Hukuk Genel Kurulu 2019/671 E. , 2022/841 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “suya el atmanın önlenmesi ve tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesince su bedeli yönünden tazminat isteminin reddine, el atmanın önlenmesi istemi yönünden ise daha önce bu hususta verilen karar kesinleşmiş olduğundan karar verilmesine yer olmadığına ilişkin olarak verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili ile davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkili...’in Bursa ili Osmangazi ilçesi Alaşar köyündeki 4491 ada 45 parsel sayılı taşınmazdaki 1/8 payı diğer müvekkili Göksel Karabayır’dan 04.12.2007 tarihinde satın aldığını, müvekkili ... tarafından taşınmaza gidildiğinde taşınmaz üzerine trafo, motor ve şalter sistemi kurulduğunun fark edildiğini, bunun üzerine Bursa 3. ve 5. Sulh Hukuk Mahkemelerine yaptırdığı tespit ile ortakları ve yetkili temsilcileri aynı olan davalı şirketlerin su kuyusu açarak kurdukları sistemle taşınmazdaki su rezervini kullandıklarının anlaşıldığını, davalıların haksız fiil teşkil eden eylemleri ile sebepsiz zenginleştiklerini ve taşınmazdaki suyun azalmasına yol açtıklarını, davalıların sahte evraklarla işlem yaptıklarını ileri sürerek davalıların çekişmeli taşınmaza el atmalarının önlenmesine, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla kullanılan su nedeniyle 100.000TL tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, davacılar vekili 23.03.2010 tarihli celsede; iki ayrı taleplerinin olduğunu, birinci taleplerinin davalıların dava konusu taşınmaza el atmalarının önlenmesi, ikinci taleplerinin ise fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla izinsiz kullanılan su nedeniyle tazminat olduğunu, dava dilekçesindeki taleplerini bu şekilde açıkladıklarını beyan etmiştir.
5. Davacılardan Göksel Karabayır 13.03.2008 tarihli adi yazılı temlikname ile eldeki dava dosyasından doğan tüm haklarını diğer davacı...’e devir ve temlik etmiş, davacı... ise dava konusu taşınmazda maliki olduğu 1/8 payı yargılamanın devamı sırasında (20.01.2017 tarihinde) dava dışı ...’a satış yoluyla devretmiş, aynı tarihli adi yazılı temlikname ile de eldeki dava dosyasından doğan tüm haklarını ...’a devrettiğini beyan etmiş, ... tarafından davacı vekiline vekâletname verilmek suretiyle davaya devam olunmuştur.
Davalı Cevabı:
6. Davalı şirketler vekili cevap dilekçesinde; davacı tarafın çekişmeli taşınmazda tek başına malik olmadığını ve tamamı üzerinde tasarruf yetkisi bulunmadığını, davacıların haksız menfaat elde etmeye çalıştığını, müvekkili GHS Tekstil A.Ş. unvanlı şirketin şu anda ticarî bir faaliyetinin bulunmadığını, konfeksiyon alanında faaliyet gösteren diğer müvekkili Öz Tekstil Ltd. Şti.’nin ise GHS Tekstil A.Ş.’nin kiracısı olduğunu, her iki şirketin de su kullanımını gerektirecek iştigal konusu bulunmadığını, diğer paydaşlar ile çevre taşınmaz sahiplerinin çekişmeli su kaynağını tarımsal sulama amacıyla kullandığını, netice olarak müvekkili şirketlerin dava konusu taşınmaza bir müdahalelerinin bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuş, cevaba cevap dilekçesi ile; çekişmeli su kaynağının yeraltı suyu olması nedeniyle herkesin faydalanabileceği genel su niteliğinde olduğunu, davacı tarafın su bedeli talep edemeyeceğini beyan etmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı:
7. Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 23.03.2010 tarihli ve 2008/29 E., 2010/110 K. sayılı kararı ile; dosya kapsamı ve toplanan delillere göre, davalıların çekişmeli su rezervini kullanabilmek için davacı ...’ın paydaşı olduğu dava konusu 4491 ada 45 parsel sayılı taşınmaz üzerine trafo, kulübe, elektrik panosu, motor ve şalter sistemi kurduğu, bu şekilde taşınmaza haksız müdahalede bulundukları, öte yandan su kuyusunun derinliğinin on metreden fazla olduğu, su rezervinin yeraltı suyu sayıldığı, TMK’nın 759/2. ve 167 sayılı Kanun’un 1. maddeleri uyarınca yeraltı sularının herkesin ihtiyacı oranında yararlanabileceği kamuya ait su olduğu, yeraltı suları üzerindeki hüküm ve tasarrufun devlete ait bulunduğu, bu nedenle davacı tarafın tazminat talep edemeyeceği gerekçesiyle davalıların çekişmeli taşınmaza el atmalarının önlenmesine, taşınmaz üzerindeki mevcut su kuyusundan su alınmasının durdurulmasına, tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ile davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
9. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 26.10.2010 tarihli ve 2010/6857 E., 2010/11044 K. sayılı kararı ile; '…Dava dilekçesinde sadece ecrimisil ve tazminat isteği yönünden değer bildirildiği, oysa elatmanın önlenmesi isteği bakımından bir değer bildirilmediği, yargılama sırasında da bu yönlerden harç ikmali yapılmadığı gibi hükümde de karar ve ilam harcının maktu alındığı görülmüştür.
…
Hal böyle olunca, elatıldığı iddia edilen taşınmazın değerinin belirlenmesi ve bu değer üzerinden, yukarıda değinilen ilkeler ve düzenlemeler gözetilmek suretiyle, harç ikmali yaptırılması, ondan sonra işin esasına girilmesi, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir’’ gerekçesiyle karar bozulmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı:
10. Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.07.2011 tarihli ve 2011/85 E., 2011/292 K. sayılı kararı ile bozma kararına uyularak eksik harcın ikmali sağlanmış ve önceki gerekçeyle ilk hükümdeki gibi karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
11. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
12. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 27.06.2012 tarihli ve 2012/11309 E., 2012/16182 K. sayılı kararı ile; ‘’…Davacının 1/8 oranında malik bulunduğu taşınmazdan davalıların kuyu yapmak suretiyle çıkardıkları suyun öncelikle genel su, özel su, kaynak suyu mu olduğunun incelenmesi yapılmalıdır.
Mahkemece, jeoloji mühendisinin de bulunduğu uzman bilirkişi kurulu marifetiyle, yerinde uygulamalı keşif yapılarak davaya konu suyun kaynağının ve nitelendirilmesinin yapılması gerekecektir.
Mahkemece diğer yapılması gereken iş ise belirtilen uzman bilirkişi marifetiyle, çıkarılan sudan, motor ve kuyunun davalılar tarafından yapılıp yapılmadığı, yapıldıysa hangi tarihlerde kullanıldığı da belirlenip buna göre kuyudan çıkarılan su için istenilen su bedelinin belirlenmesi ve nitelendirilmesinin yapılması sonucunda tazminat miktarının tayin ve tespiti gerekmektedir.
Bu hususlar araştırılmadan eksik inceleme ile talep olunan su bedelinin reddi isabetsiz olduğu…’’ gerekçesiyle karar bozulmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Üçüncü Kararı:
13. Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.07.2014 tarihli ve 2012/521 E., 2014/332 K. sayılı kararı ile bozma kararına uyularak yapılan yargılama neticesinde; Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün (DSİ) cevabi yazısı uyarınca çekişmeli su kaynağının yeraltı suyu niteliğinde olduğu, alınan bilirkişi raporu ile de bu hususun doğrulandığı, DSİ tarafından arama ve kullanım izin belgesi verilmediğinden açılan su kuyusunun kaçak olduğu, davacının su bedeli yönünden davasını ispat edemediği gerekçesiyle tazminat isteminin reddine, el atmanın önlenmesi talebi hususunda verilen karar onanarak kesinleştiğinden bu hususta yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Özel Dairenin Üçüncü Bozma Kararı:
14. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
15. Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 27.02.2017 tarihli ve 2015/1357 E., 2017/1444 K. sayılı kararı ile; '...1-Hükmün hangi hususları kapsayacağı 6100 sayılı HMK'nın 297. maddesinde belirtilmiştir. Ayrıca hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.
Bu biçim, yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır, hükmün hedefine ulaşmasını engeller, kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz. Bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini ve ifa kabiliyetini yitirir.
Bozma kararından sonra bozmaya uyularak verilen hüküm yeni bir hükümdür. Bozmaya uyularak tesis edilen hükmün, tüm istekleri karşılar şekilde yeniden yazılması gerekir. Mahkemece bu husus gözetilmeden, hükmün meni müdahale talebi yönünden kesinleşmiş olduğundan bahisle 'men'i müdahale talebi hususunda karar verilmesine yer olmadığına' şeklinde hüküm kurulması doğru değildir.
2- 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 691/1. maddesinde; “İşletme usulünün veya tarım türünün değiştirilmesi, adi kiraya veya ürün kirasına ilişkin sözleşmelerin yapılması veya feshi, toprağın ıslahı gibi önemli yönetim işleri için pay ve paydaş çoğunluğuyla karar verilmesi gerekir....” hükmü ile paylı mülkiyette taşınmazın ne şekilde kiraya verileceği hususu düzenlenmiştir.
06.05.1955 tarih 12/18 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının ilk bendinde ifade edildiği üzere, müşterek mülkün kiraya verilmesi önemli idari tasarruflardandır. Buna göre paylı mülkiyette taşınmaz pay ve paydaş çoğunluğu kararıyla kiraya verilebilir. Öte yandan, paydaşlardan birinin yapmış olduğu kira akdine, Borçlar Kanunu'nun 38. maddesi hükmü uyarınca diğer paydaşın icazet vermesi halinde akde değer verileceği kuşkusuzdur. Paylı taşınmazın tümünün ya da bir bölümünün paydaşlardan biri tarafından kiraya verilmesi halinde sözleşmede taraf olmayan paydaşlar kira sözleşmesini tanımayarak kiracı hakkında fuzuli işgal nedeniyle tahliye davası açabilecekleri gibi açık ya da üstü kapalı onayları ile sözleşmeye geçerlik kazandırabilirler.
Somut uyuşmazlıkta; Dava konusu 45 parsel sayılı taşınmazın davacı ve dava dışı üçüncü kişiler adına paylı mülkiyette olduğu, paydaşlardan 1/8 hisse maliki Ali Durmuş tarafından davalıya kiralandığının savunulduğu anlaşılmaktadır. TMK'nın 691. maddesi gereği pay ve paydaş çoğunluğu sağlanmadığından davalının savunmasına itibar edilemez. Uyuşmazlığa konu suyun davacının paydaş olduğu taşınmazdan çıkması, davalının TMK'nın 796. maddesine göre de üstün hakkının olmadığının anlaşılması ve tüm dosya kapsamına göre davacının ecrimisil isteminde bulunabileceğinin kabulü gerekir. Mahkemece davalının kullandığı su miktarı ve bedeli belirlenerek tazminat isteminin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru değildir’’ gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
16. Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.11.2018 tarihli ve 2018/278 E., 2018/580 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
17. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili ile davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
18. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre, davacının paydaşı olduğu dava konusu 4491 ada 45 parsel sayılı taşınmaz içindeki su kuyusundan çıkan suyun yeraltı suyu niteliğinde olup olmadığı, davalı şirketlerin kullanımı nedeniyle davacının su bedeli talep edip edemeyeceği, öte yandan temyiz edilmeksizin kesinleşen el atmanın önlenmesi istemi bakımından karar verilmesine yer olmadığı şeklinde hüküm kurulmasının 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesine aykırılık teşkil edip etmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
A- Davalılar vekilinin temyiz talebi yönünden yapılan incelemede;
19. Hukuk Genel Kurulunca işin esasının görüşülmesine geçilmeden önce mahkemece verilen ikinci ve üçüncü kararın davalılar vekili tarafından temyiz edilmediği ve yine davalılar vekilinin son tarihli bozma kararı hakkında direnme kararı verilmesine yönelik beyanının, direnme kararının temyizi noktasında doğurduğu hukukî sonuçlar ön sorun olarak değerlendirilip tartışılmıştır.
20. Ön sorunun çözümü bakımından, öncelikle bir dava şartı olarak hukukî yarar kavramı üzerinde durulmalıdır.
21. Mahkemeye yönelik taleplerde hukukî yarar, bir diğer ifade ile hukukî korunma ihtiyacı bulunmalıdır (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, s. 1363, 1387). Bu durum, dava açılmasında olduğu gibi, kanun yoluna başvurmada da aranan bir dava şartıdır. Kişinin dava açma ya da kanun yoluna başvurma hakkının bulunması tek başına yeterli olmayıp, bunda hukukî yararının da bulunması gerekir. Kanun yolları bakımından da dava şartları geçerli olup, hakkında kanun yoluna başvurulan kararın düzeltilmesi ya da kaldırılmasında hukukî yararı bulunmayan kimsenin Yargıtay’a müracaatta bulunabilmesi mümkün değildir.
22. Somut olayda mahkemece verilen ikinci kararda “…1- Bursa ili, Osmangazi ilçesi, Alaşar mahallesi, 4491 ada, 45 parsel sayılı taşınmaza, davalılar tarafından yapılan haksız müdahalenin men'i ile bir adet trafo binası, 4x4 ebadında 2 m. yüksekliğinde kulübe, binaya bitişik harici bir elektrik panosu ve su pompasının kullanılması suretiyle vuku bulan MÜDAHALELERİNİN MEN'İNE, bu taşınmaz üzerinde mevcut kuyudan su alınmasına İLİŞKİN İŞLEMİN DURDURULMASINA ve müdahalenin men'ine.
2- Davacı tarafın tazminat talebinin REDDİNE…” karar verilmiş; davacı vekilinin temyiz itirazı üzerine hüküm bozulmuştur.
23. Mahkemece bozma ilamına uyulmasına karar verildikten sonra üçüncü kararda “…1-) Davacının su bedeli yönünden tazminat istemine ilişkin talebin REDDİNE, men' i müdahale talebi hususunda verilen karar onararak kesinleşmiş olduğundan bu hususta yeniden karar verilmesine yer olmadığına,…” karar verilmiş, yine davacı vekilinin temyiz itirazı üzerine hüküm bozulmuştur.
24. Özel Daire bozma kararı sonrasında ise davalılar vekili 28.11.2018 tarihli duruşmada önceki kararda direnilmesini talep etmiştir.
25. Hâl böyle olunca, davalılar vekilinin el atmanın önlenmesi istemi yönünden aleyhine kurulan hükmü temyiz etmemesi nedeniyle kurulan hüküm bu yönden kesinleştiği gibi davalılar vekili 28.11.2018 tarihli duruşmada önceki kararda direnilmesini talep etmiş, mahkemece de direnme kararı verilmiştir. Bu durum karşısında, artık direnme kararını temyizde hukukî yararın bulunmadığının kabulü gerekir.
26. O hâlde davalılar vekilinin direnme hükmüne yönelik temyiz isteminin hukukî yarar yokluğundan reddine karar verilmelidir.
B- Davacı vekilinin temyiz talebi yönünden yapılan incelemede;
El Atmanın Önlenmesi İstemi Bakımından:
27. İlgisi nedeniyle “usuli kazanılmış hak” kavramının üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
28. Bir davada, mahkemenin veya tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine (diğeri aleyhine) doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakka, usule ilişkin kazanılmış hak denir.
29. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (6100 sayılı Kanun/HMK) “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Konu, yargı içtihadı ile gelişmiştir.
30. Bu kurum davaların uzamasını önlemek, hukukî alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
31. Hemen belirtelim ki; bir mahkemenin Yargıtay dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukukî esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 09.05.1960 tarihli ve 1960/21E., 1960/9 K. sayılı kararı).
32. Mahkemenin, Yargıtayın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usulî kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usulî kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usulî kazanılmış hak oluşturur (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 E., 1959/5 K. sayılı kararı).
33. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya gelince; Bursa 5. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2007/939 D. İş sayılı tespit dosyası ile dava konusu 4491 ada 45 parsel sayılı taşınmaz içerisinde bir adet trafo, bir adet kulübe, bir adet elektrik panosu, zeminde bir adet saç platform, bu platformun altında su kuyusu ve çalışır vaziyette bir motorun bulunduğu tespit edilmiştir. Bursa 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/37 D. İş sayılı tespit dosyasıyla da çekişmeli taşınmazdaki elektrik aboneliğinin davalı şirketlere ait olduğu saptanmıştır.
34. İlk Derece Mahkemesinin 12.07.2011 tarihli ve 2011/85 E., 2011/292 K. sayılı kararı ile davalıların dava konusu taşınmaza el atmalarının önlenmesine, tazminat talebinin ise reddine karar verilmiş, anılan bu hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Davalı taraf aleyhine kurulan el atmanın önlenmesi hükmünü temyiz etmemiştir. Özel Daire tarafından hükmün davacı lehine bozulması üzerine ilk derece mahkemesince bozma ilamına uyularak yapılan yargılama neticesinde 16.07.2014 tarihli ve 2012/521 E., 2014/332 K. sayılı kararıyla el atmanın önlenmesi istemi yönünden verilen karar onanarak kesinleştiğinden bu hususta yeniden karar verilmesine yer olmadığına, su bedeli yönünden tazminat isteminin ise reddine karar verilmiş, bu hüküm de sadece davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
35. Yukarıda açıklandığı üzere, el atmanın önlenmesi istemi yönünden verilen kabul kararı temyiz edilmeksizin kesinleştiğinden mahkemece kesinleşen bu kısım hakkında yeniden inceleme yapılarak karar verilmesi gerekmemektedir. Bir başka ifadeyle, kesinleşen bu kısım yönünden karar verilmesine yer olmadığı şeklinde hüküm kurulmasında isabetsizlik bulunmamaktadır.
36. Öte yandan, el atmanın önlenmesi istemi temyiz edilmeksizin kesinleştiği hâlde direnme kararında onanarak kesinleştiği şeklinde hüküm kurulmuş olması doğru değil ise de; bu yanılgının giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, gerekçeli kararın hüküm fıkrasının 4. bendinde geçen “onanarak” kelimesi çıkartılarak, yerine “temyiz edilmeksizin” ibaresinin yazılması suretiyle hükmün düzeltilmesi gerekmiştir.
Tazminat İstemi Bakımından:
37. Uyuşmazlığın çözümü bakımından öncelikle ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
38. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 756. maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları; 'Yeraltı suları, kamu yararına ait sulardandır. Arza malik olmak, onun altındaki yeraltı sularına da malik olmak sonucunu doğurmaz.
Arazi maliklerinin yeraltı sularından yararlanma biçimi ve ölçüsüne ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır' hükmüne haizdir.
39. 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun’un 'Yeraltı sularının mülkiyeti' başlıklı 1. maddesinde ise; 'Yeraltı suları umumi sular meyanında olup Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bu suların her türlü araştırılması, kullanılması, korunması ve tescili bu kanun hükümlerine tabidir' düzenlemesine yer verilmiş olup, aynı Kanun’un 2. maddesinde 'Yeraltı suyu’’ terimi 'Yeraltındaki durgun veya hareket halinde olan bütün sulardır.' şeklinde ifade edilmiştir.
40. 167 sayılı Kanun’un 3. maddesinde yeraltı suyu işletme sahalarının nasıl kabul ve ilan edileceği belirlendikten sonra 4. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında ilan edilen sahalarda açılacak kuyuların sayısı, yerleri ve özellikleri ile çekilecek su miktarının Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından tayin ve tespit edileceği kararlaştırılmıştır. Öte yandan, aynı Kanun’un 4. maddesinin üçüncü fıkrası 'Kuyu açan kimse, bulunan suyun ancak kendi faydalı ihtiyaçlarına yetecek miktarını kullanmaya yetkilidir.' şeklinde iken, anılan fıkranın sonuna 03.07.2003 tarihinde kabul edilerek 19.07.2003 tarihli ve 25173 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4916 sayılı Kanun’un 22. maddesi ile ‘’Bu miktarı aşan sular ile sulama, kullanma ve işlenerek veya doğal haliyle içme suyu olarak satılmak üzere çıkarılan yeraltı suları, Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerdeki kaynak suları, 2886 sayılı Kanun hükümlerine uyularak il özel idarelerince kiraya verilir. Tahsil edilen kira gelirinden; yer altı veya kaynak suyunun çıktığı yer, köy sınırları içinde ise o yerdeki köy tüzel kişiliğine %15, belediye sınırları içinde ise ilgili belediyeye % 25 oranında pay verilir’’ düzenlemesi eklenmiştir.
41. Öte yandan, 167 sayılı Kanun’un 5. maddesinde; 'İlan edilmiş yeraltı suyu işletme sahaları dışında her arazi sahibi; arazisinde yeraltı suyu aramak, suyu bulduktan sonra, bunun kendi faydalı ihtiyaçlarına yetecek miktarını kullanmak hakkına maliktir.’’ hükmüne yer verildikten sonra bu işlerin 8. maddenin kapsamına girdiği takdirde belge alınmasının zorunlu olduğu belirtilmiştir. Anılan Kanun’un 8. maddesinde ise; ‘’Aşağıdaki (a) ve (b) fıkralarında beyan edilen kazıların yapılması veya kuyuların açılması için Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğünden belge alınması mecburidir:
a) Su temini maksadıyla, kesitleri ne olursa olsun, tabii zemin üstünden itibaren derinliği Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından tesbit ve ilgili bakanlığın onayından sonra ilan olunan haddi aşan her türlü çukur, sondaj ve kuyular (el ile açılan kuyular hariç),
b) Su temini maksadiyle, boyları ve kesitleri ne olursa olsun, ufki veya meyilli her türlü galeriler ve tüneller…’’ şeklindeki düzenleme ile Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğüne yetki ve sorumluluk verilmiştir.
42. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; dava konusu taşınmaz içerisinde bir adet su kuyusu bulunduğu tespit edilmiştir. Mahkemece, çekişmeli taşınmazdaki kuyudan çıkan suyun nitelik itibarıyla genel su mu, özel su mu yoksa kaynak suyu mu ve kullanma hakkının kime ait olduğu hususlarının DSİ’den sorulması üzerine, DSİ Genel Müdürlüğü 1. Bölge Müdürlüğünün 23.01.2013 tarihli cevabi yazısında; mahallinde yapılan incelemede dava konusu taşınmazda bir adet derin sondaj kuyusu olduğu, kuyunun nitelik itibarıyla yeraltı suyu kapsamına girdiği, 167 sayılı Kanun çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği, kuyunun DSİ’nin sorumluluk ve yetkisinde olduğu, tespit edilen kuyunun kullanım belgesinin bulunmadığı, kaçak kuyu olduğu ve kapatılması gerektiği ifade edilmiştir. Yapılan keşif ve jeoloji mühendisinden alınan 18.03.2013 tarihli bilirkişi raporunda da dava konusu taşınmazdaki kuyudan çıkan suyun yeraltı suyu kapsamına girdiği tespit edilmiştir.
43. Her ne kadar davacı taraf dava dilekçesinin sonuç ve istek bölümünde ecrimisil ve tazminat şeklinde muğlak bir talepte bulunmuş ise de davacılar vekili 23.03.2010 tarihli celsede talebinin izinsiz kullanılan su nedeniyle tazminat olduğunu açıklamıştır.
44. Yukarıda yer verilen bilgi ve belgeler bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde, dava konusu 4491 ada 45 parsel sayılı taşınmazdaki derin sondaj kuyusundan çıkan suyun yeraltı suyu niteliğinde olduğu tartışmasızdır. TMK’nın 756. maddesinin üçüncü fıkrası ile 167 sayılı Kanun’un 1. maddesinde belirtildiği üzere yeraltı suları genel sulardan olup devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Öte yandan, davacı tarafa çekişmeli yeraltı suyunun kendi faydalı ihtiyaçlarını aşacak miktarı yönünden 167 sayılı Kanun’un 4. maddesi uyarınca il özel idaresi tarafından kiralanmadığı da dosya kapsamı ile sabittir.
45. O hâlde, umuma ait ve herkesin ihtiyacı oranında yararlanabileceği çekişmeli yeraltı suyu nedeniyle davacı tarafın su bedeli talep edemeyeceği gözetilerek ilk derece mahkemesince tazminat isteminin reddine ilişkin olarak verilen direnme kararı usul ve yasa hükümlerine uygun olup, yerindedir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
I- A bendinde (§19-26) gösterilen gerekçelerle davalılar vekilinin temyiz isteminin hukukî yarar yokluğundan REDDİNE,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının davalı tarafa geri verilmesine,
II- B bendinde (§27-36) gösterilen gerekçelerle, gerekçeli kararın hüküm fıkrasının 4. bendinde geçen 'onanarak' kelimesi çıkartılarak, yerine 'temyiz edilmeksizin' ibaresinin yazılması suretiyle hükmün 4. bendinin DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
III- B bendinde (§37-45) gösterilen gerekçelerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07.06.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.