Ceza Genel Kurulu 2018/421 E. , 2021/696 K.
Yargıtay Dairesi : (Kapatılan) 16. Ceza Dairesi
Sanık ...'in ... 2. Ağır Ceza Mahkemesince 19.06.2017 tarihli ve 318-96 sayılı kararla TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 53, 58/9, 63. maddeleri gereğince 9 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna karar verilmiş, sanık tarafından yapılan istinaf başvurusu ... Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin 14.09.2017 tarihli ve 2157-1963 sayılı kararla reddedilmiş, bu kararın da sanık tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Ceza Dairesi 20.02.2018 tarihli ve 3698-427 sayılı kararında;
''Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle;
Temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyiz sebebine göre dosya incelendi, gereği düşünüldü;
Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi;
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
I-5271 sayılı CMK'nın 101/3. maddesi gereğince tutuklanması istenen ve seçtiği bir müdafii de bulunmayan sanığa müsnet suçun niteliği ve ön görülen ceza miktarı gözetilmeksizin müdafii görevlendirilmesinin yasal zorunluluk olması karşısında; görevlendirilen müdafii refakatinde tutuklanması nedeniyle, delillere erişme ve savunma hazırlama imkanları itibariyle (AİHM Gregaceviç/Hırvatistan) çelişmeli yargılamanın gereği olan 'silahların eşitliği' ilkesinin ve Anayasanın 36, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddeleri ile teminat altına alınan adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğuracak biçimde (AİHM .../Türkiye), adaletin selameti açısından gerekli olan müdafii görevlendirilmeden yargılama yapılıp sorgusu tespit edilmek suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,
II- Uygulamaya göre de,
Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından onanarak kesinleşen Dairemizin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 24.04.2017 tarih, 2015/3 Esas, 2017/3 Karar sayılı kararında '... iletişim sisteminin .../... silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde, kişinin örgütle bağlantısını gösteren delil olacağı'nın kabul edildiği dikkate alınarak, somut dosyada kovuşturma aşamasında dosya içerisine geldiği anlaşılan ve sanığın ... kullanıcısı olduğunu bildiren ayrıntılı ... tespit ve değerlendirme tutanağının CMK’nın 217. maddesi uyarınca duruşmada sanık ve müdafiine okunup diyecekleri sorulduktan sonra yargılamaya devamla bir hüküm kurulması gerektiğinin gözetilmemesi,
Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, sair yönleri incelenmeyen hükmün bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, üye Hamdi Karahan'ın karşı oyu ve oyçokluğuyla, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre, atılı suç için kanun maddelerinde ön görülen ceza miktarı gözetilerek tutukluluk halinin devamına'' şeklindeki gerekçeyle oy çokluğuyla hükmün bozulmasına karar verilmiş;
Daire üyesi H. Karahan;
''Sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan TCK'nın 314/2, 62, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5. maddeleri uyarınca kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik sayın çoğunluğun bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.
Sanık hakkında mahkumiyet hükmü Anayasanın 36/1, AİHS 6/1-3-c, CMK 101/3 maddesi ve Dairemizin 14.11.2017 tarih 2017/1824-2017/5384 sayılı kararına vurgu yapılarak 5271 sayılı CMK'nın 101/3. maddesi gereğince tutuklanması istenen ve seçtiği bir müdafii de bulunmayan sanığa müsnet suçun niteliği ve ön görülen ceza miktarı gözetilmeksizin müdafii görevlendirilmesinin yasal zorunluluk olması karşısında; görevlendirilen müdafii refakatinde tutuklanması nedeniyle, delillere erişme ve savunma hazırlama imkanları itibarıyla çekişmeli yargılamanın gereği olan silahların eşitliği ilkesinin ve Anayasanın 36, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddeleri ile teminat altına alınan adil yargılama hakkının ihlali sonucunu doğuracak biçimde (AİHM .../Türkiye), adaletin selameti açısından gerekli olan müdafii görevlendirmeden yargılamaya devamla karar verilmesi suretiyle savunma hakkının kısıtlandığı gerekçesi ile bozulmuştur.
Sayın çoğunluk bozma nedenine CMK'nın soruşturmaya ilişkin 101/3, Anayasa 36/1, AİHS 6. maddelerini esas alınmakla birlikte bozma gerekçesinde yine Dairemizin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı belirtilerek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.12.2016 tarih ve 2016/17-939-2016/465 sayılı kararını da vurgulamıştır.
Öncelikle sanığa isnat edilen suçun kovuşturma aşamasında müdafii bulundurma zorunluluğunu düzenleyen CMK'nın 150/3 maddesi kapsamında olup olmadığı; tutuklamaya sevkte müdafii bulundurma zorunluluğuna temas eden CMK'nın 101/3 maddesinin, Anayasa 36 ve AİHS 6. maddeleri kapsamında değerlendirmesinin yapılması ve bu hususların hangi kanun yolu ile denetleneceğinin tartışılmasında zorunluluk bulunmaktadır.
CMK'ya göre ceza soruşturma ve kovuşturmasında kural olarak her sanık müdafii yardımından yararlanabilir, istemi halinde kendisine Barodan müdafii atanması zorunludur. CMK'nın 147. maddesine göre savunması öncesinde sanığa bu hakkı hatırlatılmış, sanık müdafii istemeden savunmasını yapacağını beyan etmiştir. Bu hak hatırlatılmadan savunmasının alınması bizatihi bozma nedenidir. Somut olayda bu durum söz konusu değildir.
Yine mevzuatımızda emredici düzenleme olarak CMK'nın 150/3 maddesi müdafii bulundurulmasını sanığın iradesine bırakmayan bir düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır. CMK'nın 150/3 maddesi alt sınırı 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda istem aranmaksızın müdafii görevlendirileceğini hüküm altına almıştır.
Sanığa atılı suç, TCK'nın 314/2 maddesinde yazılı silahlı terör örgütüne üye olma suçudur. Beş yıldan on yıla kadar hapis cezasını gerektirmektedir. 5560 sayılı Kanunun 21. maddesi ile CMK'nın 150. maddesinde yapılan değişiklikten sonra silahlı örgüt üyesi olmak suçundan yapılan yargılamada sanık istemi dışında müdafii bulunmasının zorunlu olmadığı gerek Yargıtay 9. Ceza Dairesi gerekse Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından kabul edilmiştir.
Hemen ifade etmek gerekir ki silahlı terör örgütü üyeliği suçunun zorunlu müdafiilik kapsamında suçlardan olduğu yönünde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine konu Yargıtay Ceza Genel Kurulunda tartışılmış ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.12.2016 gün ve 2016/17-939-2016/465 sayılı kararı ile silahlı terör örgütü üyesi olma suçunun CMK'nın 150/3 maddesi kapsamında zorunlu müdafii bulundurmayı gerektiren suçlardan olmadığına karar verilmiştir.
Suça sürüklenen çocuklar dışında silahlı terör örgütüne üye olma suçu nedeniyle sanıklar hakkında 3723 sayılı Kanunun 5. maddesi ile her halde ½ oranında artırım yapılmasına rağmen, bu suça ilişkin Yargıtay içtihatları bu yönde şekillenmiş olup uygulama aynen devam etmektedir.
Zaten sayın çoğunluğun bozma nedeni CMK'nın 150/3 maddesine dayanmamaktadır. Mevzuatımızda müdafii tayininin sanık ya da şüphelinin iradesine bırakılmayıp zorunlu görüldüğü haller CMK'nın 150/2 maddesinde şüpheli veya sanığın çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır dilsiz olması; CMK'nın 74/2 maddesinde resmi kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınma kararı; CMK'nın 101/3 maddesinde tutuklama talebiyle mahkemeye sevk; CMK'nın 204/1 davranışları nedeniyle hazır bulundurulmasının duruşmanın düzenli yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın yokluğunda duruşma yapılması ve CMK'nın 247/4 maddesinde yazılı kaçak sanık hakkında duruşma yapılmasında isteme bakılmaksızın müdafii görevlendirilme zorunluluğu bulunduğu anlaşılmaktadır.
Somut olayda CMK'nın 150/2, 74/2, 204/1, 247/4 maddeleri söz konusu değildir.
O halde sayın çoğunluğun bozmaya esas aldığı anlaşılan CMK'nın 101/3. maddesinin irdelenmesi gerekecektir.
CMK'nın 101. maddesinin başlığı 'Tutuklama Kararı'dır. Tutuklamanın safahatını düzenler. Müdafii zorunluluğunu düzenleyen CMK'nın 101/3. maddesi 'tutuklama istenildiğinde şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafii yardımından yararlanır' hükmünü amirdir. Yani gerek soruşturmada gerekse kovuşturmada tutuklama kararı istenildiğinde mutlaka şüpheli veya sanığa müdafii tayin zorunluluğuna işaret etmektedir. İsteme bakılmaz. Somut olayda sanığın ilk tutuklanması aşamasında kendisine müdafii atanmıştır.
Maddede tutukluluğun devamı kararlarına ilişkin düzenleme getirildiği halde tutukluluğun devamı kararlarında müdafii zorunluluğuna işaret edilmemiştir. Bu konu doktirinde de tartışılmaktadır. Ancak ağırlıklı görüş tutukluluğun devamı kararlarında müdafii bulunmasının ihtiyari olduğu yönündedir. Nitekim 'Belki tutukluluğu devam eden sanığın yanında veya katılmasa bile avukatın bulunması gerektiği ileri sürülebilir ki bizce bu görüşte en azından CMK m. 101 açısından isabet bulunmamaktadır. Tutuklama tedbirinde avukat bulundurma zorunluluğu, ilk aşama, yani ilk tutuklama tedbirinin değerlendirilmesi için öngörülmüştür. (Prof. Dr Ersan Şen Zorunlu Müdafilik ve Yargılama Sürati)' denilmiştir. İlk tutuklama kararında olduğu gibi tutukluluğun devamı kararlarında müdafii zorunluluğu kişi hürriyetine ilişkin olması nedeniyle farazi olarak kabul edilse bile, ilk tutuklama ve tutukluluğun devamı kararları hangi kanun yolu ile denetlenecektir. Bunun temyiz aşamasında denetimi mümkün müdür? İrdelenmesi gereken asıl husus bu olmakla birlikte tutuklu yargılamada sanığın kendi iradesi ile müdafi bulunmadan yapılan yargılamanın AİHS 6. maddesi kapsamında adil ve dürüst yargılama hakkının ihlali sayılabilir mi sorusunun da cevaplanması gerekecektir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesi adil yargılama hakkı başlıklı olup yargılamaların tabi hakim ilkesine göre kanunla kurulmuş bağımsız, tarafsız mahkemelerde, makul sürede ve açık olarak yapılması, masumiyet ilkesi, savunma hakkının kısıtlanmaması ve tercüman yardımını düzenlemektedir. Somut olayda sanık kendi iradesi ile müdafii istemediğini beyan etmiş ve kovuşturmada sanık istemediği için müdafii olmadan görülmüştür. Yukarıda açıklandığı üzere CMK'nın 150/3.maddesine göre müdafii bulundurma zorunluluğu da yoktur. Bunun doğrudan AİHS 6. maddesine aykırılık teşkil ettiği iddia edilemez. 'Sözleşme ile ... altına alınan hakkın kullanılmasından vazgeçilmesi bunun açıkça söylenmesi ile mümkün olabilir. (Zana/Türkiye)' Sanık ilk derece mahkemesinde hakları hatırlatıldığında müdafii istemediğini beyan etmiştir. İsteme bağlı müdafiiliğin söz konusu olduğu bir suçtan yapılan yargılamada sanığın müdafii istenmemesi nedeniyle yargılamanın müdafii atanmadan yapılması gerek Dairemiz gerekse Yargıtay içtihatlarında Anayasanın 36/1 ve AİHS 6. maddelerine aykırılık teşkil ettiği hususunda somut bir karara rastlanmamıştır. Yani isteme bağlı müdafiiliğin uygulandığı durumlarda talep edilmemesi nedeniyle müdafii atanmadan yargılama yapılması gerek Anayasa 36/1 ve gerekse AİHS 6. maddesinin ihlali niteliğinde değildir.
Öte yandan CMK'nın 101/3. maddesinde yazılı ilk tutuklamada müdafii bulundurulması gerektiğine kuşku yoktur. Somut olayda ilk tutuklamada sanığa müdafii atanmıştır. Ancak biz sanığın ilk tutuklamada müdafii olmadan tutuklandığını tutukluluğunun devamı kararlarının da yargılamanın müdafii istenmemesi nedeniyle müdafii olmadan verildiğini düşünelim. Bu halde hangi kanun yolu ile tutuklama ve tutukluluğun devamı kararının denetleneceğini belirlememiz ve kanun yoluna ilişkin normu uygulama zorunluluğumuz ortaya çıkacaktır.
Hiç kuşku yok ki ilk tutuklama ve tutukluluğun devamı kararları CMK'nın 101/5. maddesine göre itiraz kanun yoluna tabidir. Gerek tutuklama gerekse tutukluluğun devamı kararı itiraz kanun yolu ile denetlenecek ve itiraz üzerine kesin olarak karar verilecektir. İtiraz kanun yoluna tabi olup kesin olarak verilen bir karar temyiz kanun yolu incelenmesi mümkün değildir. Ancak itiraz üzerine kesin olarak verilen karar kanun yararına temyize konu olabilir. Somut olayda kanun yararına temyiz de söz konusu değildir.
Usul hukukuna ilişkin uygulama, yargılamada esasa etki etmişse bunun somut olarak tespiti halinde temyizen incelenip bozma konusu yapılabileceğini ifade etmemiz gerekirse de, somut olayda kendi istemi ile müdafi olmadan yapılan yargılamanın savunmasını ne suretle etkileyip delillere ulaşmada somut olarak hangi güçlüklerle karşılaştığı hangi delillere ulaşamadığının gerek sanık tarafından ortaya konması gerektiği gibi temyiz incelemesinde bu hususların somut olarak tespit edilmesi gerekir ki böyle bir değerlendirme de mevcut değildir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle olayda AİHS 6. maddesi ve Anayasanın 36/1. maddesine ilişkin bir ihlal olmadığı gibi, zorunlu müdafiiliğin gerekmediği, kovuşturmada sanığın kendi talebi ile müdafii istemediği, sanığın ilk tutuklanma kararında müdafiinin bulunduğu, CMK'nın 101/3. maddesinin ilk tutuklamaya ilişkin olduğu, velev ki tutukluluğun devamı kararlarında da sanık lehine genişletici yorumla müdafii bulunması zorunluluğu kabul edilse bile, tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların itiraz kanun yoluna tabi olup, itiraz üzerine kesin olarak karar verildiği, tutukluluğa ilişkin temyiz incelemesi yapılamayacağı müdafii olmadan yapılan yargılamanın savunma hakkı ve delillere erişimde ne gibi güçlüklere neden olduğunun somut olarak ortaya konulmadığından 1 nolu bozma nedenine katılmak mümkün olmadığı gibi;
Yine sayın çoğunluğun 2 nolu bozma nedenine de iştirak etmek mümkün olmamıştır. Zira;
Sayın çoğunluğun hükmün bozulmasına esas aldığı gerekçede Dairemizin 24.04.2017 tarih ve 2015/3- 2017/3 sayılı ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği karar ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun ilk derece mahkemesi olarak verilen yukarıda Dairemizin tarih ve sayısı yazılı karara yönelik temyiz incelemesi ile verdiği 26.09.2017 tarih ve 2017/16-MD-956 2017/370 sayılı kararlarına atıf yapılarak ... iletişim sisteminin .../... silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulduğu ve münhasıran bir kısım örgüt mensupları tarafından bir ağ olması nedeniyle örgütün talimatıyla gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığı her türlü şüpheden uzak kesin kanaate ulaşacak teknik verilerle tespiti halinde kişinin örgüt bağlantısını gösteren delil olduğu tespit ve kabulüne yer verildikten sonra kovuşturma aşamasında dosya içerisine geldiği anlaşılan ve sanığın ... kullanıcısı olduğunu bildiren ayrıntılı ... tespit ve değerlendirme tutanağının CMK'nın 217. maddesi uyarınca duruşmada sanık ve müdafiine okunduktan sonra diyeceklerinin sorulmasından sonra hüküm kurulması gerektiği gözetilerek yetersiz belgelere dayanılarak karar verildiğinden bahisle ikinci bir bozma konusu yapılmıştır.
Dairemizin yukarıda tarih ve sayısı yazılı ilk derece mahkemesi kararı ve bu karara yönelik Yargıtay Ceza Genel Kurulunun temyiz mahkemesi sıfatıyla verdiği karar içeriğinde ... iletişim sisteminin .../... silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulduğu ve münhasıran bir kısım örgüt mensupları tarafından bir ağ olması nedeniyle örgütün talimatıyla gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kulanıldığı her türlü şüpheden uzak kesin kanaate ulaşacak teknik verilerle tespiti halinde kişinin örgüt bağlantısını gösteren delil olduğu hususunda sayın çoğunluk ile aramızda görüş ayrılığı yoktur.
Cevabını aramamız gereken soru şudur? Sanığın ... iletişim sistemini örgütsel iletişimde gizliliği sağlama amacıyla kullandığının kesin ve şüpheden uzak tespiti yönünden dosyaya karardan sonra gelen ... tespit ve değerlendirme tutanağı dosya kapsamı itibariyle suçun sübutu açısından zorunlu bir delil midir?
İlk derece mahkemesi kararına; sanığın ... Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünü bitirmesinden sonra ..., ... ve ...'da çalıştığı tüm kurumların örgüte müzahir olması nedeniyle KHK ile kapatıldığı; Araştırma tutanağından ilk tespit tarihi 11.08.2014 olmak üzere 531.... nolu hattından ... kullandığının tespit edildiği, ancak sanığın savunmasında ... kullandığını kabul etmediği, ancak hattın kendisine ait olduğunu beyan ettiği sanığın diğer delillerden örgütün hiyerarşik yapısına dahil olduğu anlaşıldığından ... mesaj içeriklerinin gelmesinin beklenmediği, sanığın örgüt ele başının çağrısından sonra Bankasya'da katılım ve hurda altın hesapları açtığı HTS analiz raporunda .../... ile irtibatlı 39 kişi ile irtibatının bulunduğu bunlar arasında ... ilinde örgüt mensubu polis memurlarına imamlık yapan ..., ... ve ...'in de bulunduğu, yine irtibatılı olduğu kişiler arasında örgüte müzahir firma dersane ortak ve çalışanları öğretim görevlilerinin de olduğu; hakkında örgüt üyeliği suçundan soruşturma bulunan ... 'nun beyanında sanığın ... kod adını kullandığı örgütte izdivaç görevi de yaptığı, kendisinin sorumlu olduğu askeri personelden bekar olanları ve evlenmek isteyip istemedikleri evlenme için kriterlerini kendisinden sorması üzerine sorumlu olduğu askeri personelle sanığın istemi üzerine görüşüp sanığa aktardığını beyan edip fotoğrafından teşhis ettiği, yine ... Bağcı'nın da subayların manevi durumu aile yaşantısı işyeri ile ilgili hayatlarını takip ederek 15-20 günlük periyotlarla toplantılar yaptığını himmet kurban parası topladığını bunların müdür yardımcısına verildiğini ... kod hakkında bilgiler verdiği kabulüne yer verilerek sanığın silahlı örgüt üyesi olmak suçundan mahkumiyetine karar verilmiştir.
Öncelikle olayda CMK'nın 217. maddesine dayanılarak bozma yapılması mümkün değildir.
Yerel mahkeme sadece Bylocka ilişkin ilk tespit tarihi 11.08.2014 olan araştırma tutanağına dayanmış, ... dışındaki diğer delillere nazaran ... mesaj içeriklerinin beklenmesine yer olmadığını belirterek mahkumiyet kararı vermiştir. Yani kovuşturma safhasından sonra ve fakat istinaf kanun yolu aşamasında dosyaya gelen ... tespit değerlendirme raporuna hükümde dayanılmamıştır. CMK'nın 217. maddesi kararın ancak duruşmada tartışılmış delillere dayandırılacağı hükmünü amirdir. ... tespit ve değerlendirme raporu hükme esas alınmamıştır. Hükme esas alınan ... araştırma tutanağı duruşmaya getirilmiş sanığa okunmuş sanık kabul etmediğini beyan etmiştir. Bu durumda CMK'nın 217. maddesi uyarınca yapılan bozma nedenine katılmak mümkün değildir.
Yukarıda belirtilen deliller kapsamı, ile ... 2. Ağır Ceza Mahkemesince sanığın mahkumiyetine 19.06.2017 tarihinde karar verilmiş, sanık müdafiinin istinaf etmesi üzerine ... Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesince 14.09.2017 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Sayın çoğunluğun sanığın örgüt iletişiminde gizlilik sağlama amacıyla ... kullanıcı olduğu hususunu dosyaya istinaf aşamasında dosyaya giren bu delilin suçun sübutu açısından belirleyici görüşünde olduğundan hükmü bozduğu anlaşılmaktadır. Sayın çoğunluğun bu kararına katılmak mümkün değildir. Zira duruşmada tartışılarak hükme dayanak yukarıda açıklanmış olup bu deliller suçun sübutu yönünden yeterli görülmüş, bu deliller duruşmada okunmuş okunan delillere ilişkin sanık ve müdafiinden diyecekleri sorulmuştur. Sanığın bu delillerle ... programını kurup kullandığı, bankasyaya örgüt elebaşının çağrısı üzerine birden fazla hesap açtığı kod adı aldığı, örgüte müzahir kurumlarda atama usulü ile çalıştığı örgüt hiyerarşisinde yer alıp özel görevler üstlendiği sabittir. Kaldı ki istinaf aşamasında dosyaya giren tespit ve değerlendirme raporu da sanığın ... kullandığına ilişkindir. Yani kurulan mahkumiyet kararını teyit etmektedir. Bozma kararı ile makul sürede yargılama ilkesine de müdahale edilmektedir. İlk derece mahkemesince ortaya konulup tartışılan delillerle sanığa atılı suç sabit olduğundan hükmün onanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun hükmün bozulmasına ilişkin bozma nedenlerine katılmıyorum'' görüşüyle karşı oy kullanmıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 20.04.2018 tarihli ve 16-2017/60567 sayılı itirazıyla;
'' ... Cumhuriyet Başsavcılığının 19/12/2016 gün ve 2016/4653 Esas sayılı iddianamesi ile, sanık hakkında .../... silahlı terör örgütü üyeliğinden açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda, yerel mahkemece suç sabit görülüp sanığın ...nun 314/2, 3713 s.Y. 5/1 ve ...nun 62.maddeleri gereği cezalandırılmasına dair hüküm kurulmuştur. Anılan hükme yönelik istinaf başvurusu da ... Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin 14/09/2017 gün ve 2017/2157 Esas, 2017/1963 Karar sayılı kararı ile esastan reddedilmiştir. Temyiz edilen Bölge Adliye Mahkemesi kararı da yukarıda açıklanan nedenlerle Yüksek !6. Ceza Dairesi tarafından bozulmuştur.
1- Yüksek Daire ile Başsavcılığımız arasındaki ilk ihtilaf, tutuklu yargılanan sanığın kovuşturma aşamasında müdafi yardımından yararlandırılmasının zorunlu olup olmadığına dairdir.
Konu ile ilgili yasal düzenlemeler ve uluslararası sözleşmelerdeki düzenlemeler;
...nun 314. maddesi;
'Madde 314 - (1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.'
3713 s. ...nun 5. maddesi;
'3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.
Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.
(Ek fıkra: 22/07/2010-6008 S.K/4.md.) Bu madde hükümleri çocuklar hakkında uygulanmaz.'
CMK.nun 150. maddesi;
'(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.
(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.
(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.'
CMK.nun 101/3 maddesi;
'Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır. '
Şeklindedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 6/3-c maddesi ise 'Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;' şeklindedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), AİHS sisteminde bir sanığın, re’sen avukat tayin edilmesinden ücretsiz olarak faydalanma hakkının, hakkaniyete uygun cezai yargılanma kavramına ilişkin unsurlardan birini oluşturduğunu (13 Mayıs 1980 tarihli ... kararı), kabul etmekle birlikte, AİHS'nin 6/3 –c maddesinin bu hakkın kullanımına iki koşul getirdiğini, bu koşullardan birincisinin “avukat tutma olanaklarının” olmamasına bağlı olduğunu, ikincisinin ise “hukuki menfaatlerin” ücretsiz adli yardımın sağlanmasını şart koşup koşmadığının araştırılması gerektiğini de belirtmektedir (...- Türkiye). AİHM aynı kararında, AİHS’nin 6. maddesinin ne sözcük anlamında ne de muhakemesinde, bir kimsenin, re’sen tayin edilen bir avukat tarafından temsil edilmesi hakkını kendi isteğiyle açık ya da üstü kapalı bir şekilde reddetmesini engellemediğini de hatırlatmaktadır (mutatis mutandis, Hakansson ve Sturesson-İsveç, 21 Şubat 1990 tarihli karar ve Sejdovic-İtalya, no: 56581/00).
5271 sayılı CMK.da, AİHS'nin 6/3-c maddesinde hüküm altına alınan savunma hakkı yönünden yapılan düzenlemede (CMK 150), isnat edilen suç için öngörülen cezanın miktarına bakılmaksızın kişinin kendi seçtiği bir müdafiin yardımından yararlanabileceği gibi, hukuki menfaatlerin ücretsiz adli yardımın sağlanmasını şart koşup koşmadığına bakılmaksızın istemi halinde bir müdafiin atanabileceği, isnat edilen suça öngörülen cezanın alt sınırının 5 yıldan fazla hapis gerektirmesi, sanığın çocuk, sağır dilsiz veya kendini savunamayacak derecede malul olması hallerinde ise istemine bakılmaksızın bir müdafi atanması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Bu düzenleme ile AİHS ile teminat altına alınan haklar bir adım daha ileriye taşınmıştır.
CMK.nun 150. maddesi dışında zorunlu müdafiiliğin düzenlendiği başka maddeler de yasada yer almıştır. CMK.nun 204/1, 247/4, 74/2 ve 101/3 maddesi yasadaki diğer düzenlemelerdir.
CMK.nun 101/3 maddesi ise hakkında soruşturma aşamasında veya kovuşturma aşmasında ilk kez tutuklama isteminde bulunulanların haklarını teminat altına almak bakımından müdafi atanmasını zorunlu kılmıştır. Maddenin düzenleniş şeklinden, müdafi atanmasındaki zorunluluğun tutuklama istemi ile Hakim ya da mahkeme huzuruna çıkarılan kişinin yapılacak sorgusu sırasında müdafi yardımından yararlanmasını sağlamaya yönelik olduğu ve yapılacak sorgu işlemine münhasır olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim yasa sistematiğindeki yerine bakıldığında düzenlemenin, CMK.nun 1. Kitabının Koruma Tedbirleri başlıklı 4. Kısmının Tutuklama başlıklı 2. Bölümünde yer aldığı görülmektedir.
Bunun dışında ayrıca, şüpheli veya sanığın resmi bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (74/2. md.), davranışları nedeniyle, hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın yokluğunda duruşma yapılması (204/1. md.) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (247/4. md.) hallerinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.
CMK.nun 150. maddesi dışında zorunlu müdafiliği düzenleyen yasa maddelerine bakıldığında, bazı özel hallere münhasır düzenleme niteliğinde oldukları, bunlardan CMK.nun 74. maddesi gereğince yapılan gözlem sonucunda akıl hastası olduğu saptananlara, soruşturma veya kovuşturmanın tamamında görev yapmak üzere CMK.nun 150/2 maddesi gereğince müdafi atanacağı hüküm altına alınmış olmasına rağmen tutuklanan şüpheli veya sanık hakkında benzer bir düzenleme yoluna gidilmemiştir. CMK.nun 150/2 maddesine göre şüpheli veya sanığın; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması halleri ile CMK.nun 150/3 maddesi gereğince alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma veya kovuşturmanın muhatabı olan şüpheli ve sanıklar yönünden, AİHS'nin 6/3-c maddesinde yazılı koşullardan avukat tutma olanağının bulunmaması koşuluna bakılmaksızın ve istemi aranmadan re'sen atanacak zorunlu müdafiliği kabul etmiş olan yasa koyucunun, tutuklu yargılanan sanıklar yönünden benzer bir düzenlemeye gitmemiş olmasının bir eksiklik değil fakat, bilinçli bir tercih olduğu anlaşılmaktadır. AİHS'nin kişinin kendisine atanan müdafiin yardımını reddetmek hakkını kabul ettiği de gözetildiğinde, kendisine seçeceği ya da istemi halinde atanacak bir müdafiin yardımından yararlanma hakkı olduğu hatırladığı halde müdafi seçmeyen ve atanması konusunda mahkemeden bir istemde bulunmayan, savunmasının kendisinin yapacağını beyan eden sanığa sırf tutuklu yargılanması nedeniyle müdafi atanmasının zorunlu olmadığı kanaatine varılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
... Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/14767 sayılı soruşturması kapsamında, ...'ta yakalanarak 01/12/2016 günü 'Silahlı Terör Örgütü Üyesi Olmak' suçundan tutuklanma istemi ile ... Sulh Ceza hakimliğine sevk edilen sanık ...'in ... Sulh Ceza Hakimliğinde yapılan 2016/631 Sorgu No.lu sorgusu sırasında kendisine CMK.nun 101/3 maddesi gereğince atanan müdafi huzurunda savunmasını yaptığı, tutuklanmasına karar verildikten hakkında düzenlenen iddianame ile kamu davası açıldığı, ... 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/318 Esasına kaydı yapılan kamu davasının sanığın savunmasının alındığı 22/03/2017 tarihli celsesinde, CMK 147. ve 191 maddeleri uyarınca haklarının hatırlatıldığı, sanığın haklarını anladığını, savunmasının kendisinin yapacağını beyan ettiği ve bu şekilde yargılamanın devam edip sanığın mahkumiyeti ile sonuçlandığı, müdafi seçimi veya atanmasına dair tüm haklarının sanığa açıklıkla izah edilmesine karşın, sanığın bu haklarını kullanmadığı, AİHS'ne göre sanığın müdafi yardımı reddetme hakkının bulunduğu, CMK.nun 150/2-3 maddesinde yazılı zorunlu müdafilik koşullarının bulunmadığı, CMK.nun 204/1 maddesinde yazılı hallerin de olmadığı anlaşılmakla, yargılamanın müdafi bulundurulmadan sürdürülüp sonuçlandırılmasının Yasaya ve AİHS'ne aykırılık teşkil etmediği sonucuna varılmıştır.
2- Yüksek Daire ile Başsavcılığımız arasındaki ikinci ihtilaf ise dosyadaki delillerin hüküm vermeye yeterli olup olmadığına dairdir.
Sanık hakkında ... tespit ve değerlendirme tutanağı yerel mahkeme kararından sonra, istinaf incelemesinden önce ilk derece mahkemesine intikal ettirilmiş, ancak istinaf incelemesi dosya üzerinden yapılarak istinaf istemi esastan reddedilmekle, duruşma açılmadığından gelen bu belgenin CMK.nun 217.maddesi gereğince okunması mümkün olmamıştır.
Hükme esas alınan deliller incelendiğinde;
17/06/2017 tarihli HTS ... Raporuna göre, sanığın içlerinde mahrem imam olduğu iddia edilen ...l ...'in de bulunduğu 39 .../... şüphelisi ile irtibatlı olduğunun belirlendiği,
08/02/2017 tarihli Araştırma Tutanağına göre sanığın ilk tespit tarihi 11/08/2014 olmak üzere ... uygulamasının 5313128379 no.lu, kendisine ait olduğunun kabul ettiği GSM hattı üzerinden kullandığının bildirildiği,
Başka dosya şüphelisi ... Şahin Naimoğlu'nun 30/04/2017 tarihinde kollukta müdafii ile birlikte verdiği ifade ve yaptığı fotoğraf teşhisinde sanığın .../... silahkı terör örgütü üyesi olduğunu ve ... kod adının kullandığını, örgüt içinde izdivaçtan sorumlu olduğunu beyan ettiği, bu beyanını yine müdafii ile birlikte aynı tarihte Cumhuriyet Savcısına verdiği ifade ile teyit ettiği,
görülmüştür.
Duruşmada sanığa okunan ve hükme esas alın bu deliller, istinaf başvurusunun reddinden sonra dosyaya intikal eden ... tespit ve değerlendirme tutanağı olmasa bile sanığın mahkumiyeti için yeterli olduğu, bu nedenle dosyadaki delillerin teyidi mahiyetindeki ... tespit ve değerlendirme tutanağının sonuca bir etkisinin olmadığı düşüncesi varılmıştır.
Yukarıda izah edilen bu nedenlerle Yüksek Daire bozma kararına itiraz etmek gerekmiştir'' görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesince 19.06.2018 tarihli ve 2098-1937 sayılı kararıyla itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 5237 sayılı TCK’nın 314/2 ve 3713 sayılı Kanun’un 5. maddeleri uyarınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu olarak yargılanan sanığın resen atanacak bir müdafi yardımından yararlandırılmasının gerekip gerekmediği ve yargılama sırasında dosyada mevcut delillerin hüküm kurmaya yeterli olup olmadığına ilişkindir.
I) İDDİA:
''Dosyamız kapsamında ... İl Merkezinde faaliyet gösteren ve 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Özel ... Okullarında görev yapan öğretmenler hakkında yürütülen soruşturma kapsamında,
ŞÜPHELİ HAKKINDA TESPİT EDİLEN HUSUSLAR;
Şüpheli ...'in 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Özel ... Ortaokulunda Öğretmen olarak çalıştığı,
... İl Emniyet Müdürlüğünce ... sorgulama modülü üzerinde 15/11/2016 tarihinde yapılan sorgulamada şüphelinin .../... terör örgütü mensuplarınca örgütsel faaliyetlerini gizlemek ve diğer örgüt mensupları ile iletişim kurmak (haberleşmek) amacıyla kullanıldığı anlaşılan ... isimli gizli yazışma programını 0531 312 83 79 numaralı hattıyla bağlantılı olarak yoğun şekilde (kırmızı kodlu) kullandığı teyit ve tespit edildiği,
Şüphelinin yapılan aramalara rağmen bulunamamasından dolayı hakkında ... Sulh Ceza Hakimliğince 2016/2740 Değişik ... Sayılı Karar gereği Yakalama çıkartıldığı, akabinde belli bir süre sonra yakalanarak ... Sulh Ceza Hakimliğinin 2016/631 sorgu nosu ile tutuklandığı,
Şüpheli hakkında söz konusu terör örgütü ile iltisakı dolayısıyla yapılan idari işler için ... Milli Eğitim Müdürlüğüne yazılan müzekkere cevabında, şüpheli ... hakkında idari işlem başlatılmadığı, çalışma izninin iptal edildiği,
Şüphelinin Bank Asya'daki hesabının bulunup bulunmadığı ve hesap hareketleri ile ilgili olarak Tasarruf Mevduat Sigorta Fonuna müzekkere yazılmış olup, gelen cevabi yazıda şüphelinin 688086 müşteri nosu ile bankaya 14/10/2005 tarihinde hesap açtırdığı, 22/07/2016 tarihine kadar hesap hareketlerinin devam ettiği görüldüğü,
Şüphelinin ikametinde ve çalıştığı okul olan Özel ... Ortaokulunda yapılan aramada ele geçirilen materyallerin incelenmesi halen devam etmekte olup, inceleme bittiğinde düzenlenen rapor dosyasına gönderilecektir,
Şüphelinin son 10 yıl içerisinde birden fazla yurt dışına giriş ve çıkış kaydına rastlanmıştır,
Yukarıda açık kimlik bilgileri yazılı şüphelinin .../... terör örgütü üyelerince kullanılan ... isimli gizli yazışma programını kullandığının tespit edilmesi ve terör örgütü ile bağlantılı olan Bank ... isimli bankada hesabının bulunduğu ve işlemler yaptığının tespit edilmesi karşısında şüphelinin atılı suçu işlediğine ilişkin hakkında kamu davası açılmasına yeterli şüphe oluşturacak delil elde edildiği anlaşıldığından,
Şüphelinin yargılamasının yapılarak yukarıdaki sevk maddeleri gereğince CEZALANDIRILMASINA karar verilmesi kamu adına iddia ve talep olunur'' ifadelerine yer verilerek sanığın silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle, Türk Ceza Kanunu'nun 314/2, 53/1, 63. maddeleri ile 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 5. maddesi gereğince dava açılmıştır.
II) SAVUNMA:
Sanık ... savunmasında özetle: ... programını kesinlikle kullanmadığını, bu programı 215 bin kişinin kullandığını, ayrıca bu programın ... ve ...'dan indirilebileceğini, bu programı kullanmanın suç olmadığını, Bankasya'daki hesabının 2005 yılında açıldığını, çalıştığı okul maaşı bu banka üzerinden verdiği için başka bankayla çalışmasının düşünülemeyeceğini, üniversiteyi ...'da okuduğunu, daha sonra ... Dersanesinde, ... ... ve ... Okulunda çalıştığını, bu okulların hepsinin KHK ile kapatıldığını, 14/10/2005 tarihinde hesabın açıldığının doğru olduğunu, 30/12/2014 tarihinde 200 TL katılım hesabı açtığını, sadece altın hesabı açtığını, o hesabı da 2014 yılında açtığını, yaklaşık 10 bin TL'lik bir hesap olması gerektiğini, eşinin çalışmadığını, çok eskinden ...'da çalıştığını, kızının da 2014 ve 2015 yıllarında 2 sene çalıştığı okulda okuduğunu, ... ile aynı okulda çalıştığını, ... ... ve ... ile aynı yerde çalıştığını, Yücel ...'i öğretmen olduğu için, ...'ı da sigorta şirketi olması nedeniyle tanıdığını, ...'u tanımadığını, ...'ın muhasebecileri olduğunu, ...'ı tanımadığını, ancak ...'ı tanıdığını, onunla aynı okulda çalıştıklarını, ...'in velileri olduğunu, ...'in mağazasından alışveriş yaptığını, ... ile iki defa görüşmüşlüğü olduğunu, Sungurlu soy isimli kişiyi tanımadığını, ...'in velileri olduğunu, ... 'in ifadelerinin iftira olduğunu, böyle bir insanı tanımadığını, ... kod adını kullanmadığını, ...'nın ifadesini kabul etmediğini, bahsettiği kişinin bilgilerinin kendisiyle uyuşmadığını, ...'nde hiç bulunmadığını, çocuklarının birinin kız diğerinin erkek olduğunu, hiçbir zaman 41 plakalı bir aracı olmadığını, beyan etmiştir.
III) MAHKEME GEREKÇESİ:
''....Sanık ...'in ... Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü mezunu olduğu, örgüte müzahir ve KHK ile kapatılan ...'da ... Dershanesi, ...'da ... Dershanesi, ...'da ... Ortaokul ve Lisesi'nde çalıştığı, sanığın mezun olduğu tarihten itibaren sürekli örgüte müzahir kurumlarda çalışmak suretiyle örgüt içi tayin gördüğünün anlaşıldığı, zira ...'lı olan sanığın mezun olduğu ...'dan sonra ... ve ...'daki örgüte müzahir okullarda çalışmasının bunu gösterdiği,
Sanığın araştırma tutanağı içeriğine göre ilk tespit tarihi 11/08/2014 olmak üzere ... GSM nosu ile ... programı kullandığının tespit edildiği, sanığın savunmasında TC numarası ve GSM numarasının kendisine ait olduğunu, ancak ... programını kullanmadığını, bu GSM hattını iki yıldır kullandığını, yani ... programının ilk tespit tarihinde de bu numaralı hattı kullanığını sanığın kabul ettiği, aşağıda izah edilip tartışılacak diğer deliller dikkate alındığında sanığın savunmasına itibar edilmediği,
Öte yandan .../ ... silahlı terör örgütü yönetici ve üyelerinin gizliliğe önem verdikleri, zaten örgütünün amacının yukarıda izah edildiği gibi gizliliğe önem verilerek devlet kademelerine sızmak ve tüm devlet organlarını ele geçirmek olduğu, bu yönle 2014 yılının başından 2015 yılının sonuna kadar da örgüt elebaşısının talimatı gereği gizliliğe riayet etme bakımından aralarında normal GSM hatlarıyla konuşma ve mesajlaşma suretiyle haberleşme yolunu örgütsel eylemlerde kullanmadıkları, örgüt elebaşısının talimatı gereği ... (..., ... vs) adlı program aracılığıyla aralarında haberleştikleri, örgüt yönetici veya diğer üyelerince verilen talimatların ... programı üzerinden alındığı ve verildiği, hatta açık haber kaynaklarına da yansıdığı üzere .../ ... silahlı terör örgütü elebaşısının da örgüt yöneticisi ve üyelerine haberleşmelerin ... vs programları üzerinden yapılmasına, aksi hareket edenlerin örgüte ihanet etmiş sayılacaklarını bildirdiği, sanığın da hiyerarşik yapıya dahil olarak izah edildiği üzere ... programını telefonuna yüklediği, bu hususun ... araştırma raporuyla tespit edildiği, sanığın hiyerarşik yapıya dahil olduğu, eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arzettiği diğer delillerle de anlaşılmakla yargılamanın sürüncemede kalmaması için esasa müessir olmayacağından mesaj içeriklerinin gelmesinin beklenmediği,
Bankasya hesap dökümlerinin getirtildiği ve okunarak sanıktan ayrıntılı bir biçimde sorulduğu, Bankasya dökümlerine göre sanığın yukarıda izah edildiği gibi örgüt elebaşısının talimatı üzerine 30/12/2014 tarihinde 200-TL'lik katılım hesabı açtırdığı, 26/09/2014 tarihinde 105,50 TL'lik hurda altın alımı işlemi yaptığı, hiyerarşik yapı içerisinde bulunan sanığın yukarıda izah edilen örgüt çağrısı üzerine 30/12/2014 ve 26/09/2014 tarihinde Bankasya'da katılım hesabı açıp hurda altın alımı yaptığı, burada miktarın çok önemli olmadığı, zira yapılan işlemlerin de ayrıca bankaya bir getirisinin bulunduğu, dolayısıyla örgüte müzahir okulda öğretmenlik yapan sanığın hemen örgüt çağrısına uyarak sembolik de olsa katılım hesabı açtığı, daha önce de bankada hesabı bulunan sanığın katılım hesabını bu tarihte açmasının olağan bulunmadığı, tüm dosya kapsamına göre ve sıralanıp tartışılan delillere binaen örgüt hiyerarşisi içerisinde bulunduğunda tereddüt olmayan sanığın örgüt çağrısı üzerine işlem yaptığının duraksamaya yer vermeyecek biçimde anlaşıldığı,
Haklarında .../ ... silahlı terör örgütü üyeliğinden işlem yapılan şüpheli ve sanıklarla dosyamız sanığının irtibatı bulunup bulunmadığına dair HTS analiz raporunun alındığı, bilirkişi raporuna göre sanığın, hakkında .../ ... silahlı terör örgütü üyesi olmaktan dolayı soruşturma ve kovuşturma bulunan 39 kişi ile 01/01/2014 tarihinden itibaren irtibatının bulunduğu, bunlar arasında ... büyük bölgesi ... küçük bölgesine bağlı ... ilinde örgüt mensubu polis memurlarına imamlık yapan mahrem imamlar ..., ... ve ... ...'in bulunduğu, ayrıca örgüte müzahir çeşitli şehirlerdeki firma, dershane çalışanları ve ortakları, öğretmen ve öğretim görevlisinin de olduğu, bu kayıtların sanığa teker teker okunup savunmasının buna göre tespit olunduğu, tutanaklarla da belirlendiği gibi sanığın bir kısmını tanımadığını, bir kısmının arkadaşları olduğunu anlattığı, ancak sanığın bu kadar çok ve birbiriyle ilgisiz örgüt mensuplarıyla irtibatının bulunmasının olağan bulunmadığı, sanığın örgütün hiyerarşik yapısı içerisinde bulunduğu ve diğer örgüt elemanları ile irtibatlı olduğunun tespit edildiği,
... İl Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüğünden alınan istihbarat raporunda da sanığın eşinin örgüte müzahir kurumlarda SGK kaydının ve kızı ...'in 2015-2016 eğitim öğretim yılında okul bilgisinin ve örgütle organik bağı bulunduğunun değerlendirildiğinin belirtildiği, sanığın da savunmasında kızını 2014-2015 yıllarında kendisinin çalıştığı örgüte müzahir okula gönderdiğini söylediği,
Bir başka dosyada hakkında yine .../ ... terör örgütünün ... askeriye yapılanmasında öğretmen konumunda olduğuna ilişkin .../ ... silahlı terör örgütüne üye olmaktan soruşturma yürütülen şüpheli sıfatıyla C.Savcılığınca ve kolluk güçlerince beyanı tespit edilen ... alınan beyanında; sanık ...'in ... kod adını örgüt içinde kullandığını, ... kod adlı örgüt mensubu ... ...'ın, İlhan kod adlı İlyas Keskin'in ... askeriye yapılanmasında müdür olarak yani en üst düzey imam olarak görev yaptıkları dönemlerde müdür yardımcısı ... kod adlı ...'in altında öğretmen olarak görevli olduğunu, evinde yapılan toplantıya katıldığını, sanık ... kod adlı ...'in öğretmen (K) görevi yanında izdivaç denilen evlendirme görevi yaptığını bildiğini, sorumlu oldukları askeri personelden bekar olanları kendisine sorduğunu, evlenmek isteyip istemediklerini, evlenmek istiyor ise aradığı kriterlerin neler olduğunu öğrenmesini istediğini, kendilerine bağlı askeri personel ile bu konuları görüştüğünü, aldığı cevapları ... kod adlı sanık ...'e ilettiğini anlattığı ve sanığı fotoğraftan teşhis ettiği, bundan başka yine aynı mahiyette aynı soruşturmada şüpheli sıfatıyla beyanı tespit olunan ... Bağcı'nın da beyanlarında; her öğretmene ilin durumuna göre belirli sayıda cemaat mensubu subay irtibatlandırıldığını, öğretmen kodlu şahsın bu subayların manevi durumu, aile yaşantısı ve ... yeri ile ilgili hayatını takip ettiğini, periyodik olarak 15-20 günde bir bu kişilere yönelik toplantı yapıldığını, himmet ve kurban parası toplandığını, bunların müdür yardımcısına verildiğini, öğretmen kod görevli şahsa bağlı olan her askeri personelin kod adı bulunduğunu, ayrıca her öğretmen kod şahsın da kod adı bulunduğunu belirterek öğretmen kod ... hakkında bilgiler verdiği, ...'de öğretmen kod olarak görev yaptığını, ... kod ismini kullandığını, gerçek adını bilmediğini anlattığı, bu beyanların da sanığa okunup sorulduğu, sanığın bu kişileri tanımadığını, kendisine iftira edildiğini beyan ettiği, ancak tanımayan bir kişinin sanığa iftirada bulunmasını gerektirecek bir durum bulunmadığı gibi başka soruşturma şüphelilerinin birbirlerini tamamlayacak şekilde beyanda bulundukları, ayrıca ... 'nun sanık ...'yı fotoğrafından teşhis ettiği, dolayısıyla sanığın suçtan kurtulmaya yönelik savunmalarına itibar edilmediği, soruşturmaların çokluğu ve şüpheli sıfatıyla beyanlarının soruşturma safhasında tespit olunması karşısında ayrıca adı geçenlerin tanık olarak dinlenmesi yoluna gidilmediği,
Tüm bu izah edilen gerekçe ve tartışılan delillere göre; sanığın silahlı terör örgütü .../ ... yapılanması içerisine dahil olduğu, yukarıda izah edildiği gibi örgüt ile organik bağ kurarak süreklilik gösteren faaliyetlerde bulunduğu, örgütün gizli haberleşme programı ...'u kullandığı, hakkında .../... silahlı terör örgütü üyeliği suçundan soruşturma ve kovuşturma bulunan sanıklarla irtibatının bulunduğu, hatta bazılarını tanımadığını ileri sürdüğü ancak HTS kayıtları ile bu kişilerle de irtibatlı olduğunun anlaşıldığı, sanığın ... kod adını kullanıp örgütün askeri yapılanması içerisinde müdürün altında yer alan müdür yardımcısının altında görev yaptığı, ayrıca askeri personelin örgüt içi evlenme işlerine de baktığı, yukarıda izah edildiği gibi örgüt liderinin çağrısı üzerine Bankasya'da katılım hesabı açtığı, hurda altın alım-satım işlemleri yaptığı, izah edildiği gibi sanığın örgüt ile organik bağ kurarak süreklilik gösteren faaliyetlerde bulunduğu, sübut bulan çeşitlilik ve süreklilik gösteren yukarıda ayrıntılarıyla izah edilip tartışılan eylem ve faaliyetlerinin sanığın atılı olan silahlı örgüt üyeliği suçunu oluşturacağı, zira silahlı örgüte üye olmanın örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade ettiği, sanığın örgüt talimatları doğrultusunda ... programını gizli haberleşmede kullandığı ve diğer örgüt mensupları ile irtibatının bulunduğu, sanığın bu konumunun yönetici konumunda olmadığını ancak örgüt üyeliği konumunda bulunduğunu gösterdiği anlaşılmakla sanığın silahlı terör örgütü (.../ ...) üyeliği suçundan cezalandırılmasına,
Suçun işleniş biçimi, sanığın izah edildiği şekilde kastının yoğunluğu (... programı kullanmış olması, askeriye yapılanması içerisinde ayrıca görev almış bulunması, örgüt içi tayin görmesi, çağrı üzerine Bankasya'ya para yatırması, çocuğunu son zamana kadar örgüte müzahir okula göndermiş olması, kendisinin de devam etmesi, HTS kayıtlarına göre mahrem imamlarla görüşmelerinin bulunması), savunma ve tüm dosya kapsamı itibari ile anlaşıldığı gibi gütmüş olduğu amaç ve saiki dikkate alındığında, sanığın alt sınırdan uzaklaşılarak teşdiden cezalandırılması yönüne gidilmesi gerektiği, aynı zamanda sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama aşamasındaki davranışları dikkate alınarak lehine takdiri indirim maddesinin uygulanmaması yoluna gidildiği, ayrıca örgüt üyeliği suçu yönünden dolayı da TCK'nun 58/9 maddesi uyarıca mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin sanık hakkında uygulanmasına karar vermek gerektiği vicdani kanaatiyle aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur'' şeklinde açıklanan gerekçeyle sanık ...'in silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkumiyetine karar verilmiştir.
IV- TEMYİZ:
Sanık temyizinde özetle; kararın CMK'nın 230. maddesine uygun gerekçe içermediğini, hukuki ve fiili gerekçeden yoksun ve yetersiz olduğunu, vasıflandırmada hata olduğunu, dosya kapsamına uymadığını, takdir hakkının dayanaklarının kararda gösterilmediğini, terör örgütünün varlığının somut delillerinin ortada olmadığını, kararın hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş delillere dayandığını, ... delilinin hukuka aykırı olduğunu, ... hareketinin sivil toplum örgütü olduğunu, örgütün üyesi olmasının delillendirilemediğini, çocuğunu örgütün okuluna göndermenin ve Bankasya'ya para yatırmanın suç kabul edilemeyeceğini, darbe girişimiyle ilgisi olmadığını, ... Bağcı ve ... 'nu tanımadığını ve bu kişilerle ilgisi olmadığını, ... 'nın anlatımlarının doğru olmadığını, ...'nde hiç bulunmadığını, HTS kayıtlarında irtibatlı göründüğü kişilerin mesai arkadaşları olduğunu beyan etmiştir.
SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ SUÇUNUN HUKUKİ NİTELENDİRİLMESİ:
Yargıtayın yerleşik uygulaması ve öğretideki ağırlıklı görüşlere göre örgüt kurma, yönetme ve üyelik suçları;
a) Genel Olarak:
Yapılanma biçimi ne olursa olsun kanunlarda suç olarak tanımlanan fiillerin işlenmesi amacıyla oluşturulmuş örgütlere suç örgütü denmektedir.
Örgüt kurma ve yönetme suçunda genel hükümlerden ayrı olarak kanun koyucu hazırlık hareketlerini suç sayarak kamu düzeninin ve güvenliğinin korunmasını sağlamak amacıyla bağımsız bir suç düzenlemesi yapmıştır. Bu suç somut tehlike suçudur.
Düzenleme ile amaç suçtan bağımsız olarak, hazırlık hareketlerini cezalandıran bir suç tipine yer verilmiştir.
Devletin şahsiyetine karşı cürümlere müteveccih çok kişinin iradesinin birleşmesinin doğuracağı ağır tehlikeyi ve ciddi bir suçun işlenmesi ihtimalinin muhakkaklığını göz önünde bulundurarak bu kolektif suç tehlikesini müstakil suç olarak cezalandırmış ve icra hareketlerine geçilmeden bir fiilin cezalandırılmayacağı prensibinden ayrılmıştır.
Devletin şahsiyetine karşı suçların çoğu teşebbüs suçudur, teşebbüs dahi tamamlanmış suç gibi kabul edildiğinden, zaten tehlike suçudur; bu bakımdan hazırlık hareketlerinin cezalandırılması 'tehlike tehlikesinin cezalandırılması' şeklinde kabul edilmektedir. (Manzini, 1950, 606, atfen, ..., .... s. 348)
b) Örgüt kurma:
Örgüt, soyut bir birleşme olmayıp bünyesinde hiyerarşik bir yapının, ast-üst ilişkisinin, emir-komuta zincirinin hâkim olduğu yapılanmayı ifade eder. Böylece örgüt, mensupları üzerinde hakimiyet tesis eden bir güç kaynağı mahiyetini kazanmaktadır. Bu bağlamda bir organize güç aracından, organize güç enstrümanından söz edilebilir.
Suç örgütünün varlığından söz edebilmek için belli bir amaç, maksat etrafındaki bir fiili birleşme yeterlidir. Bu örgütler mahiyetleri itibariyle devamlılık arz ederler. Bu itibarla belli bir suçu işlemek için bir araya gelme hâlinde bir suç örgütünün varlığından bahsedilemez.
Suç işlemek amacıyla örgüt kurma, somut bir tehlike suçu olduğu için oluşturulan örgütün üye sayısı ve malzeme donanımı itibariyle güdülen amaçları gerçekleştirme açısından somut bir tehlike arzedip arzetmediği hâkim tarafından yapılacak değerlendirmeyle belirlenecektir. Somut zarar tehlikesini oluşturmaya uygunluk için 'amacı gerçekleştirmeye yeterli üye'nin, 'hiyerarşik örgüt yapısı'nın, 'şiddete dayanan eylem programı'nın varlığını aramak gerekir.
Örgütün silahlı olup olmaması ve sahip olunan silahların cins, nitelik ve miktarı somut tehlikenin belirlenmesinde dikkate alınmalıdır. Örgütün, silahlı örgüt vasfını kazanması için mensuplarının silah sahibi olmaları gerekmez. Silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkânının olması gerekli ve yeterlidir.
c) Örgüt yönetme:
Fail, hiyerarşik olarak örgüt üyeleri üzerinde bulunuyor, geniş bir alanda ... bölümü yapabiliyor, örgüt üyeleri üzerinde sevk ve idarede bulunabiliyor, örgütsel faaliyetlerin organizasyonunda ve icrasında harekete geçiren, engelleyen veya durduran olarak rol üstlenebiliyor, bu faaliyetleri denetleyebiliyor ise yönetici olarak kabul edilebilecektir.
Örgüt yönetme, örgütün amaçları doğrultusunda örgütü idare etmeyi, emir ve direktif vermeyi, örgüt içinde inisiyatif ve karar verme gücüne sahip olmayı gerektirir. Örgütün varlığının, etkinliğinin ve gelişiminin sağlanması, hedeflerinin belirlenmesi, program ve stratejilerinin saptanmasını ifade eder. Ancak örgütün faaliyetleri çerçevesinde sadece belirli bir suçun işlenmesini organize edenler bu suçun işlenmesini planlayıp yönetenler örgüt yöneticisi olarak kabul edilemez.
Geniş bir alanda faaliyet yürüten örgütlerin yöneticileri, örgüt yapılanması da dikkate alınarak somut olayın özelliklerine, bu kişilerin örgütün hiyerarşik yapısı içerisindeki konum ve görevlerine göre belirlenmelidir. Bu tür örgütlenmelerde her yöneticinin örgütün tamamını yönetmesi mümkün olmadığından, örgütün bölge, il, ilçe sorumlularının yönetici olup olmadıklarının sorumluluk sahalarındaki örgütsel faaliyetlerin yoğunluğu da gözetilerek belirlenmesi gerekir.
d) Örgüt üyeliği:
Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği; örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hâkim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ; canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemedeki ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.
Örgüt üyesinin bu suçtan cezalandırılması için örgüt faaliyeti kapsamında ve amacı doğrultusunda bir suç işlemesi gerekmez ise de örgütün varlığına veya güçlendirilmesine nedensel bir bağ taşıyan maddi ya da manevi somut bir katkısının bulunması gerekir. Üyelik mütemadi bir suç olması nedeniyle de eylemlerde bir süre devam eden yoğunluk aranır.
Silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması aranmaktadır. Ancak niteliği, işleniş biçimi, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün amacı ve menfaatlerine katkısı itibariyle süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk özelliği olmasa da ancak örgüt üyeleri tarafından işlenebilen suçların faillerinin de örgüt üyesi olduğunun kabulü gerekir. Örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi eylemler örgüt üyeliği için yeterli değildir. (Evik, Cürüm işlemek için örgütlenme, Syf. 383 vd.)
Bu ilkeler ışığında iç hukukumuzdaki düzenlemelere göz atıldığında;
Terör konusunu özel bir kanunla düzenleme yoluna giden kanun koyucu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1. maddesinde terörü; 'Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.' aynı Kanun'un 2. maddesinin birinci fıkrasında terör suçlusunu; 'Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi...' şeklinde tanımlamış, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise terör örgütüne mensup olmasa da örgüt adına suç işleyenlerin de terör suçlusu sayılacağını hüküm altına almıştır.
Bu genel terör ve terör suçlusu tanımları dışında 3713 sayılı Kanun'un 3. maddesinde doğrudan terör suçları, 4. maddesinde de dolaylı terör suçları düzenlenmiştir.
TCK'nın 314. maddesi bakımından bir oluşumun veya yapılanmanın, silahlı terör örgütü sayılabilmesi için;
Yöntem: Terör örgütü, cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle hareket eden bir örgüt tipidir.
Amaç-Saik: Silahlı terör örgütü, siyasi maksatla faaliyet gösteren örgütleri ifade eder. Bu bakımdan 3713 sayılı Kanun'un birinci maddesinde sayılan amaca yönelik ve Devletin Anayasal düzenine veya güvenliğine karşı bir suç işlemek amacıyla faaliyet gösterir.
Elverişlilik: Silahlı terör örgütünün, TCK'nın İkinci Kitabının Dördüncü Kısmının Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçları amaç suç olarak işlemek üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkânına sahip bulunması gerekir. Amaca matuf kavramı ise silahlı terör örgütünün yapısının, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olmasını ifade eder.
Araç-gereç: Örgüt mensuplarının tamamı olmasa bile bir kısmının silahlı olması silahlı terör örgütünün oluşması için yeterlidir. Örgüt, bu silahları gerektiğinde kullanma imkânına sahip ise silahlı olduğu kabul edilmelidir. Silahlı terör örgütünün elinde bulunan silahın devlete ait olması ya da bu silahların hukuka aykırı yollardan elde edilmesi bu suçun oluşması açısından önem taşımaz.
Türk halkı 40 yılı aşkın süredir etnik, ideolojik veya dini temellere dayalı çeşitli terör örgütleri tarafından yapılan saldırılara muhatap olmuş, binlerce insan hayatını kaybetmiş veya ağır şekilde yaralanmıştır. İnsanların refahı için harcanması gereken parasal kayıp hesap edilemeyecek boyuttadır. Örgütün baskısı yüzünden bazı insanlar en temel hak ve özgürlüklerini kullanamaz hâle gelmiş, yaşadıkları yerleri terk etmek ya da örgütün talimatları doğrultusunda hareket etmek zorunda kalmışlardır. Devlet, bu tehdidin devam ettiği zamanlarda dahi insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmeleri imzalayarak kişisel hak ve özgürlükleri korumak iradesini ortaya koymuştur. Nitekim bu sözleşmelerdeki hakların, hiyerarşik olarak kanunlar üstü biçimde uygulanacağına dair Anayasal hüküm kabul edilmiş olması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisinin tanınması bu iradenin somut örneklerinden birisidir. 1991 yılında yürürlüğe giren Terörle Mücadele Kanunu'nda 29 kez genel olarak özgürlükleri genişletme yönünde değişiklik yapılmıştır. Amaç suçlar bakımından tehlikelilik hâlinin somutlaşıp yakınlaşması durumunda halkta oluşan güvenlik kaygısının artmasına paralel kısıtlayıcı tedbirlere başvurulduğu görülmekle birlikte kişilerin barış ve güven içinde yaşama hakkına yönelik tehdidin azaldığı dönemlerde özgürlükleri genişleten düzenlemeler hız kazanmıştır.
Terörle Mücadele Kanunu'nun terör örgütlerini tanımlayan 7/1. maddesinde 29.06.2006 tarihinde 5532 sayılı Kanun'un 5. maddesiyle yapılan değişiklik sonrası oluşan hukuki durumun değerlendirilmesinde fayda görülmektedir. İlgili maddenin önceki hâli 'Madde 7- “3 ve 4 üncü maddelerle Türk Ceza Kanununun 168. 169, 171, 313, 314 ve 315 inci maddeleri hükümleri saklı kalmak kaydıyla bu Kanunun 1 inci maddesinin kapsamına giren örgütleri her ne nam altında olursa olsun kuranlar veya bunların faaliyetlerini düzenleyenler veya yönetenler beş yıldan on yıla kadar ağır hapis ve ikiyüzmilyon liradan beşyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası, bu örgütlere girenler üç yıldan beş yıla kadar ağır hapis ve yüzmilyon liradan üçyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılırlar' şeklindeki iken 2006 yılında yapılan değişiklik sonrası '7/1. cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır.' hâlini almıştır.
Bu değişiklik karşısında; Terörle Mücadele Kanunu'nunda yapılan örgüt tanımı ile TCK'nın 314/1-2. maddesindeki örgüt tanımı çelişmekte midir; mevzuatta silahlı veya silahsız iki ayrı örgüt varlığını sürdürmekte midir soruları gündeme gelmektedir. Başka deyimle Terörle Mücadele Kanunu'nun 7/1. maddesinin, TCK'nın 314. maddesine atfının unsur atfı mı yoksa ceza yaptırımına mı olduğu ortaya konulmalıdır. Silahlı terör örgütü suçunun unsurlarına TCK'nın 314. maddesinde yer verilmiştir. Yukarıda izah edildiği şekilde örgüt kurma, yönetme ya da üye olma, amaç suç bakımından hazırlık hareketi niteliğinde somut tehlike suçudur. Somut tehlike suçları zarar suçu niteliğinde olmayıp hazırlık hareketlerini cezalandıran istisnai düzenlemeler olması nedeniyle cebir ve şiddet içeren faaliyetlerde bulunma zorunluluğu yoktur, yeter ki cebre yönelik bir irade ortaya konulsun. Zira 5237 sayılı TCK'nın 221. maddesinin 1. bendinde örgüt kuran kişilerin, herhangi bir suç işlemeden örgütü dağıtmaları hâlinde cezai yaptırıma muhatap olmayacakları şeklindeki düzenleme bu görüşü doğrulamaktadır. Bu nedenle 3713 sayılı Kanun'un 7/1. maddesinde yapılan değişiklikle, failin örgüt üyesi olduğunun kabulü için cebir ve şiddet gerektiren fiili işlemesi zorunluluğu getirildiği ileri sürülemeyecektir. Bu değişiklik TMK'nın 1. maddesinde yazılı amaç suçların gerçekleştirilmesinde şiddetin gerekliliğini vurgulamanın yanında kurulan, yönetilen veya üyesi olunan örgütün cebir ve şiddeti araç olarak kullanma gerekliliğini ifade etmektedir. Aksi takdirde bu suçun tehlike suçu olma vasfını ortadan kaldırmış ve TCK'nın 220 ve 314. maddelerindeki unsurlarla çelişilmiş olacaktır.
e)-Silahlı Terör Örgütüne Yardım Suçu;
Örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmamakla birlikte, örgüte veya örgüt üyelerine bilerek ve isteyerek yukarıda sayılan haller dışında barındırma, nakletme, istihbari bilgi sağlama, örgüt mensuplarının araştırılmasını, yakalanmasını engellemeye yönelik imkan sağlama gibi örgütün faaliyetlerini kolaylaştırıcı ancak suç teşkil etmeyen her türlü faaliyet TCK'nın 314/3, 220/7. maddeleri yollamasıyla 314/2. maddesi kapsamında kalacaktır.
Silahlı terör örgütü üyesi olmayıp, örgütün faaliyetlerinde kullanılmak maksadıyla bunların amaçlarını bilerek, bu örgütlere üretmek, satın almak veya ülkeye sokmak suretiyle silâh temin eden, nakleden veya depolayanların TCK'nın 315. maddesi;
Terör örgütlerine veya mensuplarına para veya değeri para ile temsil edilebilen taşınır veya taşınmaz, maddi veya gayri maddi her türlü mal, hak, alacak ile bunları temsil eden her türlü belgeyi sağlayan veya toplayan kişilerin 6415 sayılı Kanunun 4. maddesi;
Kişi, örgütün işlediği somut fiili bilmese de terör örgütü olduğunu, sağladığı yardımın örgütün yararına kullanılacağını bilmeli ve bu irade ile hareket etmelidir. İnsani mülahazalarla yapılan yardımlar örgüte yardım suçunu oluşturmaz.
Örgüte yardım suçunda manevi unsurun oluşması için genel kastın yanında özel saikte gereklidir. Fail örgütün amacını gerçekleştirmesine katkı sağlamak kastı ile hareket etmelidir.
Suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte bilerek ve isteyerek yardım edilmiş olması gerekir. Başka bir ifadeyle, yardım fiilinin örgütün suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüt olduğu bilinerek gerçekleştirilmiş olması gerekir. Fıkra metninde geçen 'bilerek' ibaresi doğrudan kastı ifade eder. Doğrudan örgüte değil de örgüt mensuplarına yardım edilmesi halinde, yardım edilen kişilerin suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüt mensubu olduklarının da bilinmesi gerekmektedir. Örgüt mensuplarına yapılan yardım, aynı zamanda örgüte yapılan yardım olarak değerlendirmek gerekir. Ancak, bu yardımın örgütün amacını gerçekleştirmeye hizmet eden bir yardım olması gerekmektedir. (Prof.Dr...., Suç Örgütleri, 7. Baskı, s. 38-39)
Silahlı terör örgütlerine yardım suçunda yardım fiili, örgütün bizzat kendisi veya mensupları lehine gerçekleştirilebilir. Ceza Genel Kurulunun 31.10.2012 tarih ve 2012/1234 Esas, 2012/1825 sayılı kararında da belirtildiği gibi, yardımın mutlaka örgüte ulaşması, sonuç vermesi gerekmez ve her bir fail, örgütçe verilen veya kendiliğinden üstlenilen görev kapsamında kendi fiilinin gerçekleştirilmesinden sorumlu olacaktır.
VI) UYUŞMAZLIĞIN DEĞERLENDİRİLMESİ;
1-5237 sayılı TCK’nın 314/2 ve 3713 sayılı Kanun’un 5. maddeleri uyarınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu olarak yargılanan sanığın resen atanacak bir müdafi yardımından yararlandırılmasının gerekip gerekmediği:
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi için adil yargılanma hakkı bağlamında savunma hakkı ve müdafi kavramlarının ayrıntılı şekilde açıklanması gerekecektir.
İnsanlık tarihi boyunca toplumlar tarafından, haklarını korumak ve hukukun üstünlüğünü benimsemek önemli bir amaç olmuş ve savunma hakkı, hukuk devleti olma yolundaki en büyük adım olarak görülmüştür (... (1993), Savunma Hakkı ve Barolar, ... Barosu Dergisi,S.4,s. 549, http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/tekmakale/1993-4/1.pdf, Erişim Tarihi: 22.10.2020). Savunma, sözlükte “saldırıya karşı koyma”, “müdafaa”, “koruma” kavramlarıyla tanımlanmıştır (Türk Dil Kurumu, Güncel Türkçe Sözlüğü, http://www....gov.tr/, Erişim Tarihi: 22.10.2020). Şüpheli veya sanık konumundaki kişileri koruyabilmek amacıyla ortaya çıkan savunma hakkı ise, bir suç isnadı ile iddia ve yargılama makamları karşısında bulunan şüpheli veya sanığa, bu suçlamadan kurtulması için tanınan düşüncelerini açıklayabilme hakkı olarak ifade edilmiştir. (... CENTEL (1984), Ceza Muhakemesi Hukukunda Müdafi, ..., ... Kitap, s. 11). Ceza muhakemesi hukuku anlamında savunma, şüpheli veya sanığın yararına olarak yürütülen, hakkındaki suç isnadına karşı konulması ile fiili ve hukuki korumayı amaçlayan bir faaliyettir. (..., (1997), Türk Hukukunda Sanık Hakları, Yetkin Yayınları, ..., s. 51, ..., (2018), Ceza Muhakemesi Hukukumuzdaki Son Gelişmeler Karşısında Müdafi, “Dr. Dr. h. c. ...’a Armağan”, ... Yayıncılık, s. 1128).
Anayasanın 'Hak Arama Hürriyeti' başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası; 'Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir' şeklinde olup hak arama hakkının ilk şartı olan yargı mercilerine davacı ve davalı olarak başvurabilme hakkı ve özgürlüğü hüküm altına alınmış ve bunun tabii sonucu olarak da kişinin yargı mercileri önünde iddia, savunma ve adil ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Yargılama usulü kanunu ve yargı organı, Anayasa emri olarak, adil ve hakkaniyete uygun yargılamayı sağlayacak şekilde düzenlenmiştir.
Savunma hakkının güvencesi olan Anayasa’nın 36. maddesi her ne kadar müdafi ile savunulma hakkından açıkça ve ayrıca bahsetmemiş olsa da meşru yol olan savunmaya aracı konumda müdafi yer almaktadır. Böylece bir anlamda bu madde müdafi yardımından yararlanmanın Anayasal güvencesi sayılmaktadır. Şüpheli veya sanık veya onların müdafileri gerek uluslararası sözleşmelerle gerekse Anayasa ile güvence altına alınan savunma hakkını kullanırken baskı altında olmamalıdırlar. Bu hakkını kullanan şüpheli veya sanığın veya onların savunmasını üstlenen müdafinin, bu görevini yerine getirirken herhangi bir yaptırım ile karşılaşma riski bulunmamalıdır. Ancak bunun güvencesiyle gerçek bir savunmadan bahsedilebilecektir (..., (2012), Türk Ceza Kanunu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kararları Işığında Bir Hukuka Uygunluk Nedeni Olarak “Savunma Dokunulmazlığı”, ... Barosu Dergisi, S. 4, s. 24, http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/tekmakale/2012-4/1.pdf, Erişim Tarihi: 21.10.2020).
Nitekim ülkemizin de kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin adil yargılanma hakkının asgari şartlarını gösteren 6. maddesinin 3/c bendinde; “Bir suç ile itham edilen herkes:... c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek, …haklarına sahiptir.” denilmek suretiyle, sanığın kendisini bizzat savunma hakkının yanında, müdafi tayin etme yetkisi ile belirli şartlarda müdafiden ücretsiz yararlanabilme hakkının da bulunduğu belirtilmiştir. Bu açıdan, savunma hakkı “meşru bir yol”, müdafi de savunma hakkının kullanılması bakımından “meşru bir araçtır” (Ceza Muhakemesi Hukukunda Müdafi, ... ... Hukuk Yayınları, ..., 1984, s. 13).
AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin asıl amacı, cezai kovuşturma söz konusu olduğunda isnat edilen suçlamalar ile ilgili olarak karar vermeye yetkili bir 'mahkeme' tarafından adil bir yargılama yapılmasını sağlamak olsa da bu durum, 6. maddenin hazırlık soruşturmasına uygulanamayacağı anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla bir yargılamanın adilliğinin soruşturmanın ilk safhalarında Sözleşme'nin 6. maddesi hükümlerine uygun hareket edilmemesi nedeniyle ciddi derecede zarara uğratılması söz konusuysa 6. madde ve özellikle bu maddenin (3) numaralı fıkrası yargılama öncesi durumlar için de geçerli olabilir. Buna göre Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde belirtilen hak, birinci paragrafta yer alan ceza davalarında adil yargılanma kavramının unsurlarından birini teşkil eder (.../Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 50).
Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendindeki düzenlemede isnat altında bulunan kişi, savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, kendi seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafiye sahip olmak için gerekli mali olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması devlet tarafından talep edilemez (Pakelli/Federal ..., B.No: 8398/78, 25/4/1983).
AİHM, mutlak olmamakla birlikte cezai bir suçla itham edilen herkesin gerekiyorsa resmî olarak görevlendirilen bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulması hakkının adil yargılanmanın temel özelliklerinden biri olduğunu belirtmekte (.../..., B. No: 14032/88, 23/11/1993, § 34; .../..., B. No: .../01, 28/2/2008, § 50) fakat avukat tayin edilmesinin tek başına sanığa yapılacak adli yardımın etkili olmasını ... etmediğini de vurgulamaktadır (.../Türkiye [BD], § 51).
Bu açıklamalara göre adil yargılanma hakkının yeterince 'uygulanabilir ve etkili' olabilmesi için kural olarak her davanın kendine has koşulları ışığında bu hakkın kısıtlanması için zorunlu sebepler olmadıkça polis tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkının şüpheliye sağlanması gerekir. Avukat erişiminin sağlanmamasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi bir kısıtlama -gerekçesi ne olursa olsun- şüphelinin/sanığın adil yargılanma bağlamında güvence altına alınan haklarına zarar vermemelidir. Avukat erişimi sağlanmayan sanığa polis soruşturması sırasında suçlayıcı ifadeler kullanılması durumunda prensip olarak sanığın haklarına telafi edilemeyecek şekilde zarar geldiğinin kabulü gerekir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 137).
Uyuşmazlığın çözümü için Türk Ceza Hukuku sisteminde müdafi kavramı ile ihtiyari ve zorunlu müdafilik düzenlemelerinden de bahsedilmesi gerekecektir.
5271 sayılı CMK’nın 2/1-c maddesinde “şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı” olarak tanımlanan müdafi, toplumsal savunmayı gerçekleştirmek amacıyla şüpheli veya sanık lehine hareket edip hukuki yardımda bulunan ve gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlayan kamusal bir muhakeme sujesidir (...-... ..., Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Onsekizinci Baskı, ... Yayınevi, ... 2010, s. 401 vd.; ... ..., Ceza Muhakemesi Hukuku, ... Yayınevi, 12. Baskı, ..., 2015, s. 180 vd.; ... ...-...-... ... ... Saygılar ... ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. Baskı, ... Yayınevi, ... 2015, s. 245 vd.; ..., Ceza Yargılaması Hukuku, 12. ..., ..., 2007, s. 184; ...u, Müdafi, 2. Baskı, ..., ..., 2012, s. 57).
Şüpheli veya sanığın müdafisi aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma imkânına sahip olduğu hallerde görev yapan müdafi ihtiyari müdafi, görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir. Görüldüğü gibi müdafinin zorunlu veya ihtiyari olması, şüpheli veya sanığın istemine ya da istemi olup olmadığına bakılmaksızın yani iradesi dikkate alınmadan atanıp atanmadığına bakılarak belirlenmektedir (Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 10. Baskı, ...s. ...
1412 sayılı CMUK, kişisel savunmada kural olarak ihtiyari müdafilik sistemini benimsemiş ve sınırlı bazı hâllerde zorunlu müdafilik sistemini getirmiştir. 5271 sayılı CMK zorunlu müdafilik sistemini önemli ölçüde genişletmiştir. Şüpheli veya sanığın Kanunun müdafi bulundurulmasını zorunlu tuttuğu hâller dışında bir müdafinin hukuki yardımından faydalanması, ihtiyari müdafilik kapsamında değerlendirilmektedir. İsteğe bağlı olarak yapılan ihtiyari müdafi seçimi yargılamanın her aşamasında yapılabilecektir. Görevlendirilmiş ihtiyari müdafilik ise 5271 sayılı CMK'nın 150. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş olup, 'Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.' şeklindedir. Bu hüküm müdafi bulundurmanın zorunlu olmadığı ve fakat şüpheli veya sanığın istemi üzerine yapılan görevlendirmeleri kapsamaktadır. Maddi gücü müdafi bulundurmaya yetersiz olan şüpheli veya sanığa, suçun niteliğine veya cezanın ağırlığına bakılmaksızın, müdafi görevlendirilmesi ihtiyari müdafilik kapsamındadır. Kanunun müdafi bulundurulmasını zorunlu saydığı durumlar dışında, şüpheli veya sanıktan müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse istemi hâlinde kendisine barodan bir müdafi görevlendirmesi yapılır. Bu kapsamda kendisine müdafi görevlendirmesi yapılmasını isteyen şüpheli veya sanık, istemini soruşturma evresinde ifadeyi alan merciye veya sorguyu yapan hâkime, kovuşturma evresinde ise mahkemeye bildirir. Bu makamlar da soruşturma veya kovuşturmanın yapıldığı yer barosundan görevlendirme isteminde bulunur. Ancak şüpheli veya sanık henüz bu makamlar karşısında adli bir işleme tabi tutulmamışsa istemini Baro Adli Yardım Bürosuna yapacaktır. Bu durumda istemi adli yardım hükümlerine göre değerlendirilecektir (..., Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 202; ..., Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 195).
Zorunlu müdafilik ise, soruşturma veya kovuşturma aşamasında şüpheli veya sanığın ruhsal ve fiziksel durumu ile isnat edilen suçun ciddiliği ve kişisel savunmanın özellikle desteklenmesini gerektiren özel bazı hâllerde, adil bir muhakemenin zorunlu kılması nedeniyle, şüpheli veya sanığın bir müdafi ile savunulmasının zorunlu tutulmasıdır. Zorunlu müdafiliği gerektiren durumlarda, şüpheli veya sanık kendisine müdafi görevlendirilmesini açıkça istemeyip karşı da çıksa resen müdafi görevlendirilir. Zorunlu müdafilik kapsamında seçilen veya görevlendirilen müdafiye 'zorunlu müdafi' denmektedir. Zorunlu müdafiliğin uygulandığı hâllerde, müdafi seçilmeden veya görevlendirilmeden yahut seçilen ya da görevlendirilen müdafi hazır bulundurulmadan ifade alma ve sorguya çekme işlemleri gerçekleştirilemez, savunma alınamaz, duruşma yapılamaz ve hüküm kurulamaz. Diğer bir ifadeyle, şüpheli veya sanığın aktif olarak katıldığı tüm soruşturma ve kovuşturma işlemlerinde zorunlu müdafinin hazır bulunması gerekir.
Toplumsal savunmanın ceza muhakemesindeki öneminin artması ve anlaşılmaya başlanması, gelişmiş ülkelerde müdafiin yardımından yararlanmanın bir zorunluluk olarak düzenlenmesi fikrini doğurmuştur. Fakat ceza muhakemesinde herkese zorunlu müdafi görevlendirilmesi düşüncesi, hem avukatlığın serbest meslek olma özelliğine zarar vermesi hem devlete yüksek maddi külfetler yüklemesi hem de gelişmemiş ülkelerde yeterince avukat olmaması nedeniyle tam olarak uygulanamamıştır. Zorunlu müdafilik sistemi mutlak olarak uygulanmasa da gelişmiş birçok ülkede, adaletin zorunlu kıldığı bazı durumlarda zorunlu müdafiliğin uygulanması kabul edilmiştir.
Ülkemizde de uzun bir süreden beri istisnai hallerde de olsa zorunlu müdafilik kabul edilmiş ve uygulanmaktadır. Osmanlı Devleti’nin ilk ceza muhakemesi kanunu olan 1879 tarihli Usul-i Muhakemat-ı Cezaiyye Kanunu’nda hem müdafilik sistemi hem de ilk defa zorunlu müdafilik sistemi kabul edilmiştir. Buna göre, ağır ceza gerektiren fiiller sebebiyle yapılan ceza muhakemelerinde, müdafi bulundurulması zorunlu tutulmuştur. Bu tür davalarda sanık kendisi bir müdafi seçmemişse mahkeme tarafından sanığa bir müdafi görevlendirilmesi zorunludur. Usul-i Muhakemat-ı Cezaiyye Kanunu’nun yerine 1877 tarihli Alman Ceza Muhakemesi Kanunu kodifiye edilerek oluşturulan 04.04.1929 tarihli ve 1412 sayılı CMUK’nın ilk hâlinde zorunlu müdafilik kabul edilmemişti. Ancak 1973 yılında CMUK’nın 74. maddesinde yapılan değişiklikle, sanığın gözlem altına alınması kararı verilirken müdafisi yoksa resen bir müdafi tayin edileceği düzenlenmiştir. Ayrıca 1992 yılında CMUK’da yapılan bir diğer değişiklikle de zorunlu müdafilik alanı genişletilerek, yakalanan kişi veya sanığın on sekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olması ve bir müdafisinin de bulunmaması hâlinde talebi aranmaksızın resen bir müdafi görevlendirileceği kabul edilmiştir (CMUK m. 138). Fakat CMUK’daki zorunlu müdafiliği öngören bu hüküm, Kanun'a eklenen bir istisna ile Devlet güvenliğini ilgilendiren suçlarla ilgili ceza muhakemelerinde 2003 yılına kadar uygulanmadı. 2003 yılında yapılan değişiklikle, zorunlu müdafilikle ilgili hükümlerin Devlet güvenliğini ilgilendiren suçlarla ilgili ceza muhakemelerinde de uygulanması kabul edilmiştir. 1412 sayılı CMUK’yı yürürlükten kaldıran 2004 tarihli ve 5271 sayılı CMK’da zorunlu müdafilik, hukuk devleti ve insan hakları anlayışımızdaki değişim ve gelişime paralel olarak ve AİHM’nin kararlarının etkisiyle CMUK’ya göre daha detaylı ve daha geniş kapsamlı düzenlenmiştir.
5271 sayılı CMK'ya göre; müdafisi bulunmayan şüpheli veya sanığın; çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması (150/2. madde), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi (150/3. madde), resmî bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (74/2. madde), tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmesi (101/3. madde), davranışları nedeniyle hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın yokluğunda duruşma yapılması (204/1. madde) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (247/4. madde) hâllerinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa, hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.
5271 sayılı CMK'nın 'Müdafiin görevlendirilmesi' başlıklı 150. maddesinin ayrıca ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK'nın 150. maddesi;
'(1) Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi hâlinde bir müdafi görevlendirilir.
(2) Şüpheli veya sanık onsekiz yaşını doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malûl olur ve bir müdafii de bulunmazsa istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
(3) Üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.' biçiminde iken,
19.12.2006 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile;
“(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.
(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.
(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.' şeklinde değiştirilmiştir.
Maddenin birinci fıkrasında isteğe bağlı müdafilik hüküm altına alınmış; ikinci fıkrasında çocuklara, kendisini savunamayacak derece malûl olanlara veya sağır ve dilsizlere istemi aranmaksızın müdafi görevlendirilmesi gerektiği belirtilmiş; üçüncü fıkrada ise alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmıştır.
Görüldüğü üzere, 5271 sayılı CMK'nın 150/3. maddesinde şüpheli veya sanık için zorunlu müdafi görevlendirilmesi, alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarla sınırlandırılmış, alt sınırı beş yıl ve daha az hapis cezasını gerektiren suçlar bu kapsama alınmamıştır.
Düzenlemenin yürürlüğe girdiği ilk hâlinde, üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlarda, soruşturma ve kovuşturma evresinde şüpheli veya sanığa istemi olmaksızın müdafi görevlendirileceğini kabul etmiştir. 2005 yılında bu hâliyle yürürlüğe giren Kanun, 2006 yılında değişikliğe uğramış; üst sınır olarak kabul edilen beş yıl, uygulamada yaşanan sorunlar, birçok soruşturma ve kovuşturmada müdafi görevlendirilmesinin maliyeti ve güçlüğü sebebiyle alt sınıra çekilmiştir. Böylece alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, soruşturma ve kovuşturma evresinde müdafi bulundurma zorunluluğu kabul edilmiştir (Soyaslan, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 184, ... - ... (2010), Müdafiliğe İlişkin Bir Değerlendirme: Değişen Kanunlar, Değişmeyen Sonuç, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S. 90, s. 167, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2010-90-642, Erişim Tarihi: 30.05.2018). Hakkında birden fazla suç şüphesi bulunan şüpheli veya sanığa zorunlu müdafi gerekip gerekmediğine ilişkin tespit yapılırken, her suç için öngörülen hapis cezasının alt sınırının ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu değerlendirme yapılırken suçlar için kanunda öngörülen hapis cezaları toplanmayacak, suçlardan herhangi birinin beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi durumunda müdafi görevlendirmesi yapılacaktır. Buna göre, alt sınırı beş yılın altında kalan birden fazla suç şüphesiyle yargılanan sanık zorunlu müdafilikten faydalanamayacaktır. Bununla birlikte, ceza yargılamalarında soruşturma ve kovuşturma evresinde elde edilen yeni delillerle suçun hukuki niteliği birçok kez değişebilmektedir. Bu değişikliklerle birlikte şüpheli veya sanığın müdafiye ihtiyaç duyması mümkün olabileceği gibi bu ihtiyacın ortadan kalkması da mümkündür. Bu nedenlerle de şüpheli veya sanığa isnat edilen suça göre müdafi bulundurulmasını zorunlu kabul etmenin uygulamada eşitsizlik yaratacağı da savunulmaktadır. Ancak, müdafi görevlendirmesi yargılamanın her aşamasında mümkün olduğundan, suçun hukuki niteliğinin değişmesinden bahisle yeni suçun kanunda öngörülen hapis cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması durumunda bu aşamada resen mahkeme tarafından müdafi görevlendirilmesi yapılmalıdır. Bu aşamada görevlendirilen müdafiye savunmayı hazırlaması için yeterli zaman tanınmalı, gerekirse duruşma ertelenmelidir. İsnat edilen suçun niteliğinin değişmesi sebebiyle cezanın alt sınırının beş yıldan az olması durumunda ise müdafinin görevi kendiliğinden sona ermemelidir. Ancak, sanık savunmasını müdafi aracılığı ile yapmak istemediğini ve görevlendirilmiş olan bu müdafiden faydalanmayacağını belirtirse müdafinin görevi sona ermelidir. Buna karşın, savunmasını müdafi ile sürdürmek isterse müdafinin görevi devam etmeli ve fakat ihtiyari müdafilik kapsamında değerlendirilmelidir.
5271 sayılı CMK’nın 150/3. maddesinin, Anayasa’nın 2, 5, 11, 13 ve 36. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal davası açılmışsa da Anayasa Mahkemesinin 12.03.2009 tarihli ve 14-48 sayılı kararı ile Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 149. maddesinde, şüpheli veya sanığın, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafinin yardımından yararlanabileceği, kanuni temsilcisi varsa, onun da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebileceği, 150. maddenin (1) numaralı fıkrasında da şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesinin isteneceği, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi hâlinde bir müdafi görevlendirileceği, dolayısıyla iptali istenilen düzenleme ile, bir yargılama faaliyeti içerisinde bulunan kişinin bizzat savunma yapması veya istediği bir avukat yardımından yararlanma haklarının elinden alınmadığı, bu nedenle iptali istenilen düzenleme ile savunma hakkının özünün zedelendiği ve kullanılamaz hâle geldiği iddiaları yerinde görülmediği gerekçeleriyle iptal isteminin oy birliğiyle reddine karar verilmiştir.
Bu aşamada, suçun nitelikli hâline ilişkin 5237 sayılı TCK'da yer alan düzenlemelere de değinilmelidir.
765 sayılı Kanun'un sisteminde, suçun temel şekline göre cezanın artırılmasını veya azaltılmasını gerektiren hususlara 'ağırlaştırıcı sebepler' ve 'hafifletici sebepler' denilmekte iken 5237 sayılı Kanun'da, suçun temel şekline göre cezanın artırılmasını veya azaltılmasını gerektiren nedenler nitelikli hâl olarak düzenlenmiştir. Bunun sonucu olarak da nitelikli hâller yalnızca daha ağır cezayı veya cezada artırımı gerektirmemekte, Kanun'da daha az cezayı gerektiren nitelikli hâller de yer almaktadır (..., Suç Teorisi, 2. Bası, ..., 2002, s. 89; ..., Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. Bası, ..., 2010, ... Yayınevi, s. 199-200; ...z, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. Bası, ..., 2012, ... Yayınevi, s. 128-129).
5237 sayılı TCK’nın bazı maddelerinde suçun nitelikli hâli için bağımsız yaptırım öngörülmüş iken (örneğin 94/2-3, 106/2, 109/2, 149/1. maddeleri), bazı maddelerinde suçun temel şekli için belirlenen cezanın belli oranlarda artırılması yöntemi tercih edilmiş (örneğin 86/3, 102/3, 103/3-4, 109/3. maddeleri), bazılarında ise suçun nitelikli hâlleri için hem bağımsız bir ceza öngörülmüş (örneğin 109/2. maddesi) hem de aynı maddenin müteakip fıkralarında yer alan nitelikli hâller için cezanın belirli bir oranda artırılması esası kabul edilmiştir (örneğin 109/3. maddesi).
Kanunda suçun nitelikli hâlleri için bazı maddelerde bağımsız bir ceza öngörülmesi bazılarında ise somut olayımızda olduğu gibi cezanın belirli bir oranda artırılması esasının benimsenmesi, uygulamada birtakım zorluklara neden olsa da, bu tercih bütünüyle kanun koyucunun takdiridir. Bununla birlikte bu takdir, Kanun'da cezanın belirli bir oranda artırılmasının öngörüldüğü hâllerin nitelikli hâl olmayıp ağırlaştırıcı neden olduğu anlamına da gelmemektedir.
Öte yandan, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda müdafi bulundurulmasının zorunlu olduğu hâllerden biri Kanun'un 101/3. maddesinde yer almıştır.
5271 sayılı CMK'nın 'Tutuklama kararı' başlıklı 101. maddesi;
'(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(3) Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır.
...' şeklinde düzenlenmiştir.
Tutuklama, suç işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller ile bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde, şüpheli veya sanığın kaçmasını ve delilleri karartmasını önlemek amacıyla, hâkim kararıyla alınan özgürlüğü kısıtlayıcı bir koruma tedbiridir. Tutuklama isteminde bulunulması üzerine, müdafisi olmayan şüpheli veya sanığa baro tarafından bir müdafi görevlendirilir. Hukuki niteliği bakımından bir koruma tedbiri olan tutuklama, cezalandırma amacı taşımamakla birlikte delillerin toplanması, şüpheli veya sanığın kaçmasının engellenmesi amacıyla uygulanan ve kişi hürriyetini kısıtlayan tutucu veya önleyici ağır bir tedbiridir (..., Ceza Muhakemesi Hukuku. s. 358; ..., Ana Hatlarıyla Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 273; ... Centel (2013), Tutuklama Uygulamasında Sorunlar, ... Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, S. 1. S.193, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/97762, Erişim Tarihi: 23.10.2020).
Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre tutuklama istendiğinde, şüpheli veya sanık kendi seçeceği ya da baro tarafından görevlendirilecek bir müdafinin yardımından yararlanacaktır. Gerek soruşturma gerekse kovuşturma evresinde tutuklama talep edildiğinde müdafisi olmayan şüpheli veya sanığa mutlaka müdafi görevlendirilmesi yapılacaktır.
Gelinen noktada, CMK’da düzenlenmiş olan zorunlu müdafi görevlendirilmesini gerektiren sınırlı hâller, savunma hakkının etkin kullanılması bakımından yetersiz gibi görünse de, aslında zorunlu müdafilik gerektiren hâller ile talep hâlinde baro tarafından ihtiyari müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğuna ilişkin düzenleme birlikte değerlendirildiğinde, CMK’daki düzenlemenin savunma hakkı ve çağdaş ceza adaleti açısından ve mehaz Alman hukukuna göre, oldukça ileri bir düzenleme olduğu ve ceza muhakemesinde müdafinin yardımından yararlanmanın istisna olmaktan çıkıp kural hâline geldiği rahatlıkla ifade edilebilir.
Bu kapsamda, 5271 sayılı CMK'nın 150/3. maddesi uyarınca sanığa zorunlu müdafi atanmasının gerekip gerekmediği tespit edilirken beş yıllık ceza süresinin belirlenmesi esnasında suçun temel şekli için Kanun'da öngörülen cezanın mı yoksa temel cezaya ilaveten suçun nitelikli ve ağırlaştırıcı hâllerinin mi dikkate alınacağının irdelenmesi gerekmektedir.
Adil yargılanma hakkı, Anayasanın 36/1. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6/1. maddesinde de; “Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir.” denilerek teminat altına alınmıştır.
Adil yargılanma hakkının muhtevası, savunma ve müdafi yardımından faydalanma hakkı yönünden iç hukukumuzun da bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6/3-c maddesinde belirlenmiştir. Buna göre, bir suç ile itham edilen herkes, kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından faydalanmak; avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin tecellisi için gerekli görülüyorsa resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek hakkına sahiptir. Anılan madde gereğince, bir suç isnadı altında bulunan kişi, savunma hakkını kullanırken, kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafi tayin etme imkânından yoksun ise ve adaletin selameti için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma olmak üzere üç ayrı hakka sahiptir. Bu nedenle, suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez. Savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Pakelli/Federal Almanya Davası, B. No: 8398/78, 25.04.1983).
Gözaltı sırasında bir avukatın hazır bulunmaması ile ilgili olarak AİHM, her sanığın, gerekiyorsa resmi olarak görevlendirilen bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulması hakkının adil yargılamanın temel özelliklerinden birisi olduğunu hatırlatmaktadır (..., ..., 23 Kasım 1993 ve ...- ..., başvuru no: 68020/01, 28 Şubat 2008). Kural olarak, sanığa, polis tarafından ifadesinin alındığı veya tutuklu olarak yargılandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye Davası, Başvuru No:.../03).
Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanma hakkından vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibariyle asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekir (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, .../Türkiye Davası, B. No: 36391/02, 27.11.2008; .../Türkiye Davası, B. No: .../96, 27.03.2007). Ne var ki; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin imkânının olmaması yanında, ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, .../Türkiye Davası, B. No: .../96, 27.03.2007).
Bu cümleden olarak, kanun koyucu bir suç isnadıyla karşı karşıya kalan şüpheli ya da sanığın, müdafi yardımından faydalanma hakkından açıkça vazgeçmesi hâlinde dahi adaletin selameti bakımından resen bir müdafi atanması gerektiğini 5271 sayılı CMK'da tahdidi olarak düzenlemiştir.
Savunma, toplumun suçtan sorumlu olması nedeniyle muhakemenin vazgeçilmez unsuru olduğu için, en azından ağır suçlarda müdafi bulunmasını gerektirir. Nitekim Ceza Muhakemesi Kanunu önce sadece küçükler bakımından (CMK m. 150/2) ve gözlem altına almada (CMK m. 74/2) kabul edilmiş olan mecburi müdafiliği yerinde bir şekilde genişletmiştir.
CMK'nın 150/3. maddesine göre; müdafisi bulunmayan şüpheli veya sanığa talebi olup olmadığına bakılmaksızın, alt sınırı 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı yapılan soruşturma veya kovuşturmada bir müdafi görevlendirilmek zorundadır. Şüpheli veya sanığın talebi olmasa, hatta kendisine hukuki yardımda bulunması için görevlendirilen avukatı geçerli bir nedene dayanmadan kabul etmese veya reddetse bile, iddia veya yargılamaya konu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması hâlinde zorunlu müdafilik uygulama alanı bulacak ve bu durumda şüpheli veya sanığın yanında avukat bulunmaksızın yapılan tasarruflar hukuka aykırı kabul edilecektir.
Ceza ... sistemimizde 'bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekillerinin aynı suç sayılacağı' ilkesi benimsenmiştir (TCK m. 43/1, 3. cümle). Bu itibarla, aynı suç sayılan bir suçun nitelikli hâlinin ve benzer şekilde fiilin ağırlaştırıcı neden altında işlenen şeklinin CMK'nın 150/3. maddesinde belirlenen ve zorunlu müdafi atanması için gerekli olan beş yıllık sürenin belirlenmesinde esas alınması gerektiği kuşkusuzdur.
Bu açıklamalar ışığında 5271 sayılı CMK'nın, zorunlu müdafilik sistemini istisna olmaktan çıkarıp adeta kural hâline getirecek şekilde uygulama alanını genişletmesi, gerçekten de pratik olarak bakıldığında, suç isnadı altındaki bir birey için önemli olan hususun; hakkında istenen hapis cezasının alt veya üst sınırının uzun olması olup, bu alt ve üst sınırın uzunluğunun, ister cezanın temel şeklinden isterse suçun nitelikli hâli veya ağırlaştırıcı nedeninden kaynaklansın, belirtilen sonucun değişmeyeceği, aksi durumun kabulü yani, CMK'nın 150/3. maddesinde düzenlenen beş yıllık sınırın belirlenmesinde, ağırlaştırıcı neden veya nitelikli hâl uygulanması sebebiyle alt sınırın beş yılın üstüne çıkması durumunda zorunlu müdafi atanmasının gerekmediğini kabul etmenin sanığın savunma hakkını kısıtlayacağı ve bunun sonucunda adil yargılanma hakkından mahrum edeceği ve bunun da adalete erişim hakkını sınırlayacağı apaçık ortadadır.
Bu nedenlerle, silahlı terör örgütü üyesi olma suçlarının 3713 sayılı TMK'nın 3. maddesinde düzenlenen mutlak terör suçlarından olduğu ve söz konusu mutlak terör suçlarında her halükarda anılan Kanun'un 5/1. maddesinde belirtilen 1/2 oranındaki arttırımın herhangi bir takdir hakkı olmaksızın uygulanması zorunluluğu neticesinde cezanın alt sınırın beş yıldan fazla olduğu nazara alındığında, sanık hakkında silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan yapılan yargılama sırasında, CMK'nın 150/3. maddesi gereğince isteğine bağlı olmaksızın, hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.
Bu zorunluluğa uyulmamasının temyizen inceleme konusu yapılıp yapılmayacağına gelince;
CMK'nın 188/1. maddesinde 'Duruşmada, hükme katılacak hakimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt katibinin ve kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hallerde müdafiinin hazır bulanması şarttır.' şeklinde duruşmada hazır bulunması gerekenler gösterilirken 'zorunlu müdafiyi' mahkeme heyetinden sayılmıştır.
CMK'nın 197/1. maddesinde; “Sanık hazır bulunmasa da müdafii bütün oturumlarda hazır bulunmak yetkisine sahiptir.” denmek suretiyle yasa koyucu genel kural olarak sanık müdafisinin tüm oturumlarda hazır bulunmasını arzu etmiştir.
CMK'nın 289. maddesinin 1. fıkrasının a ve e bentlerinde, kanuna kesin aykırılık hâlleri içinde, 'mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması' ile 'Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken kişilerin yokluğunda duruşma yapılması' gösterilmiştir. Temyiz denetiminde bu madde kapsamındaki hukuka aykırılıklar temyiz kapsamında gösterilmiş olmasa da resen incelenecektir (CMK m. 289/1).
Bu açıklamalar ışığında birinci uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık ...'in silahlı terör örgütüne üye olma suçundan TCK'nın 314/2. maddesi gereğince cezalandırılması için açılan davanın 22.03.2017 tarihli birinci celsesinde sanığa bir müdafiden yararlanma hakkı olduğunun hatırlatıldığı ancak 'mahkemeden bir talebi bulunmadığını' belirterek savunmasını kendisinin yaptığı, yargılama sonucunda TCK'nın 314/2. maddesi gereğince 9 yıl hapis cezasıyla cezalandırıldığı ve istinaf talebinin Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddedildiği anlaşılmaktadır.
5271 sayılı CMK’nun 2/1-c maddesinde “şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı” olarak tanımlanan müdafi, toplumsal savunmayı gerçekleştirmek amacıyla şüpheli veya sanık lehine hareket edip hukuki yardımda bulunan ve gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlayan kamusal bir muhakeme sujesidir. Şüpheli veya sanığın müdafisi aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma imkânına sahip olduğu hâllerde görev yapan müdafi ihtiyari müdafi, görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir. Görüldüğü gibi müdafinin zorunlu veya ihtiyari olması, şüpheli veya sanığın istemine ya da istemi olup olmadığına bakılmaksızın yani iradesi dikkate alınmadan atanıp atanmadığına bakılarak belirlenmektedir. Ceza muhakemesi hukukumuzda kural olarak ihtiyari müdafilik sistemi benimsenmiş olmakla birlikte, şüpheli veya sanığın müdafisinin olmadığı ve suçun ciddiliği, cezanın ağırlığı, şüpheli veya sanığın fiziksel ve ruhsal engellerinin varlığı, savunmanın özel olarak desteklenmesini gerektiren hâller ile adaletin zorunlu kıldığı bazı istisnai ve sınırlı durumlarda zorunlu müdafilik de kabul edilmiştir. 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK'nın 150. maddesinin üçüncü fıkrasında alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda şüpheli veya sanığa istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirileceği ifade edilmiştir.
Silahlı terör örgütüne üye olma suçunu düzenleyen 5237 sayılı TCK’nın 314/2. maddesi, “…Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” şeklinde, 3713 sayılı Kanun’un 5. maddesi ise “3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.
Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.” şeklinde düzenlenmiştir.
Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılaması yapılan sanığın, yargılama aşamasında kendisinin seçtiği bir müdafisi bulunmadığı gibi CMK'nın 156. maddesi gereğince de resen bir müdafi görevlendirilmediği ve sanığa isnat edilen suçun niteliği dikkate alındığında, Anayasa'nın 36 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddelerinde teminat altına alınan adil yargılanma ilkesi ve savunma hakkının korunmasının sağlanması kapsamında sanığa CMK'nın 150/3. maddesi uyarınca zorunlu müdafi atanması gerektiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının haklı nedene dayanmayan itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Ceza Genel Kurulu Üyesi; silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanan sanığa 5271 sayılı CMK uyarınca müdafi atanmasının gerekmediği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
2-Diğer uyuşmazlık konusu yargılama sırasında dosyada mevcut delillerin hüküm kurmaya yeterli olup olmadığına ilişkindir.
Sanık ...'in 2003 yılında ... Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tarih Bölümünden mezun olduğu, ... ve ... illerinde örgüte ait dershanelerde öğretmenlik yaptığı, 15.07.2016’da örgütün ...’da bulunan özel okulunda öğretmenlik yapmakta olduğu, ... listesinde yer alması nedeniyle hakkında düzenlenen yakalama emri sonucu 01.12.2016 tarihinde yakalandığı ve tutuklandığı, sanık hakkında düzenlenen iddianamenin ... listesinde bulunması ve Bankasya’da hesabı olmasına dayandığı, iddianamede başkaca bir delile yer verilmediği, sanığın savunmalarında ... kullandığını kabul etmediği, Bankasya hesabı bulunduğunu ve bazı işlemler yaptığını kabul ettiği, yargılama sırasında dosyaya iki tanık beyanı alındığı, bu tanıkların yargılamada dinlenmeyip başka soruşturmalar sırasında alınan beyanlarının sanığa okunmasıyla yetinildiği, bunlardan tanık ... Şahin Naimoğlu'nun, sanıkla birlikte ... ilinde TSK mahrem yapısında öğretmen olarak çalıştıklarını, sanığın kod adının ... olduğunu, 15.07.2016’ya kadar faaliyetini sürdürdüğünü ve örgüt içinde izdivaç sorumlusu olduğunu beyan ettiği, sanığın ise böyle bir kişiyi tanımadığını, beyanların iftira olduğunu savunduğu, diğer beyanın ... Bağcı isimli yine ayrı bir TSK mahrem sorumlusuna ait olduğu, onun da ... Kod adlı bir örgüt üyesinden bahsettiği, ancak bu kişinin sanığın hiç oturmadığını beyan ettiği ... ilinde faaliyet gösterdiği, bu beyanda bahsedilen kişiye ait çocukların cinsiyeti gibi bazı ayrıntıların da sanıkla uyuşmadığı ancak mahkemenin bu hususları araştırmadan tanık ... Bağcı'nın beyanlarını da sanıkla ilgili kabul ederek, sanık hakkında ... kullanıcısı olması, Bankasya hesabını ve tanık beyanlarını esas almak suretiyle tespit ve ... değerlendirme tutanağını beklemeden mahkumiyet kararı verdiği, sanığın karara karşı istinaf başvurusunda bulunduğu, Bölge Adliye Mahkemesi kararından önce 23.08.2017 tarihinde dosyaya ... tespit ve değerlendirme tutanaklarının gönderildiği, tutanakların kullanıcı adı ve şifreler yanında örgütsel faaliyetlere ilişkin yazışmaları da içerdiği, bu aşamadan sonra dosyaya 28.11.2017 tarihinde tanık ... ...’a ait savcılık beyanının gönderildiği, beyanda sanığın ... ilinde büyük bölge talebe mesulü olduğu iddiasının yer aldığı, yine 31.01.2018 tarihinde de tanık ... ...’a ait ifade tutanağının gönderildiği, üsteğmen olan bu kişinin de sanığın kendisinden sorumlu TSK mahrem imamı olduğunu beyan ettiği anlaşılmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Daire kararlarında da istikrarlı şekilde vurgulandığı üzere '... iletişim sisteminin .../... silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti hâlinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren delil olacağı'nın kabul edilmesi karşısında, ... kullandığını kabul etmeyen sanığın bu programı kullandığına dönük bilgiler içeren ... tespit ve değerlendirme tutanağı ve davayla ilgili olduğu düşüncesiyle dosyaya gönderilen tanık beyanlarının ilk uyuşmazlık konusunda varılan sonuç kapsamında CMK’nın 217. maddesi uyarınca sanık ve görevlendirilecek müdafisine okunduktan sonra sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunduğu anlaşılmakla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ikinci itiraz nedeninin de reddine karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ;
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 29.12.2021 tarihinde yapılan müzakerede, birinci itiraz gerekçesi bakımından oy çokluğu, ikinci itiraz gerekçesi bakımından ise oy birliğiyle karar verildi.