Hukuk Genel Kurulu 2022/351 E. , 2022/1065 K.
MAHKEMESİ : Yargıtay 2. Hukuk Dairesi (İlk Derece Mahkemesi Sıfatıyla)
1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 2. Hukuk Dairesince davanın reddine dair verilen 21.12.2021 tarihli ve 2020/3 E., 2021/6 K. sayılı karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
2. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek kararın süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
3. Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
4. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle, dava ve temyiz dilekçeleri birlikte değerlendirildiğinde 50.000TL tazminatın tahsilinin istenmesi ve davanın reddine karar verilmesi karşısında, davacı tarafından temyize konu edilen kararın miktar itibari ile temyizi kabil nitelikte olup olmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmış ve değerlendirilmiştir.
5. Bu aşamada istinaf ve temyize ilişkin yasal düzenlemelerin açıklanmasında yarar vardır.
6. Bölge Adliye Mahkemeleri 20 Temmuz 2016 tarihinde faaliyete geçmiş olup, bu tarihten itibaren 6100 sayılı HMK’nın istinaf ve temyiz hükümleri uygulanmaya başlanmıştır.
7. 6100 sayılı HMK’nın istinaf yoluna başvurulabilen kararları düzenleyen 341. maddesi;
“(1) İlk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir.
(2) Miktar veya değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen mal varlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir (Ek cümle: 24/11/2016-6763/41 md.). Ancak manevi tazminat davalarında verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın istinaf yoluna başvurulabilir…” düzenlemesini içermektedir.
8. İlk derece mahkemeleri tarafından verilen ve miktar veya değeri 3.000 (yeniden değerleme oranlarına göre hesaplandığında 2021 yılı için 5.880) Türk Lirasını geçmeyen mal varlığına ilişkin davalardaki kararlar kesindir. Kesinlik sınırı bakımından manevi tazminat istemleri için bir istisna getirilmiş ve miktarı ne olursa olsun manevi tazminata ilişkin kararlara karşı istinaf yoluna başvurunun mümkün olduğu belirtilmiştir.
9. Aynı Kanun’un temyiz edilemeyen kararları düzenleyen 362. maddesinde;
“(1) Bölge adliye mahkemelerinin aşağıdaki kararları hakkında temyiz yoluna başvurulamaz:
a) Miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dâhil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar…” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.
10. HMK’nın 341/2. maddesi gereğince manevi tazminat davaları yönünden kesinlik sınırı olmaksızın istinaf yoluna başvurulabilmesine rağmen temyize ilişkin olarak bu şekilde bir istisna yer almadığından manevi tazminat açısından temyiz kesinlik sınırı göz önüne alınarak temyizin mümkün olup olmadığı değerlendirilecektir.
11. Bir mahkeme kararının temyiz edilip edilemeyeceği belirlenirken, temyiz hakkının doğduğu (kararın verildiği) tarihteki hukuksal durum esas alınmalı; karar tarihinde yürürlükte bulunan kanun hükmü temyiz sınırı yönünden hangi düzenlemeyi içeriyor ise ona bağlı kalınmalıdır.
12. 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 02.01.2017 tarihli ve 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile değiştirilen (08.03.2018 tarihli ve 7072 sayılı Kanun ile kanun hükmü olarak kabul edilen) “Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının görevleri” başlıklı 15. maddesinin 3. fıkrasında;
“İlk derece mahkemesi olarak ilgili dairelerce verilen hükümlerin temyiz yoluyla incelemesini yapmak”
hükmü yer almaktadır.
13. Bu hükümde Özel Dairelerce ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilen kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabileceği ve Hukuk Genel Kurulunun bu kararları temyiz yoluyla inceleyeceği belirtilmektedir.
14. Yargıtay ilgili hukuk dairesinin tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabilir; temyiz incelemesi, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır (Kuru, Baki: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medenî Usul Hukuku, 2. Baskı, Kasım 2018 s. 645).
15. Öte yandan bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla veya istinaf incelemesi sonucu verdiği kararlar için dahi ayrım yapılmaksızın HMK’nın 362. maddesinde belirtilen kırk bin Türk Liralık temyiz kesinlik sınırı uygulandığından Yargıtay hukuk dairelerince ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilen kararların temyizi için de bu parasal sınırın esas alınması ve bu miktarı geçen kararlara karşı temyiz yolunun açık olduğunun kabul edilmesi gerekir. Aksinin kabulü hâlinde Kanun’un bölge adliye mahkemesi için ilk derece mahkemesi veya istinaf incelemesi yapan mahkeme olarak tanıdığı kırk bin Türk Liralık parasal sınır dâhilinde kesin karar verme yetkisini Yargıtay hukuk dairelerine tanımadığı gibi bir sonuç ortaya çıkar ki kanun koyucunun bunu amaçladığından bahsedilemez.
16. Yukarıda belirtildiği üzere miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dâhil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar temyiz edilemez. HMK’nın Ek Madde 1 hükmüne göre de, 362. maddedeki parasal sınırların, her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanacağı belirtilmiştir. Bu hükümlere göre hesaplama yapıldığında 2021 yılı için temyiz kesinlik sınırı 78.630TL’dir.
17. HMK’nın 366. maddesinin yollaması ile temyiz yolunda da uygulanan 346. maddesi uyarınca, temyiz dilekçesi kesin olan bir karara ilişkin olursa, kararı veren mahkeme temyiz dilekçesinin reddine karar verir. Ancak bu hükme rağmen temyiz edilen karar kesin olduğu hâlde bu konuda inceleme yapılıp karar verilmeksizin dosya Hukuk Genel Kuruluna gönderilmiş ise de, 01.06.1990 tarihli ve 1989/3 E., 1990/4 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince dosyanın mahalline çevrilmesine gerek olmaksızın Hukuk Genel Kurulu tarafından temyiz talebinin reddine karar verilebilecektir. Bu İçtihadı Birleştirme Kararı HUMK hükümleri nedeniyle verilmiş olsa da HMK’daki benzer düzenlemeler de aynı yorum ve sonucu doğurduğu için HMK hükümlerine göre temyiz yönünden de uygulanması gerekir.
18. Tüm bu açıklama ve yasal düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde; somut olayda davacı tarafından 50.000TL tazminatın tahsili talep edilmiş, Özel Dairece davanın reddine karar verilmiş ve dava konusu 50.000TL tazminat yönünden davacı tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur. Bu durumda dava değeri 2021 yılı itibarıyla temyiz kesinlik sınırı olan 78.630TL’nin altında kaldığı anlaşılmakla, anılan karara karşı temyiz yoluna başvurulması miktar itibariyle mümkün bulunmadığından, davacının temyiz isteminin miktar itibarıyla reddine karar vermek gerekmiştir.
19. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, hâkimlerin sorumluluğu nedeniyle tazminat istemiyle açılan eldeki davada, Özel Dairece ilk derece mahkemesi sıfatıyla karar verildiği, bu nedenle HMK’nın 341. maddesi hükümlerinin uygulanması gerektiği, HMK’nın 341/2. maddesi gereğince tazminat isteminin 2021 yılı itibarıyla temyiz kesinlik sınırı olan 5.880TL’nin üzerinde olduğu, kararın kesin olmadığı ve temyiz incelemesinin yapılması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
20. Hâl böyle olunca, davacının temyiz isteminin reddi gerekir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacının temyiz isteminin miktardan REDDİNE, 29.06.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkin olup, Yargıtay ilgili Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle temyiz kesinlik sınırı, ön sorun olarak incelenmiştir.
Hukuk Genel Kurulu tarafından oy çokluğuyla verilen kararda, HMK’nın 362. maddesinde öngörülen kesinlik sınırı uygulanmak suretiyle Yargıtay ilgili Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği karara karşı temyiz yoluna başvurulması miktar itibariyle mümkün bulunmadığından, temyiz isteminin kesinlik sınırı sebebiyle reddine karar verilmiştir.
Hâkimin hukukî sorumluluğu HMK’nın 46. maddesinde düzenlenmiş olup, hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı Devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği öngörülmüştür.
Aynı Kanun’un 47. maddesinde, belli bazı durumlarda bu davanın Yargıtay ilgili hukuk dairesinde açılacağı, bazı hâllerde de Yargıtayın 4. Hukuk Dairesi veya 3. Hukuk Dairesi tarafından ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılamanın yapılacağı kurala bağlanmıştır. Yargıtayın sözü edilen daireleri tarafından ilk derece mahkemesi sıfatıyla yaptıkları yargılama sonunda verilen kararlara karşı temyiz kanun yolu öngörülmüş ve temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından yapılacağı belirtilmiştir.
Genel olarak sorumluluk hukukuna dair esaslar 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) ile düzenlendiği hâlde, hâkimin hukukî sorumluğunun yargılama faaliyetinden doğması sebebiyle HMK’da düzenlenmesi, Kanun koyucunun bilinçli bir tercihidir. HMK’nın 47. maddesinin gerekçesinde “Hakimlerin sorumluluğu nedeniyle açılan tazminat davası, sıradan bir tazminat davası gibi değerlendirilmemelidir” şeklinde açıklama ile bu davanın önemi vurgulanmıştır. Gerçekten hâkimin hukukî sorumluluğu, adil yargılanma hakkı ve hak arama özgürlüğü ile doğrudan bağlantılı olup bu nedenle sözü edilen davalar bakımından, görev ve yetki kuralları ile kanun yolu hükümleri özel biçimde düzenlenmiştir.
Yargıtay daireleri tarafından ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilen kararlara karşı temyiz kanun yolu öngörülmüş olup, temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından yapılacağı HMK’nın 47/1. maddesinde açıkça belirtilmiştir. Ancak sözü edilen ayrık düzenlemede temyiz kesinlik sınırına dair herhangi bir kurala yer verilmemiştir.
Bu noktadan sonra Yargıtay dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği bu kararlara karşı herhangi bir miktar sınırının olmadığı görüşü ileri sürülebileceği gibi, HMK’nın 341. maddesi veya 362. maddesinde öngörülen kesinlik sınırlarına göre değerlendirme yapılıp yapılamayacağının tartışılması gerekir.
İlk olarak, hâkimin sorumluluğuyla ilgili düzenlemede, davanın sıradan bir tazminat davası olmadığı açıklanmak suretiyle, özel olarak yetki, görev ve temyize dair kurallara yer verildiği hâlde, miktar bakımından herhangi bir temyiz sınırı öngörülmemiş olmasının, miktara bağlı olmaksızın temyiz edilebileceği şeklinde yorumlanması bir görüş olarak ileri sürülebilir. Davanın özelliği ve davalının Devlet olması da bu görüşü destekleyebilir.
Ancak hâkimin hukukî sorumluluğuna dair HMK’nın görev, yetki, taraf sıfatı ve rücu ile ilgili sınırlı düzenlemeleri dışında kalan yargılama hukukuna dair tüm hususlarda HMK hükümlerinin uygulanacağı kuşkusuzdur. Bu noktada HMK hükümleri çerçevesinde bir değerlendirme ile bir kesinlik sınırının varlığı kabul edilmeli ve amaca uygun dar yorum metoduyla çözüm aranmalıdır.
HMK’nın 47. maddesinde davanın, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde “ilk derece mahkemesi sıfatıyla” görüleceği açıklanmak suretiyle, davanın özel öneminden dolayı Yargıtay dairesi ilk derece mahkemesi olarak belirlenmiştir. Bu noktadan sonra ilk derece mahkemeleri için belirlenen kanun yolu kesinlik sınırının uygulama alanı bulabileceği ağırlık kazanmaktadır. Zira HMK’nın 341. maddesinde, ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararlara karşı kanun yolu düzenlenmiştir. Maddenin başlığının “istinaf yoluna başvurulabilen kararlar” olması ve ilk derece mahkemesi kararlarına karşı istinaf yolunun öngörülmesi ve Yargıtayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararlarda kanun yolunun “istinaf” yerine “temyiz” olması, maddenin uygulanması noktasına bir tereddüt oluştursa da, HMK’nın 341. maddesi diğer yönüyle ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararların hangilerinin kesin olduğunu düzenlemektedir. Bu yönüyle hâkimin hukukî sorumluluğu çerçevesinde Yargıtay ilgili dairesinde açılan davalar bakımından ilk derece mahkemesi sıratıyla verilen kararlarda kesinlik sınırı bu madde kapsamında belirlenmelidir.
Böyle olunca maddi tazminat talepleri bakımından HMK’nın 341/2. fıkrasında belirtilen miktarın karar tarihindeki yeniden değerleme oranına göre kesinlik sınırı belirlenmesi gerekir. Manevi tazminat talepleri bakımından ise ilk derece mahkemesi kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda miktara bağlı kesinlik sınırı öngörülmediğinden, manevi tazminatla ilgili kararlar bakımından temyiz kanun yolunun açık olduğu kabul edilmelidir.
Konuyla ilgili olarak HMK’nın 362. maddesinin değerlendirmesine gelince; bölge adliye mahkemesi tarafından verilen kararlara karşı temyiz yoluna başvurulamayan kararlar düzenlendiğinden, Yargıtay ilgili dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararlar bakımından uygulama yeri bulunmadığı düşünülmelidir. Sözü edilen düzenlemede, bölge adliye mahkemesi tarafından verilen kararlar bakımından herhangi bir ayrıma gidilmediğinden, gerek bölge adliye mahkemesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla ve gerekse istinaf incelemesi sonucu verdiği kararlar bakımından HMK’nın 362. maddesinin uygulama alanı bulacağı anlaşılmaktadır. Sözü edilen düzenlemenin sadece bölge adliye mahkemesi tarafından verilen kararlarını ilgilendirdiği, ilk derece mahkemesi kararlarının ve Yargıtayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararların bölge adliye mahkemesi kararı olarak değerlendirilemeyeceği açıktır.
Bölge adliye mahkemeleri için verilen kararlarla ilgili temyize dair sınırlandırmanın, kıyas yoluyla ya da yorum yoluyla Yargıtayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararlar için de uygulanması mümkün olmasa gerekir.
Bölge adliye mahkemesi için ilk derece mahkemesi veya istinaf incelemesi yapan mahkeme olarak tanınan parasal kesinlik sınırı dâhilinde kesin karar verme yetkisinin, Yargıtay hukuk daireleri için de tanınması gerektiği şeklindeki gerekçeye dayalı sonuca gidilmesi yerinde olmaz. Zira mesele bölge adliye mahkemesi ile Yargıtay ilgili dairesinin kesin karar verme yetkisinin kıyaslanması olmayıp, özelliği olan bir dava türü olan hâkimin sorumluluğuna dair tazminat davasında adil yargılanama hakkı ve hak arama özgürlüğü çerçevesinde değerlendirme yapılması gerekir.
HMK’nın 47. maddesinde tanınan temyiz hakkının, uyuşmazlıkta uygulanma imkânı bulunmayan aynı Kanun’un 362. maddesi ile kıyas yoluyla ile sınırlandırılmasının sorunlu olduğu düşünülmelidir. Aynı sınırlandırmanın HMK’nın 341. maddesi ile yapılmasının ise Kanun’un genel sistematiğine uygun olduğu söylenebilir. Zira HMK’nın 362. maddesi, temyiz yoluna başvurulamayan kararlar emredici şekilde düzenlediği hâlde, 341. maddede kanun yoluna başvurulabilen kararlar açıklanmıştır. O hâlde, kanun yoluna başvurulamayan başka bir anlatımla kesin olarak verilen ilk derece mahkemesi kararlarının hangileri olduğu 341. madde düzenlemesine göre belirlenmelidir.
İlk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan bir yargılama sonucu maddi tazminatla ilgili verilen kararlar için, bölge adliye mahkemesi tarafından verilen kararlara dair HMK’nın 362. maddesinde öngörülen ve esasen çok yüksek olan kesinlik sınırının uygulanması, hâkimlerin sorumluluğuna dair kararların fiilen temyiz denetimi dışında kalması anlamına gelecektir.
Ayrıca manevi tazminat davaları bakımından ilk derece mahkemelerinin verdikleri kararlara karşı kanun yolu başvurusunda miktar bakımından herhangi bir sınır olmadığı hâlde, bölge adliye mahkemesi kararlarına karşı getirilen temyiz sınırının uygulanması genel olarak kabul edilen manevi tazminat miktarları dikkate alındığında hâkimin sorumluluğu ile ilgili manevi tazminat taleplerinde kabul veya red kararlarının çok büyük ölçüde Yargıtayın ilk derece mahkemesi kararı ile kesinleşmesi sonucunu doğuracaktır.
Yine, 47. maddenin 2. fıkrasında, hukukî sorumluluğu bulunan hâkime karşı Devletin açabileceği rücu davasının da ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtayın ilgili dairesi tarafından görüleceği öngörülmüş olup, bu noktada da HMK’nın 362. maddesindeki yüksek olan temyiz sınırının uygulanması, belirtilen kararların da büyük ölçüde denetim dışında kalmasına neden olacaktır.
Hâkimin sorumluluğuna dair tazminat davası HMK’nın 46-49. maddelerinde özel olarak düzenlenmemiş olsaydı, bu dava ilk derece mahkemesinde açılabilecek ve mevcut yargılama sistemine göre, HMK’nın 341. maddesi uygulanmak suretiyle istinaf kanun yoluna ve ardından aynı Kanun’un 362. maddesindeki koşullara göre temyiz denetimine tabi olabilecekti. Kanun koyucu tarafından sıradan bir tazminat davası olmadığı için ayrı ve özel bir prosedüre tabi tutulan bu davada, diğer ilk derece mahkemesi kararlarına karşı gidilebilen kanun yolu imkânlarının tanınmaması düşünülemez. Kararı veren Yargıtayın ilgili hukuk dairesi olmakla bu karara karşı istinaf kanun yolunun olmayacağı açık olup, aynı koşullarla temyiz denetiminin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından yapılabilmesi gerekir.
Kararın Yargıtayın ilgili Dairesi tarafından verilmiş olması, tek hâkim yerine heyet hâlinde alınmış olması, kanun yolu hakkının sınırlandırılması noktasında belirleyici değildir. Kanunla tanınmış temyiz kanun yolu hakkının, daraltıcı bir yorumla sınırlandırılması yerinde olmaz.
Hâkimin sorumluluğu ile ilgili davalarda Yargıtay ilgili dairesi ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapmakta ve Kanun’un ilk derece mahkemesinde yapılmasını öngördüğü bütün usul hükümleri uygulanmaktadır. İlgili dairenin temyiz incelemesi sonucu verilen bir karar olmayıp, ilk derece mahkemelerine özgü olarak davanın kabulü veya reddine dair kararlar verilmektedir. Verilen karara karşı temyiz hakkı HMK’nın 47. maddesinde öngörülmüş olup, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonucu verilen karara karşı, bölge adliye mahkemesi kararları için öngörülen kesinlik sınırının uygulanması isabetli olmaz.
Hâkimlerin hukukî sorumluluğunu düzenleyen HMK hükümleri ve aynı Kanun’un kanun yoluna dair tüm düzenlemeleri dikkate alındığında, Yargıtay ilgili dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği karara karşı kesinlik sınırı noktasında 341. maddenin uygulanması yerinde olur.
Somut uyuşmazlık bakımından davaya konu edilen ve reddine karar verilen miktar bakımından HMK’nın 341. maddesi hükümlerine göre kararın kesin olmadığı ve temyiz kanun yolunun açık olduğu sonucuna varılması gerektiği düşüncesinde olduğumdan, sayın çoğunluğun kesinlik sınırı sebebiyle ön sorun olduğunu kabul eden görüşüne katılamıyorum.