Hukuk Genel Kurulu 2019/684 E. , 2021/1510 K.
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 16. İş Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karara yönelik davalı vekilinin istinaf başvurusu üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 29. Hukuk Dairesi tarafından verilen davalı vekilinin istinaf başvuru talebinin esastan reddine dair karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 369. maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373. maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek temyiz eden davalı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı işverene ait gemide 04.02.2004-21.08.2015 tarihleri arasında elektrik zabiti olarak çalıştığını, en son ücretinin net 2.800TL olduğunu, yemek ve servis yardımlarından faydalandığını, annesinin hastalığı nedeniyle vardiyasını diğer çalışan ... ile değiştirdiğini, annesinin de 06.08.2015 tarihinde vefat ettiğini, davalı işverene vardiya değişimini ve annesinin cenazesi olduğunu bildirmesine rağmen iş sözleşmesinin haklı neden bulunmaksızın feshedildiğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatları, yıllık izin, fazla çalışma ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının annesinin 06.08.2015 tarihinde vefat etmesi üzerine 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun (Deniz İş Kanunu) 42. maddesi gereğince iki gün izin verildiğini, bu izin süresinin bitmesinin ardından davacının işe gelmediğini, bunun üzerine iş sözleşmesinin 21.08.2015 tarihinde devamsızlık nedeniyle haklı nedenle feshedildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. İstanbul Anadolu 16. İş Mahkemesinin 30.03.2017 tarihli ve 2015/553 E., 2017/160 K. sayılı kararı ile; davacının 11 yıl 6 ay 7 gün çalışmasının bulunması, çalışma süresindeki tutum ve davranışları, annesinin vefat etmiş olması ve Deniz İş Kanunu’nun 42. maddesinin 2. fıkrası gereğince bir haftaya kadar izin verilebileceğine dair düzenlemenin bulunması karşısında feshin ölçülülük ilkesine aykırı olduğu, bu nedenle davacının kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazandığı ayrıca yıllık izin ücreti alacağının bulunduğu, fazla çalışma yapıp ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığından bu alacakların da mevcut olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
7. İstanbul Anadolu 16. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
8. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 29. Hukuk Dairesinin 12.09.2017 tarihli ve 2017/2775 E., 2017/1062 K. sayılı kararı ile; ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararının davalı vekiline 08.05.2017 tarihinde tebliğ edildiği, davalı vekilinin gerekçeli istinaf başvuru dilekçesini sunmadığı, davalı vekili tarafından 30.03.2017 tarihli gerekçe içermeyen istinaf başvuru dilekçesi sunulmuş olduğundan kamu düzenine ilişkin inceleme yapıldığı ve kararda kamu düzenine aykırılık teşkil eden bir duruma rastlanılmadığı gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 29. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 13.03.2019 tarihli ve 2017/28384 E., 2019/5569 K. sayılı kararı ile; davalının sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra “…2-Davacı, davalı işyerinde çalışırken 06/04/2009 tarihinde yaşlılık aylığı bağlanarak emekli olmuş, emekliliğinden sonra 08/06/2009 tarihinde imzaladığı yeni bir iş sözleşmesi ile davalı işyerinde yeniden çalışmaya başlamıştır. Davacı 05/08/2015 tarihinde 14/08/2015 tarihine kadar yıllık ücretli izne ayrılmış, izne ayrıldıktan bir gün sonra annesi vefat etmiştir. Vefat nedeniyle mahkemenin de kabulünde olduğu üzere araya iki günlük ölüm izni girdiğinden davacının ücretli izin dönüş tarihi iki gün uzamış ve davacı 17/08/2015 tarihinde işbaşı yapması gerekirken işbaşı yapmamıştır. Davalı işveren devamsızlık tutanakları düzenleyerek davacı işçinin iş akdini haklı nedenle devamsızlıktan 21/08/2015 tarihinde feshetmiştir. Ayrıca davacının emeklilik ile sona eren ilk dönem çalışması bakımından kıdem tazminatının ödendiği ve bu dönemin tasfiye edildiği de anlaşılmaktadır. Yukarıda da açıklandığı üzere emeklilik ile sona eren ilk dönem için tasfiye söz konusu olduğundan, ikinci dönem için ise davalı işveren feshinde haklı olduğundan davacının şartları bulunmayan kıdem tazminatı talebinin reddi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir...” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. İstanbul Anadolu 16. İş Mahkemesinin 28.05.2019 tarihli ve 2019/240 E., 2019/274 K. sayılı kararı ile; bozma kararında emeklilik nedeniyle sona eren ilk çalışma döneminin dikkate alınmaması gerektiği belirtilmiş ise de davalının bu yönde bir savunmasının bulunmadığı, çalışmasının kesintiye uğramadan devam ettiği, ayrıca gerçek ücret üzerinden kıdem tazminatı ödenmediği anlaşıldığından ilk çalışma dönemi tasfiye edildiğinden kabule olanak bulunmadığı, öte yandan feshe bağlı alacak olan ihbar tazminatının bozma konusu yapılmamasının çelişkili olduğu, Özel Dairece fesih bildiriminde dayanılan devamsızlık tutanaklarının düzenlendiği 04.08.2015-16.08.2015 tarihleri arasında davacının izinli ve mazeretli olduğu kabul edilmesine rağmen feshin haklı nedene dayandığı sonucuna varılmasının feshin ölçülülüğü ilkesine uygun olmadığı, ayrıca davalı vekilince cevap dilekçesinde ve yargılama sırasında ibraz edilmeyen istinaf ve temyiz yoluna başvuru sırasında sunulan belgelerin dikkate alınmasının Anayasal ve yasal düzenlemelere uygun olmadığı gibi tabi hâkim ilkesine de aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda,
1-04.02.2004-06.04.2009 tarihleri arasındaki çalışma döneminin emeklilik nedeniyle sona erip ermediği, bu dönem bakımından davalı işverence kıdem tazminatının ödenip ödenmediği; buradan varılacak sonuca göre 04.02.2004-06.04.2009 tarihleri arasındaki çalışma dönemi tasfiye edildiğinden bahisle bu çalışma dönemi bakımından kıdem tazminatı talebinin reddinin dosya kapsamına uygun olup olmadığı,
2-Davalı işveren tarafından 21.08.2015 tarihinde yapılan feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığı; buradan varılacak sonuca göre 08.06.2009-21.08.2015 tarihleri arasındaki çalışma dönemi bakımından kıdem tazminatına hak kazanıp kazanamadığı noktalarında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümü için öncelikle, ilk derece mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karara yönelik davalı vekilinin istinaf başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davalı vekili tarafından sunulan gerekçeli istinaf dilekçesi dikkate alınmaksızın sadece kamu düzenine ilişkin istinaf incelemesi yapmak suretiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesinin, Özel Daire tarafından da esasa ilişkin temyiz incelemesi yapılarak ilk derece mahkemesi kararının bozulmasının ve akabinde verilen bozma kararına ilişkin ilk derece mahkemesi tarafından direnme kararı verilmesinin yasal düzenlemelere uygun olup olmadığının incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
15. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa ile teminat altına alınan bu hak şekli yargılama yapılması yanında adil ve doğru bir yargılamayı da gerektirmektedir. Kanun yolları da adil yargılamanın teminatlarından biridir.
16. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin 1. fıkrası ise; “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir” şeklindedir.
17. Anayasa’nın 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir [Anayasa Mahkemesinin (AYM) 28.11.2013 tarihli ve 2013/64 E., 2013/142 K. sayılı kararı]. Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26.3.2013, § 22).
18. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7.11.2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukukî belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
19. Hukukî güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukukî güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukukî güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, 28.11.2013 tarihli ve 2013/64 E., 2013/142 K.).
20. Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir (Alper Aldemir, B. No: 2014/4987, 09.06.2016, § 32).
21. Bu aşamada kanun yolları kavramına değinmekte yarar bulunmaktadır.
22. Bir davanın taraflarının hatalı olan mahkeme kararının düzeltilmesini veya verilen kararın daha üst bir mahkemece denetlenmesini istemeleri kanun yolu kavramının doğmasına neden olmuştur. Kanun yolları ile hukuk sisteminde denetim ve uygulama birliği sağlanmaya çalışılmaktadır. Ayrıca bir uyuşmazlıkla ilgili verilen kararda yargı denetimi arttıkça uyuşmazlık hakkında verilen kararın hatalı olma ihtimali azalıp yargı kararlarına duyulan güven de artacaktır.
23. Gerçekleri bulmak amacıyla yapılan yargılamanın denetimi ile somut olaya uygulanması gereken hukuk kuralının doğru tespit edilip edilmediğinin ve tespit edilen hukuk kuralının somut olaya doğru uygulanıp uygulanmadığının denetimi kanun yolunun kapsamını oluşturmaktadır.
24. Tüm kanun yollarında hukukî denetim yapılmasına rağmen, tamamında vakıa denetimi yapılmamaktadır.
25. Kanun yolları ile aleyhine kanun yoluna başvurulan kararların kural olarak üst mahkemece, istisnai olarak kararı veren mahkemece denetlenerek; ortadan kaldırılması veya değiştirilmesine buna göre de hatalı kararın kesinleşmesinin önlenmesine imkân tanınmaktadır.
26. Buradan hareketle kanun yoluna başvurulması ilk derece mahkemesinin verdiği nihai kararın kesinleşmesini ve hukukî uyuşmazlığın sona ermesini engellediğinden erteleyici etkiye sahiptir. Öte yandan kanun yoluna başvuru ile incelemenin bir üst mahkemece yapılması da aktarıcı etkiye sahip olduğunu göstermektedir.
27. Kanun yolları hukukumuzda olağan ve olağanüstü kanun yolları olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kesinleşmiş kararlara karşı olağanüstü; kesinleşmemiş kararlara karşı olağan kanun yollarına başvurulması mümkündür. Olağan kanun yoluna başvuru kural olarak hükmün icrasını değil sadece hükmün şekli anlamda kesinleşmesini engellemektedir.
28. 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun ile kabul edilen istinaf yargısı, 20.07.2016 tarihinde faaliyete başlayan Bölge Adliye Mahkemeleri ile birlikte hukuk sistemimize dâhil edilerek olağan kanun yolları istinaf ve temyiz; olağanüstü kanun yolları ise yargılamanın yenilenmesi ve kanun yararına temyiz olarak düzenlenmiş olup, karar düzeltme yolu ise hukuk sistemimizden çıkarılmıştır.
29. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 341. maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen nihaî kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi kararları, karşı tarafın yüzüne karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, karşı tarafın yokluğunda verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Görüldüğü üzere taraflar arasındaki uyuşmazlığın esasını çözen nihaî kararlar yanında usuli nihaî kararlara karşı istinaf yoluna başvuru mümkün olduğu gibi, geçici hukukî korumalardan olan ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi kararları, karşı tarafın yüzüne karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, karşı tarafın yokluğunda verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlara karşı da istinaf başvurusu yapılabilecektir. HMK’nın 341. maddesinin devam eden fıkralarında ise hangi kararlara karşı istinaf yoluna başvurabileceği, hangi hâllerde bu kanun yolunun kapalı olduğu ayrıntıları ile düzenlenmiştir.
30. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ''İstinaf dilekçesi'' kenar başlıklı 342. maddesi ise;
“…(2) İstinaf dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
a) Başvuran ile karşı tarafın davadaki sıfatları, adı, soyadı, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası ve adresleri.
b) Varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri.
c) Kararın hangi mahkemeden verilmiş olduğu ve tarihi ile sayısı.
ç) Kararın başvurana tebliğ edildiği tarih.
d) Kararın özeti.
e) Başvuru sebepleri ve gerekçesi.
f) Talep sonucu.
g) Başvuranın veya varsa kanuni temsilci yahut vekilinin imzası.
(3) İstinaf dilekçesi, başvuranın kimliği ve imzasıyla, başvurulan kararı yeteri kadar belli edecek kayıtları taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile reddolunmayıp, 355 inci madde çerçevesinde gerekli inceleme yapılır.” düzenlemesini içermektedir.
31. Aynı Kanun’un 355. maddesinde 'İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.'' düzenlemesi mevcut olup, Bölge Adliye Mahkemelerinin daha etkin ve nitelikli çalışmaları bakımından istinaf dilekçelerinin istinaf sebeplerini içermesi zorunluluğu getirilmiştir.
32. Bu sebeple istinaf sebepleri yeterince açık ve tam gerekçeleri ile ortaya konulması gerekir. Bu şekilde sebebi tam olarak belirtilmemiş dilekçelerle yapılan başvuruları Bölge Adliye Mahkemesinin sadece kamu düzenine aykırılık yönünden incelemesi, bunun dışında bir incelemeye tâbi tutmaması gerekir (Pekcanıtez Usul, Medeni Usul Hukuku Cilt III, İstanbul 2017, s.2223).
33. Kanun'un açık hükmü gereğince, eğer istinaf dilekçesinde, istinaf sebebi belirtilmemişse o husus istinaf sebebi olarak dikkate alınmamalıdır. Çünkü taraflarca getirilme ilkesi (m. 25) istinaf aşamasında da kural olarak geçerlidir (Pekcanıtez Usul, s.2214).
34. Öte yandan HMK’nın ''Başvuru süresi'' kenar başlıklı 345. maddesinde ''İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar. İstinaf yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır.'' düzenlemesi ile hangi süre içinde bu yola gidilebileceği açıkça düzenlenmiştir.
35. Özel Kanun niteliğinde olan ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 30.01.1950 tarihli ve 5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri Kanunu'nun 02.03.2005 tarihli ve 5308 sayılı Kanunla değişiklik sonrası 8. maddesi ise:
'İş mahkemelerince verilen nihai kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Şu kadar ki, para ile değerlendirilemeyen dava ve işler hakkındaki kararlar hariç, miktar veya değeri üç bin Türk lirasını geçmeyen davalar hakkındaki nihai kararlar kesindir.
İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihai kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür.
Bölge adliye mahkemesinin para ile değerlendirilmeyen dava ve işler hakkındaki kararları ile miktar veya değeri kırk bin Türk lirasını geçen davalar hakkındaki nihai karalara karşı tebliğ tarihinden başlayarak sekiz gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir.' düzenlemesini içermekte olup iş yargılamasının daha kısa sürede tamamlanması amacıyla temyiz süresi sekiz gün olarak kısa tutulmuştur.
36. Burada tefhimden anlaşılması gereken, kısa kararın taraflara tefhimi değil; gerekçeli ve tam olarak kararın tefhimidir. Bu sebeple mahkemece hüküm duruşmasında karar, gerekçesi ve tüm unsurlarıyla birlikte tam olarak açıklanmışsa süre bu andan, değilse kararın tüm unsurlarıyla tebliğinden itibaren başlamalıdır. Aksinin kabulü hâlinde, sadece alenileşmiş, ancak bütün unsurlarıyla ortaya konulmayan gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı kanun yoluna başvurmak ve gerekçe oluşturmak gibi hem mantığa hem de hukuka uygun olmayan bir sonuç ortaya çıkacaktır (Pekcanıtez Usul, s.2219-2220).
37. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7. maddesinde iş mahkemelerinde şifahi yargılama usulünün uygulanacağı, 15. maddesinde ise bu kanunda açıklık olmayan hâllerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun uygulanacağı düzenlenmiştir. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447/1. maddesi uyarınca diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, HMK’nın basit yargılama usulü ile ilgili hükümlerinin uygulanacağına ilişkin düzenlemesi karşısında iş mahkemelerinde basit yargılama usulünün uygulanacağı açıktır.
38. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 321/2. maddesindeki “hükme ilişkin tüm hususlar”dan kastedilen HMK’nın 297. maddesindeki unsurlardır. Buna göre; mahkeme, tahkikatın tamamlanmasından sonra, tarafların son beyanlarını almalı ve yargılamanın sona erdiğini bildirdikten sonra hükmü tefhim etmelidir. Kural olarak, mahkemece kararın tefhiminde hükme ilişkin tüm hususlar açıklanmalıdır.
39. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 322. maddesi atfı ile uygulanmakta olan HMK’nın 297. maddesinde hükmün kapsamı açık bir şekilde düzenlenmiştir. Buna göre; mahkeme, gerekçesi ile birlikte tefhim ettiği hükümde taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde göstermesi gereklidir. Bu kanunun getirdiği bir zorunluluktur. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli karar en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılmalıdır. Bir diğer deyişle HMK’nın 321. maddesinde belirtilen şekilde hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilemediği hâllerde gerekçeli kararın mutlaka taraflara tebliğ edilmesi gereklidir.
40. Kararın hukuken sonuç doğurması için tefhim edilmesi yeterli ise de, ayrıca tebliğ edilmesi de gerekir. Çünkü kararın kesinleşmesi ve karara karşı kanun yollarına başvurulabilmesi için tebliğ şarttır (m. 345/1, 361/1) (Pekcanıtez Usul, s.1997).
41. Ancak ilk derece mahkemelerinin tefhim edilen kısa kararında HMK’nın 321. maddesi anlamında gerekçe bulunmamasına rağmen kanun yoluna başvurma süresini kaçırmak istemeyen taraflar, gerekçeli kararın açıklanmasını beklemeden kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyan dilekçeler sunmakta olup anılan dilekçeler uygulamada “süre tutum dilekçesi” olarak adlandırılmaktadır.
42. Gelinen bu noktada “süre” kavramı ve yasal düzenlemelere kısaca değinilmelidir.
43. Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde istenen sonuca en kısa zamanda ulaşılması için mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler vardır ve her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile de kanunî bir değer kazanan bu zaman aralıklarına 'süre' denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, insiyatifine bırakılmamış olmaktadır.
44. Bir uyuşmazlık mahkemeye taşınmış olmakla kamu alanına, toplumun da çıkarını ilgilendiren bir platforma aktarılmış olmaktadır. Bu nedenle bir davanın makul sürede sona erdirilmesinde en az taraflar kadar toplumun da yararı vardır.
45. Şu hâlde süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının, başka ifadeyle diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşürülmesinin önlenmesi; uluslar üstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir zamansallıkla yürütülmesi, başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması olarak özetlenebilir.
46. Nitekim HMK’nın “Sürelerin belirlenmesi” kenar başlıklı 90. maddesi; “Süreler, kanunda belirtilir veya hâkim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hâkim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez. Hâkim, kendisinin tespit ettiği süreleri, haklı sebeple artırabilir veya eksiltebilir; gerekli gördüğü takdirde, bu konudaki kararından önce tarafları da dinler.” şeklindedir.
47. Aynı Kanun’un “Sürelerin başlaması” kenar başlıklı 91. maddesi ise “Süreler, taraflara tebliğ tarihinden veya kanunda öngörülen hâllerde, tefhim tarihinden itibaren işlemeye başlar.” hükmünü içermektedir.
48. Yukarıda da belirtildiği üzere hâkim tarafından sürenin belirlenebildiği durumlar var olmakla birlikte kanunda belirlenen süreler üzerinde hâkimin tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. HMK'nın 'kesin süre' başlıklı 94. maddesinin 1. fıkrasında 'Kanun’un belirlediği süreler kesindir.' denilmek suretiyle bu hususa vurgu yapılmıştır. Aynı maddenin üçüncü fıkrasında ise “Kesin süre içinde yapılması gereken işlemi, süresinde yapmayan tarafın, o işlemi yapma hakkı ortadan kalkar.' hükmü düzenlenmiştir.
49. Kesin sürenin kaçırılması hâlinde, bundan böyle o usûl işleminin yapılması mümkün değildir. Kesin sürenin üzerinden az veya çok süre geçmesi, sonucu değiştirmez. Aksi takdirde, kesin süre ile kesin olmayan süre arasındaki ayırım ortadan kalkar (Pekcanıtez Usul, s.467).
50. Kanun yoluna başvuru süreleri de hâkim tarafından değiştirilmesi mümkün olmayan kesin sürelerdendir ve re'sen gözetilmesi gerekir. Kesin sürelerin her olayda ve davanın her iki tarafı için de aynı şekilde uygulanması gerekmektedir. Kanunda, kanun yoluna başvuru sürelerinin arttırılabileceğine ilişkin istisnai bir düzenleme ve imkân da yer almamaktadır. Kanun yollarına başvuru için kesin süre söz konusu olduğundan “makul süre” kavramından da bahsedilmemiştir.
51. Zira Kanun'un taraflara tanıdığı süreler kamu düzenindendir (Pekcanıtez Usul, s.454).
52. Anılan yasal düzenlemelerden anlaşılacağı üzere; süre tutum dilekçesi verilmesinin istinaf başvurusu süresine etki edeceği, süreyi durduracağı veya muhafaza edeceğiyle ilgili 7036 sayılı Kanun’da (mülga 5521 sayılı Kanun’da) ve HMK’da bir hüküm bulunmamaktadır.
53. Bir dilekçe ile kanunî sürenin tutulması veya korunması söz konusu olamaz. Böyle bir durumda iki ihtimal mevcuttur; ya süre henüz başlamamıştır, o zaman zaten işleyen bir süre olmadığından, o sürenin tutulması veya muhafazası için bir işleme zorlamaya gerek yoktur ya da süre işlemeye başlamıştır, o zaman da zaten bir şekilde sürenin tutulması veya muhafazası bir ön dilekçe verilerek sağlanamaz süresinde işlem yapılmalıdır, aksi hâlde hak düşer (Özekes, Muhammet; “Hukuk Yargılamasında Süre Tutum Müessesesi Yoktur, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a Armağan, Ankara 2009, s.381-396 ve 390).
54. Uygulamada yapıldığı üzere, kısa karara karşı süre tutum dilekçesi adı altında içeriği olmayan bir dilekçe verip ardından ayrıntılı bir dilekçe vermek ise kanunî temeli ve düzenlemesi olmayan, ayrıca hukuka da açıkça aykırı bir durumdur (Pekcanıtez Usul, s.2220).
55. Hukuk Genel Kurulunun 01.10.2003 tarihli ve 2003/13-581E., 2003/527K. sayılı kararında da; 'Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 435/2.maddesindeki, temyiz sebeplerinin, temyiz dilekçesinin verilmesinden itibaren bir hafta içerisinde verilecek başka bir dilekçeyle bildirilmesine olanak tanıyan hüküm, 2494 sayılı Yasa ile ortadan kaldırılmıştır. Böylece, uygulamada 'müddeti muhafaza' olarak adlandırılmış olan müessese de ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla, hukuk yargılamasında, süre tutum müessesesi mevcut değildir” şeklindeki tespit ve değerlendirmelerde bulunularak süre tutum müessesinin yer almadığına vurgu yapılmıştır.
56. İstinaf yoluna başvuru için süre tutum dilekçesi verilmesi, süre tutum dilekçesini veren açısından istinaf nedenlerini belirtir dilekçesini verebilmesi için iki haftalık istinaf yolu süresi sonrasına süre tanındığı anlamına gelmeyeceği gibi, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre sonrasının 'makul süre' olarak değerlendirilerek her duruma göre değişen, belirsiz bir kavramın kabulü ile tarafların yargılama sürecini öngörebilme haklarının ellerinden alınması da kabul edilebilir değildir.
57. Bu durum yukarıda tarif edilen hukukî belirlilik ve hukukî güvenlik ilkelerine de aykırıdır.
58. Anayasa Mahkemesi de süre tutum dilekçesi sonrası gerekçeli kararın tebliğinden itibaren istinaf nedenlerinin süresi içinde bildirilmemesi durumunda kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyan süre tutum dilekçesinin ilgili yargı yerine verilmesinden sonra bu dilekçenin kişinin iradesine bırakılmadan belirli bir süre içinde verilmesi gerektiği şeklinde derece mahkemeleri yorumunun aşırı şekilci (katı) olmadığı gibi mahkemeye erişimi aşırı derece zorlaştırmadığı ya da imkânsız hâle getirmediğini belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır (Anayasa Mahkemesinin 19.04.2018 tarihli ve 2017/29989 Başvuru numaralı, R.G; 14.06.2018 tarih ve 30451 sayılı kararı).
59. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 18.03.2021 tarihli ve 2021/(21)10-13 E., 2021/301 K.; 25.11.2020 tarihli ve 2019/10(21)-405 E., 2020/949 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
60. İstinaf yolunda tamamen yeni bir yargılama yapıldığını söylemek mümkün değildir. Asıl amaçlanan ilk derece mahkemesi kararını hukukî ve maddi yönden denetleyerek eksiklikleri gidermek ve hataları düzeltmektir. İlk derece yargılamasının usulüne uygunluğu, vakıa tespitlerinin doğru olup olmadığı, hukukun doğru uygulanıp uygulanmadığı denetlenmektedir.
61. İlk derece mahkemesine yönelik istinaf sebepleri ile sınırlı olarak yaptığı inceleme sonucunda kararın hatalı olduğu tespit edildiğinde bölge adliye mahkemesince esas hakkında karar verilmektedir. İstinafın öncelikli amacı somut olay adaletini gerçekleştirmek olduğundan tarafların iradesi ve tasarrufuna üstünlük tanınması da bu amacın doğal sonucudur. Re’sen araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda istinaf mahkemesi taraflarca ileri sürülen sebeplerle bağlı değilse de, taraflarca hazırlanma ilkesini uygulandığı davalarda istinaf sebepleri ile bağlıdır. Bunun yanında istinaf sebepleri karşı tarafın muvafakati olmadıkça değiştirilemez ve genişletilemez. Ancak bu yolla dahi yani karşı tarafın muvafakati ile dahi ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar ileri sürülemeyeceği gibi yeni delillere dayanılamaz ve karşı dava açılamaz.
62. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 361. maddesi uyarınca, bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabileceği öngörülmüşken aynı Kanun’un 362. maddesi ile de temyize kabil olmayan kararlara ilişkin düzenleme yapılmıştır. Sonuç itibariyle, ilk derece mahkemesinin nihai kararlarına başvurulacak kanun yolunun istinaf, istinaf mahkemesinin nihai kararlarına karşı ise başvurulacak kanun yolu temyiz yoludur.
63. Somut olayda; ilk derece mahkemesince 30.03.2017 tarihinde verilen davanın kısmen kabulüne dair karara yönelik davalı vekilince istinaf sebepleri yeterince açık ve tam gerekçeleri ile ortaya konulmaksızın süre tutum dilekçesi olarak adlandırılan dilekçeyle 30.03.2017 tarihinde istinaf yoluna başvurması üzerine Bölge Adliye Mahkemesinin 12.09.2017 tarihli kararı ile davalı vekilinin sadece gerekçe içermeyen istinaf başvuru dilekçesi sunmuş olduğundan kamu düzenine ilişkin inceleme yapıldığı ve kararda kamu düzenine aykırılık teşkil eden bir durum olmadığı gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
64. Bununla birlikte ilk derece mahkemesince düzenlenen 13.10.2017 tarihli yazı ile, davalı vekili tarafından UYAP sistemi üzerinden 16.05.2017 tarihinde gönderilen gerekçeli istinaf başvuru dilekçesinin dosyada bulunmaması nedeniyle istinaf talebinin reddine karar verildiğinin şifahen bildirilmesi üzerine sistemde yapılan kontrolde dilekçenin belirtilen tarih itibariyle gönderilmiş ancak sebebi anlaşılamayan şekilde sisteme kaydının yapılmamış olduğu belirtilerek davalı vekilinin gerekçeli istinaf başvuru dilekçesinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesinin 23.10.2017 tarihli ve 2017/2775 E., 2017/1062 K. sayılı kararı ile Daireleri tarafından verilen 12.09.2017 tarihli ve 2017/2775 E., 2017/1062 K. sayılı kararla davalının istinaf başvurusunun esastan reddine dair karar verildikten sonra ilk derece mahkemesince düzenlenen yazı ekinde gerekçeli istinaf başvuru dilekçesinin gönderildiği, ayrıca davalı vekilinin 17.10.2017 tarihinde temyiz isteminde bulunduğu gerekçesiyle dosyanın Yargıtayın ilgili dairesine gönderilmesine karar verildiği anlaşılmıştır.
65. Öte yandan Bölge Adliye Mahkemesi tarafından 12.09.2017 tarihinde verilen davalı vekilinin istinaf başvuru talebinin esastan reddine dair karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece 13.03.2019 tarihli kararı ile davalının sair reddine karar verildikten sonra kıdem tazminatının reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuş, ilk derece mahkemesince direnme kararı verilmiştir.
66. Görüldüğü üzere, her ne kadar Bölge Adliye Mahkemesi davalı vekilinin gerekçeli istinaf başvuru dilekçesi sunmadığı gerekçesiyle sadece kamu düzenine ilişkin inceleme yaparak istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiş ise de, davalı vekili süre tutum dilekçesi olarak adlandırılan istinaf başvuru sebeplerini içermeyen dilekçesiyle 30.03.2017 tarihinde istinaf yoluna başvurduktan sonra ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararının 08.05.2017 tarihinde tebliği üzerine yasal süre içerisinde olan 16.05.2017 tarihinde gerekçeli istinaf başvuru dilekçesini UYAP sistemi üzerinden usulüne uygun şekilde sunmuştur.
67. Bu durumda Bölge Adliye Mahkemesince davalı vekili tarafından süresinde ve usule uygun olarak sunulan gerekçeli istinaf dilekçesi dikkate alınmaksızın sadece kamu düzenine ilişkin istinaf incelemesi yapmak suretiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi, Özel Daire tarafından da esasa ilişkin temyiz incelemesi yapılarak ilk derece mahkemesi kararının bozulması ve akabinde verilen bozma kararına ilişkin ilk derece mahkemesi tarafından direnme kararı verilmesi isabetsizdir.
68. Nitekim bu durum hukuk devletinin bir ilkesi olan hukukî güvenlik ve belirlilik ilkesi ile adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı ilkesine aykırıdır.
69. Şu hâlde Özel Daire bozma kararı ile bu karara karşı ilk derece mahkemesince verilen direnme kararının ortadan kaldırılması gerekir.
70. Zira Bölge Adliye Mahkemesi davalı vekili tarafından yasal süresi içerisinde sunulan 16.05.2017 tarihli gerekçeli istinaf başvuru dilekçesinde ileri sürülen istinaf sebeplerini değerlendirerek ve ayrıca kamu düzenine ilişkin inceleme yaparak oluşacak sonuca göre karar vermelidir.
71. Hâl böyle olunca Özel Daire bozma kararı ile ilk derece mahkemesince verilen direnme kararının ortadan kaldırılmasına, davalı vekilinin gerekçeli istinaf başvuru dilekçesi değerlendirilerek istinaf incelemesi yapılması için Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmek üzere dosyanın ilk derece mahkemesine iadesine karar vermek gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1-Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 13.03.2019 tarihli ve 2017/28384 E., 2019/5569 K. sayılı bozma kararı ile bu karara karşı verilen İstanbul Anadolu 16. İş Mahkemesinin 28.05.2019 tarihli ve 2019/240 E., 2019/274 K. sayılı direnme kararının ORTADAN KALDIRILMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
2-Davalı vekilinin gerekçeli istinaf dilekçesi değerlendirilerek istinaf incelemesi yapılması için dosyanın BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİNE GÖNDERİLMEK ÜZERE İLK DERECE MAHKEMESİNE İADESİNE, 30.11.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.