11. Hukuk Dairesi 2016/6325 E. , 2017/6651 K.
MAHKEMESİ :TİCARET MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen davada ... Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 20/01/2016 tarih ve 2014/673-2016/24 sayılı kararın duruşmalı olarak incelenmesi davalılar vekili tarafından istenmiş olup, duruşma için belirlenen 28/11/2017 günü hazır bulunan davalılar vekili Av. ... ile Av.... ile davacı vekilleri Av. ..., Av. ... ve Av. ... dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirkette %45 oranında hissedar olduğunu,müvekkilinin yönetimde olmamasından ve zaman zaman yurt dışında yaşamasından faydalanan davalı şirket ortaklarının müvekkilinin imzasını taklit ederek veya ettirmek suretiyle toplantı çağrısı yapılmadan sahtecilik yapılmak suretiyle alınan sermaye artış kararlarıyla müvekkilinin davalı şirketteki %45 olan ortaklık payının %01 (binde bir)'e düşürüldüğünü, toplantı çağrısı yapılmadan ve müvekkilinin imzası taklit edilmek suretiyle sahte imzalarla alınan genel kurul kararlarının mutlak butlanla batıl yok hükmünde olduğunu, ayrıca şirket müdürünün TTK 630/2. maddesi gereğince azli gerektiğini, müdürün azli için haklı sebeplerin oluştuğunu, müdürün özen yükümlülüğüne aykırı davrandığını ileri sürerek, davalı şirketin 23.12.1995 tarihinden itibaren alınmış tüm ortaklar kurulu kararlarının, şirket müdürü tarafından alınmış tüm kararların mutlak butlanla batıl ve yok hükmünde olduğunun tespitiyle iptallerine ve davacı ...'un davalı şirkette %45 oranında pay sahibi olduğunun tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacı vekili, 09.03.2015 tarihli duruşmada, bu davada sadece itiraz ettikleri sermaye artışına dair genel kurul kararlarının geçersizliğinin tespitini talep ettiğini beyan etmiştir.
Davalılar vekili, davacının kötü niyetli davrandığını, davacının dayandığı bilirkişi raporlarındaki imza incelemelerinin fotokopi üzerinden yapıldığını, fotokopi üzerine yapılan incelemelerin bir delil olamayacağını, aynı olan imzaların bazılarının davacı tarafından kabul edilirken, bazılarının kabul edilmemesinin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu, davacının imzasını inkar ettiği ortaklar kurulu toplantılarından birinde alınan karar doğrultusunda sermaye taahhüdü altındaki sermaye borcunu banka havalesi yoluyla ödediğini, üç aylık iptal davası açma süresinin geçmiş olduğunu, tacir olan davacı tarafın ticaret sicilinde ilan edilen ortaklar kurulu kararlarına 17 yıl geçtikten sonra itiraz etmesinin hakkın kötüye kullanılması olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, davacının kendi kabulünde olan sermaye artış kararına göre pay oranının %40 olduğu, bundan sonra yapılan davaya konu sermaye artış kararlarında davacı adına atılan imzaların davacının eli ürünü olmadığı, davaya konu sermaye artış kararları ana sözleşme değişikliğine ilişkin olup 6762 sayılı TTK 513/1.maddesinde öngörülen nisapla alınmadığından yok hükmünde olduğu, sermaye ödemesinin davacı tarafça yapıldığı kesin olarak kanıtlanamadığından bu durumun davacının yapılan işlemlere sonradan onay verdiği şeklinde yorumlanamayacağı, davacının dava hakkını bilerek kötüye kullandığına dair savunmayı kanıtlayan somut bir delil gösterilmediği, sadece uzun süre geçmiş olması davacının dava hakkını kötüye kullandığını ortaya koymayacağı, genel kurul kararlarının geçersizliğinin tespiti davası şirket tüzel kişiliğine yöneltilmesi gereken bir dava olup şirket ortağına veya yöneticisine husumet yöneltilemeyeceği gerekçesiyle, genel kurul kararlarının yoklukla malul geçersiz kararlar olduğuna dair talep yönünden davalı ... aleyhindeki davanın pasif husumet ehliyeti yokluğu nedeniyle reddine, genel kurul kararlarının yoklukla malul geçersiz kararlar olduğunun tespiti talebine ilişkin davalı şirket aleyhine açılan davanın kısmen kabulü ile davalı şirketin 12/11/1997 Bakanlık onay tarihli, 17/09/1998 Bakanlık onay tarihli, 28/09/2001 tarihli, 17/06/2004 tarihli, 23/05/2005 tarihli, 16/10/2006 tarihli, 23/07/2008 tarihli, 14/12/2009 tarihli, 02/02/2010 tarihli ve 28/11/2011 tarihli sermaye artış kararlarının yoklukla malul geçersiz kararlar olduklarının tespitine, payın tespiti talebinin her iki davalı yönünden kısmen kabulü ile davacının davalı şirkette %40 oranında pay sahibi olduğunun tespitine, bakiye %60 payın davalı ... 'a ait olduğunun tespitine karar verilmiştir.
Kararı, davalılar vekili temyiz etmiştir.
1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalılar vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Dava, davalı limited şirketin 23.10.1995 tarihinden sonra alınmış tüm sermaye artışına dair ortaklar kurulu kararlarının çağrısız ve davacının imzası taklit edilmek suretiyle alınmış olması nedeniyle mutlak butlanla batıl olduğunun tespiti ve davacının davalı şirketteki pay oranının tespiti istemine ilişkin olup mahkemece yukarıda yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Her hak gibi genel kurul kararının butlanının ileri sürülmesi de dürüstlük kuralı çerçevesinde mümkündür.(TMK md.2) Bu kurala aykırı olarak dava ve itiraz yoluyla genel kurul kararının butlanına istinat edilemez.
Kararların butlanının ileri sürülmesinin hangi hallerde hakkın kötüye kullanılması olarak niteleneceğini veya hangi hallerde hakkın kötüye kullanılmasının söz konusu olamayacağını önceden belli ilkelere bağlamaya imkan yoktur. Hakim, butlanın ileri sürülmesinin dürüstlük kuralına aykırı veya hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup olmadığını her olayda resen ve “ahval ve şartların heyeti umumiyesini göz önünde tutarak serbestçe takdir edecektir. (... Genel Kurul Kararlarının Hükümsüzlüğü,2014 .... 183-184 20, Prof.Dr. ...)
Davacı, 23.10.1995 tarihinden sonra alınan sermaye artırım kararlarının geçersiz olduğunu ileri sürmüştür. Davalılar da, davacının davalı şirketle aynı alanda faaliyet gösteren bir şirketin ortağı ve müdürü olduğunu, tacir olan davacının ticaret sicilinde ilan edilen ortaklar kurulu kararlarına 17 yıl geçtikten sonra itiraz etmesinin hakkın kötüye kullanılması mahiyetinde olduğunu savunmuştur.
Mahkemece, davaya konu sermaye artırım kararlarında davacıya atfen atılan imzaların davacının eli ürünü olmadığı, davacının dava hakkını bilerek kötüye kullandığına dair savunmayı kanıtlayan somut bir delil gösterilmediği, sadece uzun süre geçmiş olmasının davacının dava hakkını kötüye kullandığını ortaya koymayacağı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Ayrıca mahkemece 23.05.2005 tarihinde davacının yurt dışında olduğu, bu nedenle 23.05.2005 tarihli sermaye artırım kararının alındığı toplantıya katılmasının ve imza atmasının mümkün olmadığı belirtilmişse de dosyada mevcut Emniyet Müdürlüğü kayıtlarına göre davacının bu tarihte yurt dışında olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda mahkemece, yukarıdaki açıklamalar ışığında davacının davalı şirketle aynı alanda faaliyet gösteren bir şirketin ortağı ve müdürü olduğuna ilişkin iddia, sermaye artırım kararının alındığı tarihlerde davacının yurt dışında bulunmadığı ve aradan geçen süre de nazara alınarak alınan kararların butlanının ileri sürülmesinin dürüstlük kuralına aykırı veya hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle hüküm tesisi doğru olmamıştır.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalılar vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün mümeyyiz davalılar yararına BOZULMASINA, takdir olunan 1.480,00 TL duruşma vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalılara verilmesine, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 28/11/2017 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
1- Dava, sermaye artışına ilişkin olarak davacının yokluğunda yapılan limitet şirket ortaklar kurulu kararlarının yok hükmünde veya butlanla batıl olduğunun tespiti ve iptali ile davacı ortağın %45 oranındaki pay sahibi olduğunun tespiti istemine ilişkindir.
2- Davalı limitet şirketin 1986 yılında kurulduğu, davacının 1992 yılında %40 oranında hisse alımı yoluyla davalı şirkete ortak olduğu, davacının en son 27.07.1994 tarihli ortaklar kurulu toplantısına katıldığı, imza incelemesine ilişkin bilimsel raporlarla da kanıtlandığı üzere, davacının yokluğunda çağrısız yapılan toplantılarda alınan çeşitli sermaye artırım kararlarıyla davacının hissesinin %0,1 oranına düşürüldüğü mahkemece usulünce tespit edilmiş ve yeterli gerekçeyle davanın kısmen kabulü ile davacının yokluğunda yapılan toplantılarda alınan sermaye artışına ilişkin kararların yok hükmünde olduklarının, davacının %40 oranında davalı şirkete ortak olduğunun tespitine karar verilmiştir.
3- Davacı şahsın, davalı şirketle aynı alanda faaliyet gösteren bir başka şirketin ortağı olması nedeniyle, aradan geçen uzun zaman sonra böyle bir dava açmasının dürüstlük kuralına aykırı ve hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği düşüncesiyle Dairemiz çoğunlunca, mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir.
4- Her şeyden önce, 6762 sayılı TTK’nın 513.maddesi uyarınca, ana sözleşmede daha yüksek bir oran öngörülmemiş ise sermaye artışının en az 2/3 oranında sermayeye sahip ortaklarca kararlaştırılmış olması zorunlu olup, bu oranı içermeyen limitet şirket ortaklar kurulu kararlarının yok hükmünde olduğu, keza tüm ortakların katılmadığı çağrısız ortaklar kurulunda alınan kararların da yok hükmünde olduğu hususunda Dairemiz üyeleri arasında görüş ayrılığı bulunmamaktadır.
5- Dairemiz çoğunluğunun, davacı ortağın uzun yıllar sonra dava açmasının TMK m. 2 uyarınca hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmemiş olmasını bozma gerekçesi yaptığı anlaşılmaktadır. Oysa mahkeme kararının 9.sayfasında da yer aldığı üzere bu husus yerel mahkeme tarafından değerlendirilmiştir.
6- Gerçekten de, TMK m. 2 uyarınca, herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kuralına uymakla yükümlüdür. Bir hakkın kötüye kullanılması ise hukuk düzeni tarafından korunmaz. ... Hukukundan bu yana gelen prensibe bağlı olarak, oluşturulan güvene aykırı davranış, çelişkili davranış yasağı uyarınca dürüstlük kuralına aykırı bir davranış olarak kabul edilmiştir (...). Bununla birlikte bu sınırların mahkemelerce oldukça dikkatli belirlenmesi gerekir. Bu hususta mahkemeye tanınan takdir yetkisi, kolaycı bir yol olarak keyfi yoruma yol açmamalıdır. Amacı haksızlığı önlemek olan bir hukuk kurumu, haksızlığın aracı haline getirilmemelidir (..., 2006, s.80, 94). Dolayısıyla her şeyden önce sessiz kalma yoluyla hak kaybını ileri süren tarafın kendi davranışının dürüstlük kuralına aykırı olmaması ve iyi niyetli olması gerekir.
7- Bir hakkın ihlaline uzun süre sessiz kalınması ve o eyleme karşı dava açılmayacağı inancı oluşturulduktan sonra açılan davanın çelişkili davranış yasağı teşkil edeceğinin ileri sürülmesi mümkündür. Sessiz kalma sebebiyle hak kaybına ilişkin bilinen ilk Yargıtay uygulaması, Ticaret Dairesi’nin 30.04.1968 tarih ve 13837/2562 E-K. sayılı bozma ilamı, bu karara karşı direnilmesi üzerine de HGK’nın 19.02.1969 tarih ve 1966/130 sayılı kararı ile gerçekleşmiştir. HGK tarafından uzun süre sessiz kalma yoluyla hak kaybına ilişkin olarak daha sonrada çeşitli kararlar verilmiştir (Bkz. 2011/249 K., 271 K., 2014/816 K., 2015/1055 K, 1198 K., 2895 K., 2016/310 K., 595 K.). Keza Dairemizce de sessiz kalma sebebiyle hak kaybına ilişkin olarak verilen onlarca karar örneği bulunmaktadır. Söz konusu kararların ortak özelliği ise, bu kararların tamamının marka haklarına ilişkin olarak verilmiş olmasıdır.
8- Esasen hukuki bir engel bulunmamakla birlikte, Yargıtay 'sessiz kalma nedeniyle hak kaybı' kurumunu marka hukukunun dışındaki sair alanlarda uygulamamakta oldukça dikkatli ve hassas davranmıştır. Marka hukukundaki genel uygulamada ise, tescilli bir markanın varlığına rağmen, bu markanın üncü kişiler tarafından hak sahibinden izinsiz olarak uzun süredir kullanılması, bu markaya yatırım yapılması ve bu eylem davacı tarafından biliniyor olduğu halde uzun yıllar sessiz kalınarak ve dava açılmayarak, keza dava açılmayacağı yolunda davalıda güven oluşturduktan sonra, marka hakkına tecavüz davası açmasının hakkın kötüye kullanılması teşkil edeceği temel mantığı üzerine kuruludur. Ancak bu olayların hiçbirinde, markayı kullanan kişinin bir sahtecilik yaparak bu hakka sahip olması söz konusu olmadığı gibi, marka sahibi de tescilli markasını kaybetmemekte, markayı kullanan kişi sadece bunu kullanma hakkı elde etmektedir. Hatta kendisine sessiz kalınan davalının, markayı ayrıca kendi adına tescil ettirme hakkı kazanması da söz konusu olmamaktadır.
9- Kendisinden beklenen özen ve dikkati göstermeyen, kendisi dürüstlük kuralına uymayan kişiler, başkalarının dürüstlüğe aykırı bu davranışa karşı sessiz kalma nedeniyle hak kaybına uğradığını ileri süremezler. TMK m. 3'te yer alan “Kanunun iyi niyete sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyi niyetin varlığıdır. Ancak durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyi niyet iddiasında bulunamaz”. Kanun, dürüstlük kuralına aykırı tutum ve davranışı himaye etmez. Öte yandan, hukukun genel ilkelerinden biri de “Hiç kimse kendi kusuruna dayanarak başkalarından hak talep edemez' (Kimse kendi kanunsuzluğundan faydalanamaz/Nemo auditur propriam turpitudinem allegans) ilkesidir.
10- Somut olayda ise, mahkemece de doğru biçimde saptandığı gibi, davalı şirketin diğer ortaklarının el ve işbirliği içerisinde, davacı gerçek kişiyi şirket ortaklar kurulu toplantılarından haberdar etmemesi yanında, sanki toplantıya katılmış gibi müteaddit defalar imza taklidi yaparak onu toplantıya katılmış gibi göstermiş, Kanundaki emredici nisap hükümlerine aykırı olarak sermaye artırım kararı alıp, sonucundan davacıyı haberdar etmeksizin şirketteki %40 hisse oranını, neredeyse yok hükmünde olan %0,1 oranına düşürmüşlerdir. Söz konusu davranış, dürüstlük kuralına aykırıdır ve açık bir kötü niyet göstergesidir. Davalıya isnat edilen kötü niyet iddiası ise, kendisinin de tacir olduğu ve şirketin toplantı yapıp yapmadığını, sermaye artış kararı alıp almadığını araştırıp takip etmesi, hatta Ticaret Sicili Gazetelerini takip ederek durumu öğrenmesi gerektiğine ilişkindir. Şirket ortaklarının isnat edildiği gibi kanuni bir yükümlülükleri bulunmadığı gibi, dosyadaki bilgiler çerçevesinde davacı ortağın uzun yıllar yurt dışında bulunduğu, şirket kayıt ve defterlerinin incelenmesine izin verilmediği, hatta şirket karar defterinin mahkemeye dahi sunulmadığı dikkate alındığında davacıya bir kusur isnat etmenin de mümkün olmadığı, davacının 2011 yılından bu yana ortaklıktaki haklarını aramak için çeşitli davalar açtığı dikkate alındığında sessiz kaldığından da söz edilemeyeceği, mahkeme kararının son derece isabetli olduğu ve onanması gerektiği görüşünde olduğumuzdan, kararın bozulmasına ilişkin Dairemiz çoğunluğunun görüşüne katılmıyoruz.