Hukuk Genel Kurulu 2021/157 E. , 2022/1180 K.
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “İşçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 7. İş Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 01.01.2006 tarihinden iş sözleşmesinin geçerli neden olmaksızın feshedildiği 18.10.2011 tarihine kadar Hamburg ve Kuzey Almanya muhabiri olarak çalıştığını, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iadeye ilişkin açtığı davanın kabul edilerek Yargıtay tarafından onandığını, buna rağmen işe iade kararına bağlı ücret ve tazminatları ile diğer alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek, alacakları için başlattığı icra takibine vaki itirazın iptaliyle takibin devamına, ödenmeyen işçilik alacakları ile ücret alacaklarının yüzde beş fazlası alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını, talep edilen alacaklar belirlenebilir olduğundan dava şartı yokluğundan davanın reddinin gerektiğini, zamanaşımı def’înde bulunduklarını, davacının işe davet edilmesine rağmen haklı neden olmaksızın işe başlamadığını, davacı ile müvekkili arasında iş ilişkisi bulunmadığını, 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun’a göre gazeteci ile yapılacak sözleşmenin yazılı olması gerektiği hâlde somut olayda yazılı bir sözleşme bulunmadığını, davacının Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğü Personel Yönetmeliği kapsamında çalışmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı:
6. Ankara 7. İş Mahkemesinin 16.12.2015 tarihli ve 2013/1135 E., 2015/1478 K. sayılı kararı ile; davacının tazminat ve diğer alacaklara hak kazandığı, bilirkişi raporunun hüküm kurmaya yeterli ve elverişli bulunduğu, bilirkişi ek raporunda hesaplanan bakiye ücret alacağının yüzde beş fazlasına ilişkin talebin dönemin kısa süreyi içermesi ve davanın derhal açılmış olması dikkate alınarak %50 oranında indirim yapıldığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
7. Ankara 7. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesinin 03.04.2019 tarihli 2016/8878 E., 2019/7504 K. sayılı kararı ile; “…Mahkeme kararında yazılacak hususlar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 297. maddesinde belirtilmiştir. Maddeye göre, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
Öte yandan, kanunun aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararın hüküm fıkralarının, açık, anlaşılır, çelişkisiz ve uygulanabilir olması gerekmekle birlikte, kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi sebeplere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi sebeple haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi sebeple o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
Kısa karar ile gerekçeli karar çelişkisi, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 10.04.1992 tarihli ve 1991/7 esas, 1992/4 karar sayılı ilamı gereğince bozma sebebidir.
Somut uyuşmazlıkta, kısa kararın,
5. fıkrasında “Net 43.286,10 TL” izin ücretine, 7. fıkrasında “Net 59.503,04 TL” bakiye ücret alacağı %5 fazlalığına hükmedildiği halde, gerekçeli kararın ise,
5. fıkrasında “Net 43.486,10 TL” izin ücretine, 7. fıkrasında “Net 19.145,00 TL” bakiye ücret alacağı %5 fazlalığına hükmedilmesi açık bir çelişki oluşturmaktadır. Yukarıda açıklanan ilke ve esaslara uyulmadan, kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki yaratılarak karar verilmesi bozma sebebidir…” gerekçesiyle sair temyiz sebepleri incelenmeksizin karar bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı:
9. Ankara 7. İş Mahkemesinin 12.07.2019 tarihli ve 2019/224 E., 2019/306 K. sayılı kararı ile; bozma kararına uyulmasına karar verildikten sonra yapılan yargılamada önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
10. Ankara 7. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesinin 04.06.2020 tarihli 2020/1885 E., 2020/5782 K. sayılı kararı ile; davalının sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra “…A) Öncelikle bakiye ücret alacağına ilişkin %5 fazlalığın tahsili talebi bakımından Anayasa Mahkemesi’nce verilen iptal kararının somut uyuşmazlığa etkisinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bilindiği üzere, 14/02/2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 25/12/2019 tarih, 2019/108-2019/101 esas-karar sayılı kararı ile “13/6/1952 tarihli ve 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun’un 4/1/1961 tarihli ve 212 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değiştirilen 14. maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE” karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi söz konusu norm denetimini, görülmekte olan bir davada Mahkemenin başvurusu üzerine, bir başka ifadeyle itiraz (somut norm denetimi) yoluyla gerçekleştirmiştir. Anayasa Mahkemesince, ilk incelemede, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine karar verildikten sonra itiraz konusu kuralın benzer içeriğe sahip olan ve gazetecilere vaktinde ödenmeyen fazla çalışma ücretlerinin her gün için yüzde beş fazlasıyla ödenmesini öngören 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun’un 4/1/1961 tarihli ve 212 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değiştirilen ek 1. maddesinin sekizinci fıkrasının ikinci cümlesinin Anayasa Mahkemesinin 19/09/2019 tarihli ve esas 2019/48, karar 2019/74 sayılı kararıyla iptal edildiği de belirtilerek “Gazetecilere ücretlerini vaktinde ödemeyen işverenler, bu ücretleri, geçecek her gün için yüzde beş fazlasiyle ödemeye mecburdurlar.” hükmünü içeren 5953 sayılı Kanun’un 14 üncü maddesinin 2 inci fıkrasının iptaline karar verilmiştir.
Bu durumda söz konusu iptal kararının bağlayıcılığı ile hangi uyuşmazlıklar bakımından hukukî sonuç doğuracağı sorunu ele alınmalıdır.
T.C. Anayasası’nın “Anayasa Mahkemesinin kararları” başlıklı 153 üncü maddesinin 6 ncı fıkrasına göre “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” Aynı maddenin beşinci fıkrasına göre ise “İptal kararları geriye yürümez.”
İptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, Anayasa Mahkemesi’nin 12/12/1989 tarih, 1989/11-48 esas-karar sayılı kararında “Türk Anayasal sisteminde, 'Devlete güven' ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” şeklinde ifade edilmiştir.
Anayasadaki bu düzenlemeden güdülen amaç, iptal edilen kanuna dayanılarak, daha önce yapılan işlemlerin geçerliliklerini koruyacağıdır. Ancak iptal kararının geriye yürümeyeceğini mutlak olarak anlamak ya da kabul etmek mümkün değildir. Bir kere iptal kararları geriye yürümeyecekse, dava mahkemelerinin davaları durdurarak sorunu Anayasa Mahkemesine havale etmesinin bir anlamı olmayacaktır (Teziç, Erdoğan: Anayasa Hukuku, İstanbul, 2003, s.214).
Nitekim bu mülâhazalarla somut norm denetimi sonucunda Anayasa Mahkemesince iptal kararı verilmesi durumunda, bu kararın geriye yürümesi gerektiği kabul edilmiştir. T.C. Anayasası’nın “Anayasaya aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi” başlıklı 152 nci maddesinin üçüncü fıkrasına göre “Anayasa Mahkemesi, işin kendisine gelişinden başlamak üzere beş ay içinde kararını verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse mahkeme davayı yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandırır. Ancak, Anayasa Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır.”
Anayasa’da yer alan açık hüküm gereğince, somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesi’nce iptal kararı verilmesi durumunda, iptal kararı, itiraz yoluna başvuran mahkeme bakımından bağlayıcıdır ve geriye yürür. Bununla birlikte, bu kararın henüz kesinleşmemiş ve görülmekte olan benzer nitelikteki diğer davalara etkisi ayrıca değerlendirmeye muhtaçtır.
İptal kararının görülmekte olan benzer nitelikteki diğer davaları etkilemeyeceği kabul edilirse, iptal edilen kanuni düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olduğu sabit duruma geldiğinden, T.C. Anayasası’nın 152 nci maddesinin birinci fıkrası gereğince benzer nitelikteki davalara bakmakta olan bütün mahkemelerce Anayasa Mahkemesi’ne müracaat edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılır ki, bu ihtimalde de görülmekte olan diğer davalar bakımından nihai olarak iptal kararının geriye yürümesi neticesi ortaya çıkacaktır.
Belirtmek gerekir ki, T.C. Anayasası’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11 inci maddesine göre “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.” 138 inci maddeye göre de hâkimler öncelikle Anayasa’ya uygun olarak hüküm verirler.
Bütün bu açıklamalar ışığında, somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesince verilecek iptal kararının, kesin hüküm halini almış yargı kararları saklı kalmak şartıyla, geriye yürüdüğünü kabul etmek zorunludur. Esasen geriye yürümezlik ilkesi hukuk güvenliği amacıyla tercih edildiğine göre, bu ilkenin yalnız kesin hüküm halini almış kararlar bakımından kabul edildiğini söylemek onun amacına daha uygun düşer (Kıratlı, Metin: Anayasa Yargısında Somut Norm Denetimi, Ankara, 1966, s. 180; Kuzu, Burhan: Anayasa Mahkemesinin İptal Kararlarının Geriye Yürümezliği Sorunu, İÜHFM, 1988, C:2, s.214; Teziç, Erdoğan: Anayasa Hukuku, İstanbul, 2003, s.214; Aliefendioğlu, Yılmaz: Anayasa Yargısı ve Türk Anayasa Mahkemesi, Ankara, 1996, s.305; Tunç, Hasan: Türk Anayasa Yargısında İtiraz Yolu, Erzincan, 1992, s.72-73).
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15/06/2011 tarih ve 2011/20-231, 2011/425 esas-karar sayılı kararında da “Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır. Zira, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usulü kazanılmış hakkın da istisnasını teşkil ederler” hususları belirtilmiştir.
Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin 12/12/1989 tarih, 1989/11-48 esas-karar sayılı kararında da “Anayasa'nın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi'nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Aynı durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa'nın, 'Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.' yolundaki 153. maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur...” hususları ortaya konulmuştur.
Açıklanan bu hukuki olgular ışığında temyiz itirazlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Mahkemece, bakiye ücret alacağının %5 fazlalığı hüküm altına alınmış ise de, 14/02/2020 tarih ve 31039 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı ile belirtilen alacağın %5 fazlalığının dayanağı olan norm iptal edilmiştir. Ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, bu iptal kararının kesinleşmemiş davalara da tatbiki gerektiğinden, mahkemece bakiye ücreti alacağının %5 fazlalığı talebi yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan, bakiye ücret alacağının %5 fazlalığı talebi, dava tarihinden sonra Anayasa Mahkemesi’nce verilen iptal kararının gereği olarak reddedileceğinden, Dairemizce bu red nedeniyle oluşan miktar bakımından davalı yararına vekalet ücreti ve yargılama giderine hükmedilmesinin hakkaniyetli olmayacağı ve adaletsizliğe yol açacağı sonucuna varıldığından, bu husus da mahkemece gözetilmelidir.
B) Taraflar arasında davacının 2011/Ekim ayı bakiye ücret alacağının olup olmadığı noktasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
Somut olayda; davacı taraf iş akdinin feshedildiği 2011/Ekim ayının 14 günlük ücret alacağını talep etmiştir. Hükme esas alınan bozma öncesi bilirkişi ek raporunda; davalı işverence davacıya Ekim 2011 ayına ait 18 günlük net ücret tutarı 1.110,00 TL’nın 31.10.2011 tarihinde ödenmiş ise de 5953 sayılı Kanunun 14. maddesine göre davacıya Ekim 2011 bakiye ücretinin davalıdan tahsili gerektiği belirtilmiş ve net 1.850,47 TL bakiye ücret alacağı hesaplanmıştır.
Dosya içeriğinden; imzasız davalı muavin defterinde 31.10.2011 tarihinde 18 günlük Ekim ayı hizmet alımı ödemesi 1.110,00 ibarelerinin yer aldığı, davalı tarafça banka kayıtlarının delil olarak gösterdiği görülmektedir. Yine, dosya içinde yer alan davacıya ilişkin işe iade dosyasının davacı tarafça bir kısım Almanca banka dekontlarının sunulduğu, bu dekontlardan birinde davalı ismi ile 10 Ekim 2011 tarihinde 1850 Euro ibarelerinin bulunduğu, ayrıca davacı vekilinin işe iade dosyasında 27.03.2012 havale tarihli dilekçesinde 31.10.2011 tarihinde 1850 Euro ödeme yapıldığı beyanında bulunduğu görülmektedir.
Bu durumda, Ekim 2011 ayı bakiye ücret alacağı yönünden; banka kayıtları getirtilerek işe iade dosyasındaki davacı vekili beyanı ve tercüme ettirilmek suretiyle Almanca banka dekontları da dikkate alınarak değerlendirme yapılmalı, sonucuna ve tüm dosya kapsamına göre karar verilmelidir.
C) Davacının yıllık izin alacağı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
5953 sayılı Basın İş Kanunu’nun 29. maddesine göre; “Gazeteciye bu Kanun’un 21. maddesinde yazılı yıllık izni vermeyen veya izni vermiş olup da, izin müddetine ait ücreti ödemeyen işverene, yıllık izin vermediği veya izin süresine ait ücretleri ödemediği kimsenin izin müddetine tekabül eden ücretler yekununun üç katı kadar idarî para cezası verilir; ayrıca gazeteciye ödenmesi gereken ücret toplamı, iki kat olarak ödenir.' Ancak bu düzenlemeye göre izin ücretinin iki kat olarak ödenmesi için, gazetecinin çalışırken talep etmesine rağmen izin kullandırılmadığını veya izin verilmediğini iddia etmesi gerekir. Çalışırken bu yönde talebi olmayan gazetecinin, fesih nedeni ile son ücret üzerinden hesaplanacak izin ücreti, 21. maddedeki sürelerle sınırlıdır. Başka bir anlatımla fesih nedeni ile son ücret üzerinden hesaplanacak izin ücreti 29. madde gereği 2 kat hesaplanamaz.
Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, hak kazanılan izin ücretinin iki katı tutarında izin alacağı hesaplanarak izin ücreti hüküm altına alınmıştır. Ancak davacı tarafça izin talep edildiği halde bu iznin kullandırılmadığı ileri sürülmediği gibi, dosya kapsamında bunu kanıtlamaya yarar herhangi bir delil de bulunmamaktadır. Dolayısıyla, son ücret üzerinden tek kat olarak yıllık izin ücretinin hesaplanması gerekirken yıllık izin ücretinin iki katı olarak hesaplanması yerinde olmayıp, mahkemece bu yön gözetilmeksizin hatalı hukuki değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
12. Ankara 7. İş Mahkemesinin 11.09.2020 tarihli ve 2020/231 E., 2020/222 K. sayılı kararı ile; ücret alacağının yüzde beş fazlası talebine yönelik bozma kararına direnilmesine, diğer bozma nedenlerine uyulmasına, ücret alacağının yüzde beş fazlalığı ile ilgili kısım dışındaki diğer talep ve alacak kalemleri ile ilgili davanın eldeki davadan tefrik edilerek ayrı bir esasa kaydına, davaya yüzde beş fazlalığa yönelik bozma kararı yönünden devam olunmasına karar verildikten sonra Anayasa’nın 153. maddesi ve Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacının, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebileceği, iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesinin Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarihli ve 1989/11 E., 1989/48 K. sayılı kararında da vurgulandığı, bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunmasının hukuk devletinin bir gereği olduğu, hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin kabulünün kaçınılmaz olduğu, Anayasa Mahkemesinin 19.12.1989 tarihli ve 1989/14 E., 1989/49 K. sayılı kararında “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğu”nun vurgulandığı, Danıştayın 16.12.1966 tarihli ve 1963/386 E., 1966/1642 K. sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşünün benimsendiği, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesinin oluşturduğu, kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının uygulanamayacağının kabul edildiği, Hukuk Genel Kurulunun 05.02.2003 tarihli ve 2003/21-30 E., 2003/57 K. sayılı kararında da aynı ilkelerin benimsendiği, somut olayda davacının günlük yüzde beş fazlası alacağına Anayasa Mahkemesinin iptal kararının yayımlanmasından çok önce hak kazanmasına göre Anayasa Mahkemesinin iptal kararının kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı bir etkisi bulunmadığından davacının günlük yüzde beş fazlası alacağını talep edebileceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının ücret alacağının yüzde beş fazlasına ilişkin talebinin hukukî dayanağı olan 5953 sayılı Kanunun 14. maddesinin 2. fıkrasının yargılama devam ederken Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği eldeki davada, sözü edilen normun iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi kararının somut olayda uygulanıp uygulanamayacağı; buradan varılacak sonuca göre davacının ücret alacağının yüzde beş fazlasına ilişkin talebinin reddinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) “Anayasaya aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi” başlıklı 152. maddesinin 1. fıkrasında “Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır.” hükmüne yer verilmiştir. Bu hükümden hareketle somut norm denetimi olarak da ifade edilen itiraz yolu, bir mahkemede görülmekte olan bir davanın karara bağlanmasının, o davada uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükmünün Anayasaya uygun olup olmadığının belirlenmesi ve bu belirlenmenin sonucuna bağlı olduğu durumlarda yapılan denetimdir. Buna göre, bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükmünü Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır.
16. Yukarıda sözü edilen 152. maddenin 3. fıkrasında ise “Anayasa Mahkemesi, işin kendisine gelişinden başlamak üzere beş ay içinde kararını verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse mahkeme davayı yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandırır. Ancak, Anayasa Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır.” düzenlemesine yer verilmiş olup Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararının itiraz yoluna başvuran mahkeme açısından bağlayıcı olduğu ve geriye yürüyeceği sonucuna ulaşılmaktadır.
17. Bu noktada, iptal kararının görülmekte olan benzer davalara etkisi konusunda değerlendirme yapmak faydalı olacaktır.
18. Bilindiği üzere Anayasanın 153. maddesinin 5. fıkrasına göre iptal kararları geriye yürümez. İptal kararlarının geriye yürümezliğine ilişkin hükmün temel amacı iptal edilen kanuna veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükmüne dayanılarak daha önce yapılan işlemlerin geçerliliklerinin korunmasını sağlamaktır. Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarihli ve 1989/11 E., 1989/48 K. sayılı kararında da iptal kararların geriye yürümezliği “Türk Anayasal sisteminde, 'Devlete güven' ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” şeklinde açıklanmıştır.
19. Bununla birlikte, bu ilkenin mutlak olarak kabul edilemeyeceği ortadadır. Zira yukarıda da değinildiği üzere somut norm denetiminde, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse itiraz yoluna başvuran mahkeme iptal kararını uygulamak zorunda olup bu durumda iptal kararı geriye yürüyecektir; aksinin kabulü hâlinde ise mahkemeler açısından itiraz yoluna başvurulmasının bir anlamı olmayacaktır.
20. Diğer taraftan, Anayasanın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.” düzenlemesi; “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı 138. maddesinin 1. fıkrasında “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.” ve 153. maddesinin 6. fıkrasında “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazete'de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” hükümleri ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 33. maddesinde ise “Hâkim, Türk hukukunu resen uygular.” şeklinde ifadesini bulan yasal ilke yer almaktadır.
21. Belirtmek gerekir ki, somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesi tarafından verilen iptal kararlarının kesin hüküm hâlini almış yargı ve idare kararları saklı kalmak şartıyla geriye yürüdüğünü kabul etmek gerekmektedir. İptal kararlarının geriye yürümemesi “hukuk güvenliğini sağlamak” amacı ile konmuş olduğuna göre, bu ilke yalnızca kesin hüküm hâllerinde ifade eder (Teziç, Erdoğan: Anayasa Hukuku (Genel Esaslar), 23. Bası, İstanbul 2019, s. 264, 265;).
22. Yapılan bu açıklamalara göre, somut norm denetimi yoluyla verilen Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının kesin hüküm hâlini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
23. Bu noktada usulî kazanılmış hak kavramından bahsetmekte yarar bulunmaktadır.
24. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (ve mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu) 'usuli kazanılmış hak' kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukukî alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
25. Türk Hukuk Lûgatında da “kazanılmış hak” daha önce yürürlükte olan hükümlere göre bir kişi yararına kazanılmış olan hak şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara 2021, s. 676).
26. Kazanılmış haklar, hukuk devletinin temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2. maddesinde açıklanan 'Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir.' hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabulü mümkün değildir.
27. Bir mahkemenin Yargıtay dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda ifade edilen hukukî esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “usuli kazanılmış hak” olarak tanımlanan bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir (09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK).
28. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen 'usuli kazanılmış hak' olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması durumunda, Yargıtay bozma kararına uyulmuş olmakla oluşan usulî kazanılmış hak hukukî olarak değer taşımayacaktır.
29. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilmesi hâlinde usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilmesi gerekmektedir (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, s. 6340; ayrıca HGK'nın 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E, 2004/19 K. ile 20.12.2017 tarihli 2017/5-2575 E., 2017/1906 K.).
30. Bu belirtilenlerin dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda da usulî kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru, s. 4771 vd.).
31. Uyuşmazlık konusu talebin hukukî dayanağı olan 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun’un (5953 sayılı Kanun) 04.01.1961 tarihli ve 212 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değişik 14. maddesinin 2. fıkrası; “…Gazetecilere ücretlerini vaktinde ödemeyen işverenler, bu ücretleri, geçecek her gün için yüzde beş fazlasiyle ödemeye mecburdurlar.” şeklinde düzenlenmişken Anayasa Mahkemesinin 25.12.2019 tarihli ve 2019/108 E., 2019/101 K. sayılı kararı ile; “….10. İtiraz konusu kural, gazetecilere ücretlerinin gününde ödenmemesi durumunda bu ücretlerin her geçen gün için yüzde beş fazlasıyla ödenmesine ilişkin olup bu oran yıllık yüzde 1.825’e tekabül etmektedir. Söz konusu kural, bu kuralın icrası ve doğurduğu sonuçlar bakımından basın sektöründe faaliyette bulunan teşebbüs ve işletmeleri doğrudan etkileyebilecek niteliktedir…
19. Ancak getirilen sınırlamanın orantılı bir tedbir olup olmadığı da değerlendirilmelidir. Kişilerin iktisadi faaliyetlerini etkileyebilecek düzenlemeler açısından orantılılık ilkesi kamu yararı ile kişinin teşebbüs hürriyetinden yararlanabilmesi arasında makul bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Bir başka ifadeyle işverenin teşebbüs özgürlüğü ile gazetecilerin ve toplumun çıkarları arasında makul bir denge kurulmalıdır. Bu bağlamda ücret alacaklarının zamanında ödenmemesi durumunda uygulanacak yaptırımın teşebbüs sahiplerine aşırı ve katlanılamaz bir külfet yüklememesi gerektiği açıktır. Çok yüksek meblağlara ulaşabilen yüzde beş fazla ödeme kuralının işverene aşırı bir külfet getirdiği ve bu sınırlamanın sebepsiz zenginleşmeye sebep olabileceği anlaşılmaktadır…
21. Yüzde beş fazla ödemenin yılda yüzde 1.825 oranına ulaşabilmesinin yanı sıra 4857 sayılı Kanun’dan farklı olarak ücretin ödenme zamanının 5953 sayılı Kanun’da belirlenmiş olması nedeniyle gazeteciler yönünden temerrüt şartı da aranmayacaktır. Bir başka ifadeyle ücretin ödenme zamanı kesin biçimde Kanun’da gösterildiğinden ücret alacağı ile birlikte yüzde beş fazla ödeme talep edebilmek için işverenin temerrüde düşürülmesi dahi gerekmemektedir. Bunun yanı sıra yüzde beşlik fazla ödemeye faiz yürütülmesi de mümkün olup ücret alacağı ile yüzde beşlik fazla ödemeye ayrıca yasal faiz uygulanabilecektir.
22. Gazetecinin ücretini korumak ve elde edemediği ücretin zamanında ödenmesini sağlamak için kuralla getirilen ekonomik tedbirin ağırlığı dikkate alındığında böyle bir ödemeye karar verildiği zaman ulaşılan miktar, işverenin ekonomik varlığını ve geleceğini ağır bir şekilde etkileyebilecektir.
23. Açıklanan nedenlerle kuralla teşebbüs ve çalışma özgürlüğüne getirilen sınırlamanın orantısız olduğu ve bu nedenle kuralın ölçülülük ilkesini ihlal ettiği anlaşılmaktadır…
31…Bu hâliyle kural, basın sektöründe çalışanlar için diğer çalışanlara göre nesnel ve makul bir nedenle de olsa orantısız bir farklı muamelenin getirilmesine yol açmaktadır. Bu itibarla kuralla gazeteciler lehine kabul edilen farklı muamelenin ölçülü olduğu söylenemeyeceğinden kural eşitlik ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
32. Nitekim itiraz konusu kural ile benzer içeriğe sahip olan ve gazetecilere vaktinde ödenmeyen fazla çalışma ücretlerinin her gün için yüzde beş fazlasıyla ödenmesini öngören 5953 sayılı Kanun’un 212 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değiştirilen ek 1. maddesinin sekizinci fıkrasının ikinci cümlesi, Anayasa Mahkemesinin 19/9/2019 tarihli ve E.2019/48, K.2019/74 sayılı kararıyla Anayasa’nın 2., 10.,13. ve 48.maddelerine aykırı bulunmuş ve iptal edilmiştir.
33. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2., 10.,13. ve 48.maddelerine aykırıdır. İptali gerekir…” gerekçesiyle itiraz konusu kuralın iptaline karar verilmiştir.
32. Anılan Kanun maddesinin düzenleniş şekline göre Anayasa Mahkemesinin iptaline konu olan norm cümlesi, 14. madde kapsamında ücret alacaklarının vaktinde ödenmemesi durumunda sonuç doğuran bir düzenleme olup, bu bağlamda Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararının ücret alacağının yüzde beş fazlalığına uygulanmasını gerekli kılmaktadır.
33. Somut olayda, mahkemece ücret alacağının yüzde beş fazlası alacağı hüküm altına alınmış, Özel Daire tarafından dayanak normun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği gerekçesiyle anılan alacağın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.
34. Yukarıda açıklanan maddi ve hukukî olgulara göre, ücret alacağının yüzde beş fazlası alacağının dayanağı olan hükmün 14.02.2020 tarihli ve 31039 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 25.12.2019 tarihli ve 2019/108 E., 2019/101 K. sayılı kararı ile iptal edilmesine göre verilen iptal kararının henüz kesinleşmemiş eldeki davada uygulanması gerekmektedir.
35. Bu itibarla, mahkemece Anayasa Mahkemesi tarafından verilen iptal kararı doğrultusunda davacının ücret alacağının yüzde beş fazlasına ilişkin talebinin reddine karar verilmelidir.
36. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 23.06.2020 tarihli ve 2016/22-702 E., 2020/443 K.; 21.12.2021 tarihli ve 2019/9-8 E., 2021/1720 K. sayılı kararlarında da aynı sonuca varılmıştır.
37. Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
38. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 29.09.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.