16. Ceza Dairesi 2019/5371 E. , 2019/4005 K.
İtirazla ilgili Mahkeme Kararı : Ceza Dairesi
İtirazla ilgili Hüküm: Asıl karar: TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanunun 5/1 TCK’nın 53, 58/9, 63 maddeleri gereğince mahkumiyet hükmüne yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi
Ek karar: Temyiz isteminin reddi
Suç : Silahlı terör örgütüne üye olma
Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
I-İTİRAZ KONUSU:
Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan sanık ...'in atılı suçtan mahkumiyetine dair Konya 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 25.10.2017 gün ve 2017/27 Esas, ve 2017/72 Karar sayılı kararı sanık müdafisi tarafından istinaf edilmiş, istinaf isteği Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin 26.03.2018 gün ve 2017/1359 Esas, 2018/202 Karar sayılı kararı ile duruşma açılmaksızın esastan reddedilmiştir. Bu karar 16.04.2018 günü sanık müdafiisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmiştir. Sanık müdafiisi CMK'nın 291/1 maddesi gereğince 15 günlük yasal süreyi geçirdikten sonra 21.06.2018 günü eski hale getirme talebiyle birlikte istinaf kararının temyiz etmiş, sanık da kendisine yapılan bir tebligat olmadan 19.06.2018 ve 21.06.2018 tarihli dilekçeleri ile hükmün temyiz edilmediğini öğrendiğini belirterek kendisine temyiz hakkı tanınmasını talep etmiş, bu istek Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin 02.07.2018 gün ve 2017/1359 Esas, 2018/202 Karar sayılı ek kararla birlikte müdafiisinin temyiz isteği ile birlikte reddedilmiştir. Bu karar müdafiye 10.07.2018, sanığa 05.07.2018 günü tebliğ edilmiş, hem sanık hem de müdafiisi tarafından ek karara karşı temyiz kanun yoluna başvurulmuştur.
Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 28.02.2019 gün ve 2018/6704 Esas, 2019/1377 Karar sayılı kararı ile sanık müdafiisi yönünden ek karar kaldırılarak temyiz isteminin reddine, sanık yönünden ise müdafiiye yapılan tebligatın tarihi esas alınarak ek kararın onanmasına oyçokluğuyla karar verilmiştir.
Karşı oylar özetle, 7201 sayılı Tebligat Kanununun 11. maddesinde değişiklik yapan 06.06.1985 tarihli 3220 sayılı yasanın değişiklik gerekçesi ve değişiklikle getirilen hüküm karşısında Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun (İBBGK) 10.07.1940 tarih ve 07/75 sayılı kararının ve bu karara istinaden verilmiş Yargıtay Ceza Genel Kurulunun (CGK) 106/09/1085 gün ve 178/361 sayılı, 26.05.1986 gün ve 561/295 sayılı kararlarının yeniden gözden geçirilmesi gerektiği ve hakkında verilen kararı temyize hakkı bulunan sanığa 7201 sayılı Tebligat Kanununun 11. maddesi ve CMK'nın 35/2-3 maddeleri gereğince tebligat yapılması gerektiği halde yapılmadığı gözetilerek, öğrenme üzerine verdiği dilekçesi sebebiyle, temyiz isteğinin reddine dair ek kararın kaldırılarak sanığın temyizi yönünden dosyanın incelenmesi gerektiği düşüncesine dayanmıştır.
İtirazın konusu, 06.06.1985 tarihli 3220 sayılı Yasanın 5. maddesi ile değiştirilen Tebligat Kanunu 11. maddesinin 1. fıkra son cümlesi atfıyla CMK'nın 35/2-3 maddesi gereğince yokluğunda verilen kararların sanığa da ayrıca tebliğ edilmesi gerektiği halde tebligat yapılmaması nedeniyle kararı öğrendikten sonra temyiz isteminde bulunan sanığın bu temyizinin, öğrenme üzerine süresi içinde yapılan bir temyiz olarak kabul edilmesi ve temyiz isteğinin esastan incelenmesi gerektiğine dairdir.
II-İTİRAZ NEDENLERİ:
Yüksek Daire ile Başsavcılığımız arasındaki uyuşmazlık, yokluğunda verilen kararın, bu kararı temyiz hakkı ve yetkisi bulunan sanığa da ayrıca tebliği gerekip gerekmediğine ilişkindir.
İBBGK'nın 10.07.1940 tarih ve 07/75 sayılı kararı,“...Davanın son dereceye kadar takibi için vekil tayin etmiş olan bir kimseye ilam tebliği mümkün bulundukça müvekkiline tebligat yapılması kanuna aykırı ve bu sebeple tebliğ dahi hükümsüz olduğundan, kanun yoluna başvurma için belli olan süre böyle yolsuz bir tebliğ üzerine cereyan etmez...” şeklindedir ve bu karar ile bu karara istinaden verilmiş CGK'nın 106/09/1085 gün ve 178/361 sayılı, 26.05.1986 gün ve 561/295 sayılı kararlarına göre, kararların sanık müdafiisine tebliğinin yeterli olduğu ve ayrıca sanığa tebliğe gerek bulunmadığı kabul edilmiştir.
Ancak kararların vekile veya kanuni temsilciye tebliğini düzenleyen 7201 s. Tebligat Kanununun 11/1 maddesi 06.06.1985 tarihli 3220 sayılı yasanın 5. maddesi ile 'Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.' şeklinde yeniden düzenlenmiş, yeni düzenlemenin gerekçesi de '7201 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin birinci fıkrasında 'Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır.' hükmü bulunmaktadır. Ancak, vekil vasıtasıyla takip edilen işlerden birden çok vekilin mevcudiyeti durumunda tebligatın hangi
vekile yapılacağı, her iki vekile de tebligat yapılmışsa hangi tebligatın geçerli olacağı konularında büküm bulunmamakta, uygulamada tereddütler ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun 'kararların tefhim ve tebliğ' başlığını taşıyan 33. maddesinde ilgililerin yüzüne karşı verilen kararların tefhim olunacağı ve diğer kararların tebliğ edileceği esası kabul edilmiştir. Görülüyor ki her hükmün ilgiliye bildirilmesi CMUK'nun ana ilkelerinden birisini oluşturmaktadır. Kanun koyucu bu konuda çok hassas davranmış, ilgililerin kanuni haklarını kullanabilmeleri için sanıkların karar ve hükümlerden haberdar edilmelerini öngörmüştür. Hal böyleyken Hukuk Usulu Muhakemeleri Kanunun eski 124 maddesinin mukabili olan tebligat kanununun 11. maddesinde geçen vekil kavramı çoğu zaman müdafi kavramı ile aynı mahiyette telakki edilmekte, bu nedenle ceza yargılamasında tebligat bakımından birbirinden farklı uygulamalara ve hatalı sonuçlar doğmasına sebep olmaktadır. Bilindiği gibi hukuk yargılamasındaki vekil ile ceza yargılamasındaki müdafi kavramları birbirinden farklıdır. Vekil, müvekkilden ayrı ve bağımsız bir statüye sahip değildir, bağımlıdır. Temsil ettiği kişinin talimatı ile hareket eder ve onun yokluğunda onun yerine geçer, müdafii ise, yalnızca ceza davasında söz konusudur. YCGK'nın 25.12.1978 gün ve 427507 sayılı kararında da belirtildiği üzere; duruşma vekil için değil sanık için yapılmaktadır, akıbeti de sanığın özgürlüğü veya mali durumu ile kısacası şahsı ile ilgili bulunmaktadır. Bu itibarla ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemek, müdafine yapılan tebliğ geçerli saymak adalet ilkeleri ile bağdaştırılamayacak durumdur. İşte yukarıda belirtilen görüşlerin ışığı altında uygulamaya açıklık getirmek için 11. maddenin 1. fıkrası yeniden düzenlenmiştir. İşte, yukarıda belirtilen görüşlerin ışığı altında uygulamaya açıklık getirmek için 11. maddenin birinci fıkrası yeniden düzenlenmiş ve vekilin birden çok olması halinde bunlardan birine tebligat yapılması yeterli görülmüş, tebligat birden fazla vekile yapılmış ise bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılmış ve bundan ayrı alarak, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmesine ilişkin hükümleri saklı tutulmuştur. ' şeklinde belirtilmiştir.
CMK'nın Kararların Açıklanması ve Tebliği başlıklı 35. maddesi '(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.
(2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.
(3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır.' şeklindedir.
Uygulamada yukarıda belirtilen İBBGK kararına istinaden hakkında herhangi bir kanun yoluna başvurulması imkanı bulunan hakim veya mahkeme kararları müdafisi bulunan sanığın sadece müdafisine tebliğ edilmekte, yokluğunda karar verilen sanığa tebliğine gerek görülmemektedir. Ancak bu kural mutlak suretle de uygulanmamaktadır. CGK'nın 20.03.2012 gün ve 2011/6-235 Esas, 2012/110 Karar sayılı kararında da belirtildiği gibi, kendisine müdafi atandığından haberdar olmayan sanıklara, müdafisi aleyhlerine verilen karar hakkında temyize başvurmuş olsa dahi,
gerekçeli kararın ve müdafiinin temyiz dilekçesinin tebliğinin Anayasanın 36 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/3 maddesinde ifadesini bulan adil yargılanma hakkının bir gereği olduğu kabul edilmiştir.
İBBGK kararından sonra 7201 sayılı Tebligat Kanununun 11. maddesinde yapılan değişiklik gerekçesine bakıldığında, müdafiisi bulunan sanığa yokluğunda kanun yolu açık olarak verilen hakim veya mahkeme kararlarının tebliğ edilmemesinin sakıncaları ortaya konularak, vekile tebliğ kuralının istinası olarak Ceza Muhakemesi Kanununda yer alan sanığa tebliğe dair yasal düzenlemelerin saklı tutulduğuna dair ibare eklenmiştir.
Nitekim somut olayda da, sanığın mahkumiyetine dair Konya 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 25.10.2017 gün ve 2017/27 Esas ve 2017/72 Karar sayılı kararı sanık müdafiisi tarafından istinaf edilmiş, istinaf isteği Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin 26.03.2018 gün ve 2017/1359 Esas, 2018/202 Karar sayılı kararı ile duruşma açılmaksızın esastan reddedilmiştir. Bu karar 16.04.2018 günü sanık müdafiisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmiştir. Sanık müdafiisi CMK'nın 291/1 maddesi gereğince 15 günlük yasal süreyi geçirdikten sonra 21.06.2018 günü eski hale getirme talebiyle birlikte istinaf kararının temyiz etmiş, sanık da kendisine yapılan bir tebligat olmadan 19.06.2018 ve 21.06.2018 tarihli dilekçeleri ile hükmün temyiz edilmediğini öğrendiğini belirterek kendisine temyiz hakkı tanınmasının talep etmiş, bu istek Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin 02.07.2018 gün ve 2017/1359 Esas, 2018/202 Karar sayılı ek kararla birlikte müdafiisinin temyiz isteği ile birlikte reddedilmiştir. Bu karar müdafiiye 10.07.2018, sanığa 05.07.2018 günü tebliğ edilmiş, hem sanık hem de müdafiisi tarafından ek karara karşı temyiz kanun yoluna başvurulmuştur.Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 28.02.2019 gün ve 2018/6704 Esas, 2019/1377 Karar sayılı kararı ile sanık müdafiisi yönünden ek karar kaldırılarak temyiz isteminin reddine, sanık yönünden ise müdafiiye yapılan tebligatın tarihi esas alınarak ek kararın onanmasına oyçokluğuyla karar verilmiştir. Bu hali ile 7201 sayılı Tebligat Kanununun 11. maddesinde yapılan değişikliğe ilişkin gerekçede ortaya konan sakıncalı hal gerçekleşmiş bulunmaktadır. Bu nedenle sanığın öğrenme üzerine yaptığı temyiz istemi yönünden inceleme yapılmak üzere, sanığın temyiz isteminin reddine dair ek kararın kaldırılması ve sanığın talebi doğrultusunda temyiz incelemesinin yapılabilmesi için Yüksek Dairenin sanığın temyiz isteğinin reddine dair ek kararın onanmasına yönelik kararına itiraz etmek gerekmiştir.
III-İTİRAZ HAKKINDAKİ HUKUKİ NİTELENDİRME:
7201 sayılı Tebligat Kanununun 11/1 maddesinde yazılı olduğu üzere 'vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır.' hükmü uyarınca Bölge Adliye Mahkemesi asıl kararının 16.04.2018 tarihinde sanık müdafiine gönderilerek çalışanına tebliğ edildiği, sanık müdafii tarafından süresinden sonra 21.06.2018 tarihli eski hale getirme talepli dilekçe ile; sanık tarafından ise 19.06.2018 ve 22.06.2018 tarihli dilekçeler ile temyiz isteminde bulunulduğu anlaşılmış olup, gerekçeli kararın sanık müdafiine tebliğinden sonra sanığa tebliğinin ayrıca temyize imkan vermeyeceği kanaatine varılmıştır.
IV-KARAR:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz gerekçeleri yerinde
görülmediğinden REDDİNE, 02.07.2012 gün ve 6352 sayılı Kanunun 99. maddesi ile 5271 sayılı CMK'nın 308. maddesine eklenen (2) ve (3) fıkra hükümleri uyarınca itirazın değerlendirilmek üzere dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 30.05.2019 tarihinde üyeler ... ve ...’un itirazın kabulü gerektiği yönünde karşı oyu ve oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY:
Sayın çoğunluk ile aramızdaki uyuşmazlığın temeli müdafiisi bulunan sanık hakkında gıyapta verilen Bölge Adliye Mahkemesi kararının sanığa tebliğinin gerekip gerekmediği hususu ile eğer tebliğ edilecekse temyiz süresinin ne zaman başlayacağı, temyiz süresinin başlangıcının müdafiiye yapılan tebligat tarihinden mi yoksa sanığa yapılan tebligat tarihinden itibaren mi başlayacağı veya her biri için kendisine yapılan tebligattan itibaren mi başlayacağı hususudur.
Uygulamada Yargıtay İ.B.B.G.K.'nın 10.07.1940 tarih ve 07/75 nolu kararları ile Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 16.09.1985 tarih ve 178/361 nolu yine 26.05.1986 tarih 561/295 nolu kararlarına göre; müdafisi bulunan sanıklar yönünden tebligatın sanığın müdafisine yapılacağı bu hususun müdafiinin görevi içinde bulunduğu dolayısıyla yoklukta tefhim olan kararın vekile tebliğ edilmesi gerektiği ayrıca sanığa yapılan tebligatın hukuksal geçerliliğinin bulunmadığı karar altına alınmıştır.
Özellikle yukarıda zikredilen Ceza Genel Kurulu kararları dayanak olarak 1940 tarihli İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun kararını ve Tebligat Kanunun 11. maddesini göstermişlerdir.
Hal böyle olunca özellikle tebligat kanunu 11. maddesinin yeniden gözden geçirilmesinde fayda bulunmaktadır. Bu gözden geçirme yapılırken özellikle yukarıda zikredilen içtihadı birleştirme kararından sonra Tebligat Kanununun 11. maddesinde 06.06.1985 tarihinde 3220 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğin dikkate alınması gerekmektedir.
Tebligat Kanunun 11. maddesine göre; 'Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır, vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.' düzenlemesi yer almaktadır.
Günümüze kadar gelen yerleşik uygulamanın temelini oluşturan bu maddeye göre vekil ile takip edilen işlerde tebligat vekile yapılacaktır. Ancak 06.06.1985 tarih ve 3220 sayılı Kanun ile değişik son düzenlemesine göre ceza yargılamasında kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümler saklı tutulmuştur. Buradan çıkacak sonuç müdafi ile takip edilen bir davada tebligatın sanıklara yapılmasına
ilişkin ayrıksı bir düzenleme söz konusudur. Bu durumda halen yürürlükte bulunan 5271 sayılı CMK'nın kararların sanıklara tebliğine ilişkin hükümlere gözatmak gerekecektir.
Ancak bu hükümlere geçmezden evvel tebligat Kanunun 11. maddesinde 3220 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğin madde gerekçesine bakmak yerinde ve faydalı olacaktır.
3220 sayılı Kanunun 5. maddesi ile değişik Tebligat Kanunun 11. maddesindeki yapılan değişikliğin gerekçesi şu şekildedir. 'Diğer taraftan Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun 'kararların tefhim ve tebliğ' başlığını taşıyan 33. maddesinde ilgililerin yüzüne karşı verilen kararların tefhim olunacağı ve diğer kararların tebliğ edileceği esası kabul edilmiştir. Görülüyor ki her hükmün ilgiliye bildirilmesi CMUK'nın ana ilkelerinden birisini oluşturmaktadır. Kanun koyucu bu konuda çok hassas davranmış, ilgililerin kanuni haklarını kullanabilmeleri için sanıkların karar ve hükümlerden haberdar edilmelerini öngörmüştür. Hal böyleyken Hukuk Usulu Muhakemeleri Kanunun eski 124. maddesinin mukabili olan tebligat kanununun 11. maddesinde geçen vekil kavramı çoğu zaman müdafi kavramı ile aynı mahiyette telakki edilmekte, bu nedenle ceza yargılamasında tebligat bakımından birbirinden farklı uygulamalara ve hatalı sonuçlar doğmasına sebep olmaktadır. Bilindiği gibi hukuk yargılamasındaki vekil ile ceza yargılamasındaki müdafi kavramları birbirinden farklıdır. Vekil, müvekkilden ayrı ve bağımsız bir statüye sahip değildir, bağımlıdır. Temsil ettiği kişinin talimatı ile hareket eder ve onun yokluğunda onun yerine geçer, müdafii ise, yalnızca ceza davasında söz konusudur. YCGK'nın 25.12.1978 gün ve 427507 sayılı kararında da belirtildiği üzere; duruşma vekil için değil sanık için yapılmaktadır, akıbeti de sanığın özgürlüğü veya mali durumu ile kısacası şahsı ile ilgili bulunmaktadır. Bu itibarla ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemek, müdafine yapılan tebliğ geçerli saymak adalet ilkeleri ile bağdaştırılamayacak durumdur. İşte yukarıda belirtilen görüşlerin ışığı altında uygulamaya açıklık getirmek için 11 maddenin 1. fıkrası yeniden düzenlenmiştir.'
Görüldüğü üzere Tebligat Kanunun 11. maddesinde yapılan değişiklik münhasıran kararların sanıklara tebliğ edilmesini sağlamak amacıyla yapılmış olup, bu husus gerekçede açıkça yer almıştır. Dolayısıyla bu madde gerekçe gösterilerek müdafiye yapılan tebligatın yeterli olduğunu kabul etmek hukuken mümkün değildir. Zira ceza muhakemesinde hukuk muhakemesinden farklı olarak müdafi sanığın temsilcisi değildir, onun yerine geçemez. Gerek müdafi gerekse sanık birbirlerinden ayrı sujeler olduğundan kararların hem sanıklara hem de müdafilerine tebliği gereklidir.
5271 sayılı CMK'da kararların sanıklara tebliğine ve kararlara karşı kanun yoluna başvurmaya ilişkin hükümler şu şekilde düzenlenmiştir.
CMK 35/2 'koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hakim veya mahkeme kararları hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.' CMK 35/3 'ilgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar kendisine okunup anlatılır.' şeklindedir.
Ceza yargılamasının asıl sujesi, tarafı sanık olduğuna göre buradaki 'ilgili' 'den
kastedilenin sanık veya katılan olduğu kuşkusuzdur. Kanun bu maddesi ile aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek bir kararın yoklukta verilmesi durumunda ilgilisine tebliğ edilmesini zorunlu kılmıştır.
CMK 260/1 'hakim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar... için kanun yolları açıktır.',
CMK 261 'avukat müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişilerin açık arzusuna aykırı olmamak koşuluyla kanun yollarına başvurabilir.' hükümlerine yer vermiştir.
Bu iki maddenin düzenlemesi beraber değerlendirildiğinde kanun yoluna başvurma hakkı aslen sanığa tanınmış bir haktır. Avukat ise sanığın açık arzusuna aykırı olmamak koşuluyla kanun yoluna başvurabilecektir. Hal böyle olunca asıl hak sahibine kararın tebliğ edilmesine gerek olmadığını düşünmek bu hukuki düzenlemelerle bağdaşmayacaktır.
Yine CMK 263 maddesinde tutuklu bulunan sanığın ne şekilde kanun yollarına başvurabileceği ayrıntılı bir biçimde hüküm altına alınmıştır. Özellikle tutuklu sanıklara kararların tebliği hususu ile bu sanıkların kanun yollarına başvuru usulleri CMK'da ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş, kanun koyucu bu hususlara azami bir ehemmiyet atfedmiştir.
CMK 291 maddesinde ise temyiz isteminin süresi ve usulu düzenlenmiş bu maddede de tutuklu bulunan sanık hakkında CMK'nın 263 maddesi hükmünün saklı olduğu belirtilmiştir.
CMK 291/2 maddesinde ise 'Hüküm, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa süre tebliğ tarihinden başlar' hükmüne yer verilmiştir.
Bu iki fıkra beraber değerlendirildiğinde tutuklu bulunan sanığa gıyapta verilen hükümlerin ne şekilde tebliğ edileceği CMK 263 maddesine atıf yapılarak düzenlenmiş temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda verilen kararlara karşı temyiz süresinin tebliğ tarihinden itibaren başlayacağı belirlenmiştir. Hükmü temyiz etme yetkisi olanlar arasında sanık da bir suje olarak sayılmış olduğuna göre tutuklu sanığa hükmün tebliğinin gerekmediği veya tebliğ gerekse bile bu tebliğ tarihine göre temyiz süresinin başlamayacağını savunmak kanunun emredici hükümlerine aykırılık oluşturacaktır.
Diğer taraftan CMK 295/2 maddesi 'temyiz sanık tarafından yapılmış ise ek dilekçe kendisi veya müdafii tarafından imza edilerek verilir.' hükmünü getirmiştir. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere yasamız müdafii bulunsa bile sanığın da temyize hakkı olduğunu, bu hakkın müdafiinden ayrı ve bağımsız olduğunu, kendi başına sanığın bu hakkı kullanabileceğini kabul etmiştir. Bu itibarla bu hakkını kullanabilmesi için sanığa yokluğunda verilen kararın tebliğ edilmesi ve bu tebliğ tarihine göre temyiz süresinin başlatılması bir zorunluluktur.
Özellikle ceza yargılaması sistemimize istinaf kanun yolunun girmesi ile birlikte bu husus daha da önemli hale gelmiştir. Zira istinaf kanun yolunda bölge adliye mahkemelerince çoğunlukla duruşma açılmaksızın dosya üzerinden karar verilmekte ve verilen kararların tebliğ edilmesiyle temyiz süreci başlamaktadır. Cezaevinde tutuklu bulunan sanıklar yönünden gıyapta verilen istinaf kararlarının öğrenilme imkanı bulunmamaktadır. Bu itibarla sadece sanık müdafiine tebligat
yapılmasını yeterli görmek ve bu tebligat tarihine göre temyiz süresini başlatmak ve sürenin ilgili müdafii tarafından kaçırılması durumunda temyiz isteminin reddine karar vermek yasamızın açık hükümlerine aykırı olduğu gibi hakkaniyet kurallarına da açıkça aykırılık taşımakta ve uygulamada çok ciddi hak kayıplarına yol açmaktadır.
Yukarıda değinilen kanun maddeleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde müdafisi olup olmadığına bakılmaksızın aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek kararların sanıklara tebliğ edilmesi zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Yine yasanın mantığına göre kanun yollarına başvurma hususunda asıl yetki sanığa aittir. Müdafi sanığın açık arzusuna aykırı olmamak şartıyla kanun yollarına başvurabilecektir. Sanığın gerek kanun yollarına başvuru hakkını kullanması gerekse müdafisine kanun yoluna gidip gitmeyeceği hususunda arzusunu iletmesi için hakkındaki kararın ne olduğunu bilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Özellikle tutuklu sanıklar söz konusu olduğunda yasamızın daha ayrıntılı hükümler koyduğu tutuklu sanıklara kararların tebliğine ilişkin emredici hükümler koyduğu anlaşılmaktadır. Tutuklu sanıkların haklarındaki kararlara ulaşım imkanlarının kısıtlılığı nazara alındığında haklarındaki kararların bu kişilere tebliğ daha da önem kazandığından kanun koyucunun bu konudaki hassasiyeti yerinde ve doğru bir yaklaşımdır.
Yargılama, vekil için değil, sanık için yapılmaktadır. Gerekçeli kararın tebliği, Anayasanın 36 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/3 maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının korunmasının gereği ve sonucudur.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle; özellikle Tebligat Kanununun 11. maddesinin 3320 sayılı Kanun ile değişik düzenlemesi, değişikliğin yasal gerekçesi beraber değerlendirildiğinde kanun koyucunun müdafi ile temsil edilse bile kararların sanıklara tebliğini gerçekleştirme adına bu değişikliği yaptığı açık ve nettir. Aynı şekilde 5271 sayılı CMK'da kararların sanıklara ve özellikle de tutuklu sanıklara tebliğine ilişkin emredici hükümler nazara alındığında aksi yöndeki bir kabul yasalarımızın açık hükümlerine aykırı sonuç doğurmaktadır. Özellikle yukarıda anılan İçtihadları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun kararından sonra Tebligat Kanununda değişikliğe gidilmiş olması ile 5271 sayılı CMK'nın anılan hükümleri beraber değerlendirildiğinde kararların sanıklara ve özellikle tutuklu sanıklara müdafisi bulunup bulunmadığına bakılmaksızın tebliğinin gerektiği, bu tebliğden itibaren de kanun yoluna başvuru süresinin başladığının kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Aslen CMK sisteminde yargılamanın asıl sujesi olan sanığa tanınan kanun yoluna başvuru hakkının CMK'ya göre sadece tebligatı düzenleyen - ki bu konuda dahi ilgili madde CMK'ya atıf yapmıştır- Tebligat Kanununun ilgili maddesine göre kanun yoluna başvuru süresini başlatmak yasal mevzuata uygun bir durum olmayacaktır. Yine müdafiinin kanun yoluna başvuru süresini kaçırması durumunda müdafiye uygulanacak cezai veya idari yaptırım sanığın temyiz hakkını geri vermeyecek ve bu anlamda hak kaybını da önlemeyecektir. Bu itibarla; özellikle Tebligat Kanununun 11. maddesinde yapılan değişiklik, değişikliğin gerekçesi nazara alınarak aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek mahkeme kararlarının sanıklara tebliği ve bu tebliğden itibaren yasa yollarına başvuru süresinin başlatılması bir zorunluluktur.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; gıyapta verilen istinaf
başvurusunun esastan reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi hükmünün sanık müdafiine 16.04.2018 tarihinde tebliğ edildiği, sanık müdafiinin 21.06.2018 tarihli ve eski hale getirme talepli dilekçesi ile hükmü temyiz ettiği sanık müdafiinin eski hale getirme talebinin yerinde olmadığı ve sanık müdafiinin temyiz talebinin reddine karar verilmesinin gerektiği, bu yönüyle dairemizde oluşmuş bir uyuşmazlık bulunmadığı;
Ancak istinaf kararının cezaevinde tutuklu olarak bulunan sanığa tebliğ edilmediği, sanığın istinaf kararının kesinleşmesi ve cezaevine infaz amacıyla gönderilmesi aşamasında karardan haberdar olduğu bunun üzerine 19.06.2018 ve 22.06.2018 tarihli temyiz dilekçeleri ile kararı temyiz ettiği, sanığa herhangi bir tebligat yapılmamış olması karşısında ilk temyiz dilekçesi verdiği tarihin öğrenme tarihi olarak kabulünün gerektiği bu itibarla sanığın temyiz isteminin incelenmesinin gerekli olduğu Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin temyiz isteminin reddine ilişkin 02.07.2018 tarihli ek kararının kaldırılarak sanığın temyizinin incelenmesine karar verilmesinin gerektiği, bu yönüyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne karar verilmesi görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun aksi yöndeki uygulamasına iştirak etmiyoruz.