Hukuk Genel Kurulu 2020/338 E. , 2022/1194 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda ... Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı istemi:
4. Davacı vekili, müvekkili ... tarafından davalıya, 2005 yılı ekonomik raporunun hazırlanması karşılığında 26.03.2007 tarihinde 25.000TL ödeme yapıldığını, 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu’nun 100. maddesine göre yapılan denetim sonucunda 2006 yılında danışmanlık hizmeti çerçevesinde davalıdan alınan hizmetin bedeli ödenmiş olmasına rağmen hiçbir dayanağı olmadığı hâlde 2006 yılında hazırlanan 2005 yılı ekonomik raporu karşılığında 25.000TL+KDV ödemesi yapılarak odanın zarara uğratıldığının tespit edildiğini, ödenen bedelin faizi ile birlikte iadesi hususunda davalıya yapılan bildirimlere rağmen ödemede bulunulmadığını, başlatılan icra takibinin davalının haksız itirazı üzerine durduğunu ileri sürerek itirazın iptali ile takibin devamına ve davalı aleyhine icra inkâr tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı cevabı:
5. Davalı vekili, davacının iddiasının sebepsiz zenginleşmeye dayandığını, söz konusu ödeme ve ödemeye sebep olan sözleşmenin 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) döneminde imzalandığını, bu nedenle uygulanması gereken bir senelik zamanaşımı süresinin dolduğunu, davacının hakkını öğrenme tarihinin dava dilekçesinde belirtildiği şekilde en geç 10.06.2011 tarihi olduğunu ve icra takibinin başlatıldığı 19.12.2012 tarihine kadar zamanaşımının geçtiğini, bileşik faiz uygulanamayacağını, davaya konu 25.000TL’nin 2006 yılı ekonomik raporu düzenlemesi karşılığında ödendiğini, yıllık ekonomik raporun danışmanlık sözleşmesi kapsamında değerlendirilemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuş, müvekkili lehine kötü niyet tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.10.2014 tarihli ve 2013/137 E., 2014/399 K. sayılı kararı ile; davacının davaya konu hususu en geç Bakanlık yazısının tebliğ alındığı 10.06.2011 tarihinde öğrendiğinin kabulünün gerektiği, davalıdan ödeme talep edilen 01.10.2012 tarihine kadar bir yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği ve taraflar arasında akdedilen danışmanlık konulu hizmet sözleşmeleri ile yıllık rapor hazırlanmasına dair sözleşmelerin davalıya yüklediği borçların farklı olduğu, 06.03.2007 tarihinde imzalanan yıllık rapor hazırlanmasına dair sözleşmenin geçerli bir şekilde kurularak ifa edildiği, bu nedenlerle davacının ödemiş olduğu meblağın iadesinin istenemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulması üzerine, Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 22.03.2016 tarihli ve 2015/4782 E., 2016/8415 K. sayılı kararı ile; davanın hem zamanaşımı nedeniyle hem de esastan reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.
8. Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.02.2017 tarihli ve 2016/233 E., 2017/44 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı :
9. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
10. Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 29.04.2019 tarihli ve 2017/6428 E., 2019/4219 K. sayılı kararı ile; “…Davacı, davalıya danışmanlık hizmet bedeli karşılığı ödenen bedelin hiçbir dayanağının olmadığının yapılan teftiş sonucu öğrenildiğini ileri sürerek davalıya yapılan ödemenin tahsili amacıyla başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali istemiyle eldeki davayı açmıştır. Davalı, zamanaşımının dolduğunu ileri sürmüş, esastan davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, davanın sebepsiz zenginleşmeden kaynaklandığı kabul edilerek, davacının yaptığı fazla ödemeyi 10.06.2011 tarihli bakanlık yazısını tebliğ alarak öğrendiği ve 1 yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra 01.10.2012 tarihinde davalıdan ödeme talep ettiği ve davanın da 1 yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra açıldığı gerekçesiyle zamanaşımından davanın reddine karar verilmiştir. Oysa ki taraflar arasındaki uyuşmazlık, danışmanlık hizmet sözleşmesinden kaynaklanmakta olup, 818 sayılı B.K 125.maddesi (6098 sayılı TBK'nın 146. maddesi) gereğince 10 yıllık zamanaşımı süresinin geçerli olduğunun kabulü gerekir. Sebepsiz zenginleşme hukuki nedenine bağlı olarak zaman aşımı süresinin uygulanacağının kabulü mümkün değildir. Hal böyle olunca; mahkemece, sözleşme ilişkisi nedeniyle 10 yıllık zamanaşamı süresinin uygulanması gerektiği gözetilerek işin esasına girilmek suretiyle taraf delilleri toplanıp hasıl olacak sonuca uygun karar verilmesi gerekirken, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.11.2019 tarihli ve 2019/191 E., 2019/402 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesinin yanında, davacının davalı ile arasındaki danışmanlık hizmetinin 2007 yılında devam ettiğine ilişkin yazılı belge sunamaması nedeniyle 2007 yılında danışmanlık sözleşmesinin olmadığının kabulünün gerektiği, davalının da ödenen paranın ekonomik rapor düzenlenmesine ilişkin olduğunu ispat edememesi nedeni ile ödenen paranın sebepsiz olduğu ve BK’nın 66. maddesi hükmü uyarınca sebepsiz zenginleşme hükümleri kapsamında kaldığı, davacının fazla ödeme yapmış olduğunu 10.06.2011 tarihli Bakanlık yazısını tebliğ alarak öğrendiği, sebepsiz zenginleşme zamanaşımı süresinin bir ve on yıl olduğu, davacının bir yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra 01.10.2012 tarihinde davalıdan ödeme talep ettiği, davanın da bir yıllık zamanaşımı geçtikten sonra 18.07.2013 tarihinde açıldığı, davalının cevap dilekçesi ile süresinde zamanaşımı itirazında bulunduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, BK’nın 66. maddesinde düzenlenen sebepsiz zenginleşmeye ilişkin bir ve on senelik mi yoksa BK’nın 125. maddesinde düzenlenen sözleşme ilişkisine dayalı on senelik mi zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle sebepsiz zenginleşme kavramı ve hukukî işlemlerden doğan borçlardan farkının açıklanmasında yarar vardır.
15. Bilindiği üzere borç ilişkilerinin kaynakları, dava tarihi itibariyle yürürlükte olan ve somut olayda uygulanması gereken BK’nın genel hükümlerinde, birinci kısımda ve üç fasılda gösterilmiştir. “Borçların Teşekkülü” başlığı altında, sözleşmeden doğan borçlar (BK m. 1– 40) ile haksız fiilden doğan borçlar (BK m. 41– 60) düzenlenmiş; yine aynı başlık altında, borçların üçüncü genel kaynağı olarak haksız (sebepsiz) iktisaba (BK m. 61– 66) yer verilmiştir. Bunların dışında bir de kanundan doğan borçlar bulunmaktadır.
16. Böylelikle, hukukumuzda borçların kaynağı; sözleşme, haksız fiil, sebepsiz zenginleşme ya da bir kanun hükmü olarak kabul edilmiştir.
17. Hukukî işlemden doğan borç ilişkilerinin başlıca kaynağı ise sözleşmedir. Her sözleşme, taraflar arasında bir hukukî ilişki meydana getirir ve bu ilişkiye “sözleşmeye dayalı=akdî ilişki” denir. Sözleşme; hukukî bir sonuç doğurmak üzere, iki veya daha ziyade kişinin karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanlarının uyuşmasını ifade eder.
18. Bu noktada “hizmet sözleşmesi” ile ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin de açıklığa kavuşturulmasında fayda vardır.
19. Hizmet sözleşmesi, sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan BK’nın 313/1. maddesinde;
“Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeği ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder” şeklinde tanımlanmıştır.
20. Aynı düzenlemenin 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunundaki (TBK) karşılığı “Genel hizmet sözleşmesi” başlığı altında yer alan 393/1. maddesi olup, bu maddede hizmet sözleşmesinin, işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi ve işverenin de ona zamana veya yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşme olduğu belirtilmiştir.
21. Anılan hükümler gereğince hizmet akdinin unsurları; hizmetin belirli veya belirli olmayan bir zaman içinde görülmesi, hizmet akdinin konusu olan edimin işverene ait işyerinde yerine getirilmesi, edimin ifası sırasında işverenin denetim ve gözetimi altında bulunması, edimin ücret karşılığında yapılması ve ücretin zaman esası üzerinden saptanmasıdır. Ücret zaman itibariyle olmayıp yapılan işe göre verildiği takdirde dahi belirli ya da belirli olmayan bir zaman için alınmış veya çalışılmış oldukça hizmet akdi yine mevcuttur. Hizmet akdinin belirleyici ve ayırıcı unsurları zaman ve bağımlılıktır. Zaman ve bağımlılık unsurlarını birlikte gerçekleştirecek biçimde çalışmanın varlığı hâlinde aradaki ilişkinin hizmet akdine dayalı olduğunun kabulü gerekir. Nitekim aynı ilkelere Hukuk Genel Kurulunun 07.07.2021 tarihli ve 2017/(23)15-1692 E., 2021/949 K. sayılı kararında da değinilmiştir.
22. Hizmet sözleşmesine ilişkin bu açıklamalardan sonra “sebepsiz zenginleşme” kavramı ve hukukî niteliği üzerinde durulması yerinde olacaktır.
23. Borcun kaynaklarından biri olarak öngörülen sebepsiz zenginleşme, BK’nın 61 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Benzer hükümler TBK’nın 77. ve devamı maddelerinde de yer almaktadır. BK’nın 61. maddesi; “Haklı bir sebep olmaksızın aharın zararına mal iktisabeden kimse, onu iadeye mecburdur. Hususiyle muteber olmayan veya tahakkuk etmemiş bulunan bir sebebe yahut vücudu nihayet bulmuş olan bir sebebe müsteniden ahzolunan şeyin, iadesi lazımdır” hükmünü haizdir.
24. Haklı bir neden olmaksızın başkasının malvarlığından ya da emeğinden zenginleşen kimse bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür (TBK m. 77). Bu yükümlülük özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan ya da gerçekleşmemiş veya sona ermiş bir nedene dayanması durumunda doğmuş olur. Zamanaşımına uğramış bir borcun ifasından veya ahlaki bir ödevin yerine getirilmiş olmasından kaynaklanan zenginleşmeler geri istenemez. Hukuka ya da ahlaka aykırı bir sonucun gerçekleşmesi amacıyla verilen şey geri istenemez (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, ... 2021, s. 962).
25. Buna göre borcun kaynağı olarak öngörülen sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik (illiyet) bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli haklı bir sebebe dayalı olmaması gerekmektedir.
26. Sebepsiz zenginleşmeden bahsedilebilmesi için aranan en önemli şart zenginleşenin mal varlığında meydana gelen artışın haklı bir sebebe dayanmamasıdır. Zira zenginleşmeyi doğuran sebep, kazandırma veya zenginleşenin müdahalesi ya da umulmayan bir olay olabilir. Nitekim BK’nın 61. maddesinde özellikle “haklı bir sebep olmaksızın” ifadesine yer verilmiş ve haklı olmayan sebep teşkil edecek hususlar örnek olarak sayılmıştır. Bu durumda kazandırmaya (edime) dayanan sebepsiz zenginleşme; “geçerli olmayan sebebe” veya “gerçekleşmemiş sebebe” veyahut da “sona ermiş sebebe” dayalı olarak gerçekleşebilir.
27. Sebepsiz zenginleşme hâlinde zenginleşen ve fakirleşen arasında kanun gereği bir borç ilişkisi doğmakta olup bu borcun konusu malvarlığında meydana gelen fazlalığın geri verilmesidir. Sebepsiz zenginleşmede sadece mal varlığındaki eksilmenin giderilmesinin talep edilmesi söz konusudur.
28. Görüldüğü gibi, sebepsiz zenginleşme ikincil (talî) nitelikte olup mal varlığındaki azalmanın başka aslî nitelikteki davalarla önlenmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme davası gündeme gelemez. Başka bir anlatımla aynı olayda, aynî haktan (istihkak davası), zilyetlikten, sözleşmeden, sözleşme benzeri hukukî ilişkiden veya haksız fiilden kaynaklanan bir talebin ileri sürülmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme hükümleri uygulama alanı bulamayacaktır.
29. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendiğinde; davaya konu edilen alacağın sözleşmeden mi yoksa sebepsiz zenginleşmeden mi kaynaklandığı hususu uyuşmalığın çözümünde ayırıcı unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Davacı vekili, davalıya 26.03.2007 tarihinde “2005 yılı ekonomik rapor hazırlanması hizmet bedeli” açıklamasıyla yapılan ödemenin hiçbir dayanağının olmadığının yapılan teftiş sonucu öğrenildiğini ileri sürerek anılan bedelin tahsilini istemektedir. Kaldı ki, anılan raporun davalı tarafından hazırlandığı hususunda da taraflar arasında çekişme bulunmamaktadır. Her ne kadar davalı vekili süresinde zamanaşımı def’ini ileri sürmüş ve olaya sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanması suretiyle bir yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğinden bahisle davanın reddini istemiş ise de dosya kapsamı itibariyle taraflar arasında uzun yıllara sirayet eden danışmanlık hizmet sözleşmelerinin bulunduğu aşikârdır.
30. Bu itibarla, taraflar arasında sözleşme ilişkisi mevcutken uyuşmazlığın; sebepsiz zenginleşme kurallarına göre değil, sözleşme hukuku çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği kuşkusuzdur. O hâlde somut olaya, BK’nın 66. maddesinde düzenlenen sebepsiz zenginleşmeye ilişkin bir ve on senelik değil, BK’nın 125. maddesinde düzenlenen sözleşme ilişkisine dayalı on senelik zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir.
31. Bu durumda davanın bir yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğinden bahisle reddi yerinde olmayıp, davanın açılması için on yıllık genel zamanaşımı süresi gözetilerek esasının incelenmesi suretiyle karar verilmesi gerekmektedir.
32. Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki belge ve delillere, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi doğru değildir.
33. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29.09.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.