1. Hukuk Dairesi 2021/3240 E. , 2021/7378 K.
MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 6. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında birleştirilerek görülen kadastro öncesi nedene dayalı tapu iptali ve tescili istekli davanın yapılan yargılaması sonunda İlk Derece Mahkemesince, davanın reddine dair verilen karara karşı davacılar vekilinin istinaf başvurusu üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi tarafından istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş olup, davacılar vekilinin bu karara karşı temyiz isteği Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 23.05.2017 tarihli ek kararı ile reddedilmiş, bu kez davacılar vekilinin ek karara karşı yapmış olduğu istinaf başvurusu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi’nin 2017/454 Esas, 2017/513 Karar sayılı kararı ile esastan reddedilmiştir. Dava değeri yönünden davacı vekilinin temyiz dilekçesinin reddine ilişkin olarak verilen ek karar ve istinaf mahkemesi kararı davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi gereği görüşüldü.
Kadastro sonucunda, Beylikdüzü İlçesi, Kavaklı Mahallesi çalışma alanında bulunan 97 parsel sayılı, 7.588,66 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz tapu kaydı, taksim ve hibe nedeniyle davalı ... adına tespit ve tescil edilmiş, bilahare kayden satın alma suretiyle ... tarafından yapılan devirler neticesinde payları gösterilmek suretiyle davalı ... ve müşterekleri adına kayden intikal etmiştir.
Davacılar vekili asıl ve birleşen dosyalardaki dava dilekçesinde; müvekkillerinin kök muris ... ... mirasçıları olduğunu, 97 parsel sayılı taşınmazın kadastro tutanağında ... ...’in payını 1958 yılında (tutanağın düzenlendiği tarihten 12 yıl öncesi) kardeşleri İbrahim ve ...’ye hibe ettiğinin kayda alındığını, ancak ...’nin hibe işlemine dönük olarak herhangi bir belgeden bahsedilmediği gibi bir tarihte verilmediğini, muris ... tarafından yapılmış bir hibe işleminin olmadığını, davalı adına yapılan tescilin yolsuz olduğunu ileri sürerek tapu kaydının iptali ve veraset ilamındaki miras payları oranında müvekkilleri adına tescilini istemiştir.
Davalı ... vekili, kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarih esas alındığında, eldeki davanın açıldığı tarih itibariyle 10 yıllık hak düşürücü sürenin dolduğunu, öte yandan davacıların miras bırakanları ... ...’den intikal eden miras hisselerine dayandıkları anlaşıldığına göre, davanın murisin tüm mirasçıları tarafından açılmaması nedeniyle dava ehliyetinin bulunmadığını beyanla davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece 3402 sayılı yasanın 12/3. maddesinde belirlenen hak düşürücü süre dolduğundan davanın reddine karar verilmiştir. Karara karşı davacılar vekilinin istinaf başvurusu üzerine, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi’nin 2017/139 Esas, 2017/149 Karar sayılı kararı ile HMK’nun 353/1-b.1 maddesi uyarınca istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş, davacılar vekilinin bu karara karşı temyiz isteği Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 23.05.2017 tarihli ek kararı ile reddedilmiş, bu kez davacılar vekilinin ek karara karşı yapmış olduğu istinaf başvurusu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi’nin 2017/454 Esas, 2017/513 Karar sayılı kararı ile esastan reddedilmiştir.
Hemen belirtmek gerekir ki, Anayasa’nın 36. madddesinin 1. fıkrası uyarınca herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı yahut davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkında sahiptir; yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde de herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını mahkeme huzuruna taşınma hakkı teminat altına alınmıştır. Mahkeme kararlarına karşı kanun yoluna başvuru hakkı adil yargılanma hakkının saç ayaklarındandır. Bu anlamda mahkemeye erişim hakkı kapsamında uyuşmazlığın etkin şekilde sonuçlandırılması ancak kanun yolu denetimi ile mümkündür. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararlarının denetim mekanizmasını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar, erişim hakkını ihlal edebilir.
Nitekim 28.07.2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesi ile ‘’Kadastro Mahkemesinin veya askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararlara karşı, miktar ve değere bakılmaksızın 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyi kanun yoluna başvurulabilir.’’hükmü getirilmiştir. Hükmün gerekçesinde de açıkça belirlendiği üzere, bu madde ile mevzu davaların mülkiyet hakkına doğrudan tesirinden ötürü ehemmiyeti gereği miktar ve değerine bakılmaksızın kanun yolu incelemesine tabi tutulması suretiyle etkin denetim mekanizması oluşturulması amaçlanmıştır.
Hal böyle olunca, Anayasa ve AİHS ile güvence altına alınan adil yargılama hakkı kapsamında mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı, hukuki belirlilik ilkesi, etkin denetim mekanizmasının oluşturulması gayesi ve 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesinin düzenleme amacı bir arada değerlendirildiğinde, tereddüte yol açan usul hükümlerinin aşırı şekilci olarak uygulanması neticesinde yasanın denetim yollarının kullanımını önemli ölçüde etkileneceğinden, kanun yolu başvuru aşamalarının süren usul işlemlerinden olduğu, hükmün kesinleşinceye kadar geçirdiği derecatın bir bütünü oluşturduğu hususları da göz önüne alındığında, 3402 sayılı yasanın Ek 6. maddesinin henüz kanun yolu aşamasında olan dava dosyalarına, yürürlük tarihinden bağımsız olarak sirayet edeceği hususunun tereddütsüz olduğu anlaşılmakla, eldeki dava dosyasında temyiz talebinin reddine ilişkin yerel mahkemenin ek kararı ve bu ek karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin istinaf mahkemesinin kararı yerinde olmadığından, davacıların ek kararın usulsüz olduğuna ilişkin temyiz taleplerinin kabulü ile Mahkemenin 23/05/2017 tarihli ek kararının ve bu ek karara karşı yapılan istinaf başvurusu üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen 28.09.2017 tarihli ek karar mahiyetindeki kararının ORTADAN KALDIRILMASINA,
Davacıların diğer temyiz itirazlarına gelince; dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle taşınmazın kadastro tespitinin kesinleştiği 28.12.1970 tarihi ile davanın açıldığı 05.08.2016 tarihi arasında 3402 sayılı Yasanın 12/3. maddesinde belirlenen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş bulunmasına göre yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığından davacıların yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı 27,90 TL bakiye onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 30/11/2021 tarihinde kesin olmak üzere oyçokluğuyla karar verildi.
(Muhalif)
-MUHALEFET ŞERHİ-
Dava, kadastro öncesi sebebe dayalı asliye hukuk mahkemesinde açılmış tapu iptal tescil davasıdır.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, temyiz incelemesine konu kararın değer itibariyle verildiği anda kesin olup olmadığı, bir başka ifadeyle temyiz incelemesinin mümkün olup olmadığı, diğer yandan mahkemece resen değer belirlemesinin yapılması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Temyize ilişkin hükümler 6100 sayılı HMK da düzenlendiğine göre aynı yasanın 448. maddesi “Zaman bakımından uygulanma” başlığıyla “ Bu kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.” demektedir.
Diğer yandan 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Ek madde 6 ise “…kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar …..miktar veya değerine bakılmaksızın 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temiz kanun yoluna başvurulabilir.” Şeklindedir. Söz konusu bu düzenleme 22.07.2020 tarihli 7251 sayılı yasanın 53. maddesi ile getirilmiştir. Yürürlük tarihi ise 28.07.2020 tarihidir.
6100 sayılı HMK’nın geçece 3. maddesi ise “ Bölge adliye mahkemelerinin …göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur…” şeklinde düzenlenmiştir.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2.maddesi ise “ miktar veya değeri birmilyar lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” Demek suretiyle gayrımenkullere ilişkin uyuşmazlıklarda değere bakılmaksızın temyiz yolunun açık olduğu belirtilmiştir.
HMK’nın Temyiz edilemeyen kararlar başlıklı 362. maddesinin 1-a bendi ise “Miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dahil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar.” Demek suretiyle temyiz sınırını belirlemiştir. Bu miktarın her yıl yeniden değerleme suretiyle arttırıldığı izahtan varestedir.
Bölge adliye mahkemeleri ise bilindiği üzere 20.07 2016 tarihinde faaliyete başlamıştır.
Bu yasal düzenlemeler karşısında çözümlenmesi gereken husus; Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07. 2016 ile Kadastro Yasasının Ek- 6. maddesinin yürürlüğe girdiği 28.07. 2020 tarihi arasında hüküm altına alınan uyuşmazlıklar açısından ek 6. maddenin uygulanıp uygulanmayacağı, bir başka ifade ile verildiği anda kesin olan bu kararlara karşı temyiz yolunun mümkün olup olmadığı hususudur.
Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra 1086 sayılı HUMK’un 427/2 maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı yine 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinin açık hükmüdür. 6100 sayılı Yasada temyiz sınırı için gayrımenkuller açısından bir ayrım yapılmamıştır.
3402 sayılı Yasanın Ek- 6. Maddesinin geriye yürüyeceğine dair herhangi bir düzenleme de yapılmamıştır. Genel kural, özel hukuk yargılamasına ilişkin kanun hükümlerinin yürürlük tarihinden sonra sonuç doğurmasıdır.
Verildiği anda değer itibariyle istinaf veya temyiz sınırının altında kalan kararların o anda kesinleştiğinde ise şüphe bulunmamaktadır. Bir kararın kesinleşmesi, ya verildiği anda miktar itibariyle kanun yoluna kapalı olması, veya kanunda açıkça kesin olduğunun belirtilmesi nedeniyle, ya da kanun yolları tüketilmek suretiyle olur. Verildiği anda kesin olan hüküm bakımından artık yargılama bitmiştir. Yargılama süreci biten bir uyuşmazlık için temyiz incelemesi mümkün değildir. Kesinlik yargılamanın devamına engel bir durumdur. Hüküm verildiği anda kesin olduğu için artık tamamlanmış bir usulü işlem söz konusudur. Bu nedenle HMK 448.maddesi gereğince Kadastro Kanunu’nun ek 6. Maddesinin tamamlanmış işlemlere uygulanması mümkün değildir. Ayrıca kesin olan bu kararın lehine olan taraf bakımından usulü kazanılmış hak doğuracağı da unutulmamalıdır. Usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeninden olup usul hukukunun en önemli ilkelerinden biridir.
Prof. Dr. Baki Kuru “ Miktar veya değeri temyiz (kesinlik) sınırını geçmeyen menkul (taşınır) mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” (HUMK hükümlerine göre) derken Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001 Altıncı baskı 4981.sayfasında “ Kanundan ötürü verildiği anda kesin olan bir karar temyiz edilirse, temyiz talebi (esasına girilmeden) mesmu olmadığından dolayı reddedilir. Fakat, Yargıtay, böyle bir (kesin) kararı yanlışlıkla bozarsa, bu bozma kararı ve mahkemenin bundan sonra yaptığı işlemler geçersizdir (yok sayılır)” demektedir. Sayın çoğunluğun değere bakılmaksızın kanun yolu denetimi yapılması gerektiği yönündeki görüşüne katılmıyorum. Diğer yandan,
Somut uyuşmazlığa gelince, taşınmazın değerinin davacı tarafından 10.000TL olarak gösterildiği, keşfen bir değer belirlenmediği, davanın reddine karar verildiği, Bölge Adliye Mahkemesince de istinaf başvurusunun esastan kesin olarak reddedildiği, bu kararın temyiz talebinin de kararın değer itibariyle temyiz kesinlik sınırının altında kaldığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesince ek karar ile reddedildiği, bu kararın istinaf talebinin de reddedildiği, temyize ise bu ek kararların geldiği dosya kapsamıyla sabittir.
Her ne kadar Bölge Adliye Mahkemesinin kararına karşı yapılan temyiz başvurusunun İlk Derece Mahkemesince reddedilmesi doğru değil ise de, kararın taşınmaz değerinin belirlenmemesi sebebiyle bozulması düşüncesinde olduğumdan, bu yanlışlığa temasla yetinilmiştir.
Bilindiği üzere, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 16. maddesi uyarınca, gayrimenkulün aynına taalluk eden davalarda dava değerinin gayrimenkulün değerine göre belirleneceği öngörülmüştür. Dava değerinin belirlenmesinde taşınmazın dava tarihindeki keşfen saptanacak gerçek değerinin esas alınacağı kuşkusuzdur.
Aynı Yasanın 30. maddesi ise “Muhakeme sırasında tespit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılıyorsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 409. maddesinde (HMK 150) gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.” şeklinde, 32. maddesi ise; “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi tarafından ödenmeyen harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para muhakeme neticesinde ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Harçlar Kanununun uygulaması kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle hakim tarafından re’sen gözetilmesi gereken bir husustur.
Anayasanın 36. maddesinin ise somut olayda uygulanması, ancak mahkeme önünde tarafların eşitliği ilkesi bakımından olabilir. Bu durumda da 6100 sayılı HMK hükümlerinin herkes için aynı şekilde uygulanmasıyla bu ilke gerçekleştirilebilir. Sayın çoğunluk HMK nın dava değeri ve kanun yollarına ilişkin yukarıda belirtilen hükümlerinin Anayasaya aykırı olduğunu düşünüyorsa bu hükümlerin iptali yoluna gitmelidir. Harçlar Kanunu ve HMK hükümleri herkes için aynı şekilde uygulandığına göre somut olay bakımından Anayasanın söz konusu hükmünün ihlalinden bahsedilemez.
Hal böyle olunca, taşınmazın keşfen değeri belirlenmediği için Anayasa Mahkemesinin 2018/36896 Başvuru nolu kararı da göz önüne alınarak öncelikle dava konusunun dava tarihindeki gerçek bedeli belirlenmeli, peşin nispi harç tamamlatılmalı, ondan sonra kanun yolları bakımından incelemenin mümkün olup olmadığına bakılmalıdır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, eldeki dava bakımından Bölge Adliye Mahkemesince verilen ek karar kaldırılarak esasa ilişkin kararın da bozulması gerekirken esasa ilişkin hükmün onanmasının doğru olmadığı düşüncesiyle sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum.