Hukuk Genel Kurulu 2017/934 E. , 2021/1124 K.
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bursa 4. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin kararı davalı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine Yargıtay (kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü.
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalının müvekkiline inşaat malzemesi sattığını, bu ticari alım satımdan dolayı 30.08.2012 ve 05.12.2012 tarihli toplam 63.674TL bedelli iki adet faturadan dolayı Bursa 18. İcra Müdürlüğünün 2013/1741 E. sayılı dosyasında icra takibi yapıldığını, oysa ki müvekkilinin davalıya talep olunan kadar borcu bulunmadığını, elden ve çek ile ödemeler yaptığını, bakiye olarak 5.549,92TL borcu kaldığını, buna rağmen davalı tarafından toplam 63.674TL üzerinden icra takibi başlatıldığını ileri sürerek müvekkilinin davalıya 58.124,08TL borçlu olmadığının tespiti ile davalı aleyhine alacağın %20’si oranında kötü niyet tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin itirazı üzerine icra takibinin durduğunu, bu sebeple davacının dava açmakta hukukî menfaati bulunmadığını, davacının kendisine ait şirketin hesabına yapılan ödemeleri şahsî borcundan düşürmeye çalıştığını, davacının iddiasının doğru olmadığını ve icra takibinde belirtilen meblağ kadar borcu bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuş ve davacının alacağın %20’si oranında tazminata mahkûm edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Bursa 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 16.06.2014 tarihli ve 2013/106 E., 2014/208 K. sayılı kararı ile; toplanan deliller ve bilirkişi raporu doğrultusunda, her ne kadar taraf defterleri arasında fark bulunsa da dayanak belgelere göre davacının ticari defterlerini daha düzgün tuttuğu ve defter kayıtlarının gerçek borç-alacak durumunu yansıttığı, buna göre 5.549,92TL borçlu olduğu, 58.124,08TL borçlu olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne davacının davalıya 58.124,08TL asıl alacak yönünden borçlu olmadığının tespitine; yasal şartları oluşmadığından davacının haksız takip tazminatı talebinin reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Bursa 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuş, kararın onanması üzerine davalı vekilince karar düzeltme yoluna başvurulmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 15.12.2015 tarihli ve 2015/9958 E., 2015/16960 K. sayılı kararı ile;
“...Davacı, aleyhine yapılan iki adet faturaya dayalı icra takibinin kesinleştiğini ancak davalı ile aralarındaki ticari ilişkide nakit ve çekle yapılan ödemelerin gözetilmediğini ve takipte fazla talepte bulunulduğunu, 63.674 TL'lik fatura tutarının 58.124,08 TL'sinin ödendiğini iddia ederek bu miktar yönünden borçlu olmadıklarının tespitini istemiştir.
Buna göre ispat külfeti davacı yanda olup, ödeme savunmasını usulüne uygun delillerle kanıtlayacaktır. Bu yönde mahkemece, taraf defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yapılmış ise de, alınan asıl ve ek rapora itiraz edilmesi üzerine 31.03.2014 tarihli celsede yeniden rapor alınması için ara kararı kurulmuş ancak ara karar yerine getirilmeden ve yetersiz incelemeye dayanan bilirkişi raporu ve ek rapor dikkate alınarak hüküm oluşturulmuştur. Yapılan bu işlem savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup, doğru değildir. O halde mahkemece, iddia ve savunma dikkate alınarak ve ispat külfetinin iddiaya göre davacı yanda olduğu gözetilerek inceleme ve araştırma yapılmak gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir. Yerel mahkeme kararının açıklanan nedenlerle bozulması gerekirken 24.02.2015 tarih, 2014/16300 E. 2015/2490 K. sayılı ilam ile onandığı anlaşıldığından davalı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir,…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Bursa 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 09.05.2016 tarihli ve 2016/254 E., 2016/521 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeler yanında, ispat yükünün davalı alacaklıda olduğu ancak davalının dava konusu faturalardaki malların teslimine ilişkin herhangi bir belge sunmadığı, ara karardan dönülmesinin davalının savunma hakkını kısıtlamadığı, bilirkişi asıl ve ek raporlarının da hüküm kurmaya elverişli olduğu ayrıntılı bir biçimde açıklanmak suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; bilirkişi asıl ve ek raporuna davalı tarafça itiraz edilmesi üzerine 31.03.2014 tarihli duruşmada yeniden rapor alınmasına karar verildiği, ancak bir sonraki duruşmada bu ara karardan dönüldüğü hususu uyuşmazlık dışı olan davada, dönülen ara kararın yerine getirilmemesinin savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığı, ispat yükünün davanın taraflarından hangisine ait bulunduğu, mahkemece alınan bilirkişi asıl ve ek raporlarının hüküm kurmaya elverişli olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
13. Davalı tarafından varlığı iddia edilen bir hukukî ilişkinin mevcut olmadığının (yok olduğunun) tespiti için açılan davaya menfi (olumsuz) tespit davası denir (Kuru, B.: İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı (Kuru-El Kitabı), İstanbul 2013, s. 346).
14. Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır ve normal bir hukuk davası olarak açılır.
15. Eş söyleyişle kendisine karşı icra takibi yapılmış olan borçlu, ödeme emrine itiraz edilmemiş veya itiraz edilmiş olmakla birlikte yerinde görülmemiş olması sebebiyle icra takibi kesinleşse dahi maddi hukuk bakımından borçlu olmadığını ileri sürebilir. Bunun için, takip devam ederken alacaklıya karşı menfi tespit davası açabileceği gibi, böyle bir menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise ödemiş olduğu paranın kendisine verilmesi için alacaklıya karşı istirdat davası açabilir (Kuru, B.: İcra ve İflâs Hukukunda Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası, Ankara 2003, s. 233).
16. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, menfi tespit davası icra takibinden önce sonuçlanmaz ve ihtiyati tedbir kararı verilmemiş olması (veya ihtiyati tedbir kararının kaldırılması) nedeniyle, (menfi tespit davası görülmekte iken) borç alacaklıya (davalıya) ödenmiş olursa, menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam edilir (m.72/6); yani menfi tespit davası (kendiliğinden) istirdat davasına dönüşür; bu hâlde mahkeme menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam eder (Kuru, B: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış İcra ve İflâs Hukuku Ders Kitabı, Ankara, 2017, s. 146). Bu durumda İİK’nın 72/6 maddesi gereğince bedele dönüşen istemin temeli menfi tespit davasıdır.
17. Menfi tespit davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer; fakat davacıya (borçluya) düştüğü hâller de vardır; davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukukî ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukukî İlişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıya düşer. Çünkü hukukî ilişkinin (borcun) varlığını iddia eden davalı olduğu için, ispat yükü davalı alacaklıya düşer (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 190; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m.6). Fakat, alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükü, davacıya (borçluya) düşer. Bunun gibi, davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükü de davacı borçluya düşer (Kuru-El Kitabı, s.370 ilâ 372).
18. Hemen belirtmek gerekir ki, hâkimin verdiği kararlar ara kararları ve nihai kararlar olmak üzere ikiyi ayrılır.
19. Ara kararları, yargılamaya (davaya) son vermeyen, bilakis onu yürütmeye, ilerletmeye yarayan kararlardır. Hâkim, yargılamayı yürütmek (ilerletmek) için davada birçok ara kararı verir. Bütün bu kararların ortak niteliği, hâkimin ara kararı ile davadan (işten) elini çekmeyip, bilâkis davaya devam etmesidir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt III, s.2998).
20. Bu kapsamda olmak üzere mahkemenin görev ve yetki itirazının, zamanaşımı def'înin reddine ilişkin kararları ara kararı olduğu gibi taraflara delillerini göstermeleri, tanık, bilirkişi incelemesi ve keşif masraflarını yatırmaları için süre vermesine ilişkin kararları da birer ara kararıdır ve hâkim ara kararı niteliğinde bulunan kararlardan dönülebilir. Ara kararları tek başına temyiz edilemez ancak esas hüküm ile birlikte temyiz edilebilir.
21. Yargılamaya son veren ve hâkimin davadan elini çekmesi sonucunu doğuran kararlara ise nihaî karar denir.
22. Hâkim nihaî karar ile o davadan elini çeker, verdiği karardan dönemez ve onu değiştiremez. Fakat (ara kararlardakinin aksine) nihaî kararlar temyiz edilebilir (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK), m. 427). İşte, nihaî kararlar temyiz edilip Yargıtay’ca bozulmadıkça, hâkimin nihaî kararla sonuçlandırmış olduğu davaya tekrar bakması (el koyması) caiz değildir (Kuru, s.3004-3005). Nitekim aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2020 tarihli ve 2016/10-1884 E., 2020/919 K. sayılı kararında da değinilmiştir.
23. Diğer yandan belirtmek gerekir ki; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 266. maddesinin birinci fıkrasında bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller düzenlenmiştir. Buna göre;
“Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez”.
24. 24.11.2016 tarihli ve 29898 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu’nun 3. maddesinin iki, üç ve yedinci fıkralarında;
“(2) Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz.
(3) Genel bilgi ve tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.
(7) Aynı konuda bir kez rapor alınması esastır; ancak rapordaki eksiklik veya belirsizliğin giderilmesi için ek rapor istenebilir.” hükümleri bulunmaktadır.
25. 03.08.2017 tarihinde yürürlüğe giren Bilirkişilik Yönetmeliği’nin 5. maddesinin iki ve üçüncü fıkraları ise;
“(2) Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz.
(3) Genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.” şeklinde düzenleme içermektedir.
26. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Bilirkişi raporuna itiraz” başlıklı 281. maddesi;
“(1) Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler.
(2) Mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için, bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor alabileceği gibi, tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda bulunmasını da kendiliğinden isteyebilir.
(3) Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme de yaptırabilir.” hükmünü içermektedir.
27. Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; eldeki dava faturadan kaynaklanan menfi tespit istemine ilişkin olup, mahkemece ispat yükünün davalı alacaklıda olduğu, davalı vekilinin bilirkişi ek raporuna itirazı üzerine mahkemece her ne kadar düzenlenen bilirkişi raporu anlaşılır olmadığından ve denetimi yapılamadığından yeni bir bilirkişi raporu alınmasına ilişkin ara kararı verilmiş ise de, takip eden duruşmada bu ara karardan dönülerek mevcut bilirkişi asıl ve ek raporları esas alınarak hüküm kurulmuştur.
28. Özel Dairece mahkemece yeni bir bilirkişiden rapor alınmasına ilişkin ara kararından dönülmüş olması hususu savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olduğu kabul edilmiş ise de, ara karardan dönülmesi savunma hakkını kısıtlanmasına neden olmaz. Zira, mahkeme vermiş olduğu ara kararından kural olarak her zaman dönebilir.
29. Ancak eldeki davada ispat yükü mahkemenin kabulündeki gibi davalı alacaklıda olmayıp, Özel Daire bozma kararında belirtildiği gibi davacı borçludadır. Bu nedenle davacı borçlunun ödeme savunmasını usulüne uygun delillerle kanıtlaması gerekmektedir. Ayrıca, mahkemenin özel veya teknik bilgiyi gerektiren eldeki davada yetersiz olduğunu kabul ettiği bilirkişi raporuna dayalı olarak hüküm kurması da doğru değildir.
30. O hâlde mahkemece konusunda uzman hesap bilirkişisinden taraf defterlerinin incelenmesi suretiyle Yargıtay denetimine elverişli yeni bir rapor alınarak bir karar verilmesi gerekirken, eksik ve hatalı bilirkişi raporuna dayalı olarak önceki kararda direnilmesi doğru olmamıştır.
31. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; ispat yükünün davacı borçluda olduğu, ancak mahkemece bilirkişi raporunun yetersiz olduğu kısımlar değerlendirilerek bir karar verildiğinden yeniden bilirkişi incelemesi yapılmasına gerek olmadığı, dolayısıyla direnme kararının belirtilen bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
32. Hâl böyle olunca direnme kararı açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle, direnme kararının yukarıdaki değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30.09.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.