği hususu ön sorun olarak değerlendirilmiştir.
IV. GEREKÇE
26. Mahkemece esasa dair yeniden karar verilmesine yer olmadığına ilişkin verilen direnme kararı, Hukuk Genel Kurulunun yukarıda esas ve karar numarası belirtilen kararı (bkz. §21) ile bozulmuş; mahkemece yeni bir karar verilmiştir.
27. Bu durumda dosya üzerinde Hukuk Genel Kurulu tarafından yapılacak bir işlem bulunmamaktadır. Mahkemece verilen yeni hükme yönelik temyiz istemlerinin Özel Dairesince incelenmesi gerekir.
28. O hâlde dosya yeni hükme yönelik temyiz itirazları incelenmek üzere Özel Daireye gönderilmelidir.
V. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalılar ... ve arkadaşları vekili ile diğer davalılar ... ve arkadaşları(... mirasçıları) vekilinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliği tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28.06.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.