Hukuk Genel Kurulu 2012/10-1577 E. , 2013/634 K.
MAHKEMESİ : Ankara 19. İş Mahkemesi
TARİHİ : 05/06/2012
NUMARASI : 2012/419-2012/504
Taraflar arasındaki “istirdat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 19. İş Mahkemesi'nce davanın açılmamış sayılmasına dair verilen 05.03.2010 gün ve 2009/595 E. 2010/136 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 11.10.2010 gün ve 2010/7106 E. 2011/13255 K. sayılı ilamı ile;
(…HUMK 163. maddesi gereğince; 'hakim tayin ettiği müddetin kat'i olduğuna da karar verebilir, aksi takdirde tayin olunan müddeti geçirmiş olan taraf yenisini isteyebilir. Bu suretle verilecek müddet kat'idir. Bir daha verilemez. '
Somut olayda yerel mahkemece eksik harcın yatırılması için verilen mehlin kesin olduğu belirtilmişse de eksik harç miktarının bildirilmediği,dava konusu alacak miktarının 1.000.00 TL olmasına göre peşin alınacak nisbi harcın, maktu harç miktarını geçmediği ve maktu harcın da mahkeme veznesine yatırıldığı böylece verilen kesin mehilin yerinde olmadığı anlaşılmıştır. Yerel mahkemenin, fiili ve hukuki durumlara göre işin esasına girerek yargılamaya devam etmesi ve sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, davanın açılmamış sayılmasına karar vermesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, taraflar vekillerinin usül ve yasaya aykırı yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, ödeme emrinde gecikme zammına işletilen kanuni faiz alacağının istirdadı istemine ilişkindir.
Davacı Çubuk Belediye Başkanlığı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının işyerlerine, davalı Kurum tarafından muhtelif tarihlerde ödeme emri gönderildiği, ödeme emirlerinde borç tahsil edilinceye kadar her ay belirli oranda gecikme zammı uygulanacağının, ayrıca gecikme zammına kanuni faiz işletileceğinin belirtildiğini, bunun üzerine davacı Belediye Başkanlığı’nın ödeme emirlerindeki borç miktarını ve talep edilen kanuni faizi ödediğini, davalı Kurum tarafından gecikme zammına yasal faiz uygulanmak suretiyle tahsil edilen meblağın, yasaya aykırı ve haksız olduğunu, gecikme zammına faiz yürütülemeyeceğini belirterek, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1000 TL nin tediye tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini istemiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili cevap dilekçesinde özetle; Kurumun 6183 sayılı Kanun uyarınca yürütülen icra takip işlemlerinde tebliğ edilen gecikme zammına kanuni faiz uygulamasından 03.08.2005 tarihi itibariyle vazgeçildiğini, davacı Belediye Başkanlığı adına yapılan tahsilat işlemlerinden de 03.08.2005 tarihinden itibaren kanuni faiz alınmasının sözkonusu olmadığını, bu nedenle icra takip dosyalarının tümü için, tahsil edilmemiş kanuni faiz tutarlarının terkin edildiğini, ayrıca istirdat davası açılması için gerekli olan bir yıllık sürenin de dolduğunu belirterek, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Yerel Mahkemece; dava konusu ödeme emirlerinin, açıkça tarih ve numarasının bildirilmediği gibi, dava konusu alacak tutarı da belirtilmediği görülmekle, davacıya ödeme emri tarih ve numarası ile alacak tutarının açıkça belirtilmesi, ayrıca eksik harcı ödemesi, aksi halde davanın açılmamış sayılacağı bildirilmiş, akabinde davacı tarafından eksikliklerin yerine getirilmediği gerekçesi ile davanın açılmamış sayılmasına dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire tarafından yukarıda yazılı gerekçelerle bozulmuş, Mahkemece önceki gerekçe genişletilmek suretiyle davanın açılmamış sayılmasına dair hükümde direnilmiştir.
Direnme hükmü, davacı Çubuk Belediye Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlık, dava dilekçesinin usulüne uygun düzenlenip düzenlenmediği, mahkemece verilen kesin mehilin usulüne uygun olup olmadığı, sonucuna göre de, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin yerinde olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümünde; öncelikle, dava açıldığı tarihte yürürlükte olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun da yer alan “dava dilekçesinde bulunması gereken hususlar” ile “kesin mehil” kavramları üzerinde durulmalıdır.
I-Dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar yönünden olay incelendiğinde;
Dava dilekçesinde bulunması gereken hususlar HUMK’nun 179. maddesinde düzenlenmiş olup, bunlar;
1. Tarafların ve varsa kanuni temsilci veya vekillerinin ad ve soyadları ile adresleri,
2. Açık bir şekilde dava konusu,
3. Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri ve delillerinin nelerden ibaret olduğu,
4. Hukuki sebeplerin özeti,
5. Açık bir şekilde iddia ve savunma,
6. Karşı tarafın hangi sürede cevap verebileceği,
7. Davacının veya varsa kanuni temsilci yahut vekilinin imzası,
olarak sayılmıştır.
Bu düzenleme ile dava dilekçesinde, dava konusunu, iddiasının dayanağı olan bütün vakıaları sıra numarası altında açık özetleri ile delillerinin nelerden ibaret olduğunun gösterilmesi zorunluluğu getirilmiştir.
Aynı hususlar 6100 sayılı Hukuk Mahkemeleri Kanunun (HMK)’nın 119 maddesinde de;
a) Mahkemenin ad
b) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri.
c) Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.
ç) Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.
d) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri.
e) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.
f) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.
g) Dayanılan hukuki sebepler.
ğ) Açık bir şekilde talep sonucu.
h) Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası.
şeklinde açıklanmıştır.
HUMK’nun 187. maddesinde “itirazatı iptidaiye” başlığı altında sayılan ilk itirazlar arasında; “Dava arzuhalinin veya davetiye varakasının veyahut cevap layihasının tanziminde kanuni noksanlar bulunduğu veya tebliğin usulüne muvafık olmadığı iddiası” sayılmaktadır. Bu düzenleme ile davalının, dava dilekçesindeki eksiklik iddiasını ilk itiraz olarak ileri sürebileceği kabul edilmektedir. Ayrıca HUMK’nun 193. maddesinde; davacının iptaline karar verilen dilekçenin yerine yeni bir dilekçe düzenleyip vermek zorunda olduğu, aksi takdirde dilekçenin reddine dair verilen kararın kesinleşme tarihinden itibaren 10 gün içinde yeniden dilekçe verilmemesi halinde, davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği belirtilmektedir.
HMK. da ise ilk itirazlar arasında dava dilekçesindeki eksiklilkler sayılmadığı gibi, 119/2 maddesinde, dava dilekçesindeki eksikliklerin tamamlanması için bir haftalık kesin süre verilip, bu süre içersinde eksikliğin tamamlanmaması halinde davanın açılmamış sayılacağı durumlar arasında “Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri “, “iddia edilen her bir vakıanın hangi delille isbat edileceği” (m.119/1-e,f) sayılmamıştır.
Somut olay bu yasal düzenlemeler çerçevesinde değerlendirildiğinde;
Davacı tarafından; mahkemeye verilen dava dilekçesinde istirdadı istenilen faiz alacağının hangi takipler nedeni ile tahsil edildiği belirtilmediği gibi, iddianın dayanağını oluşturan vakıaları sıra numarası altında açıklamayıp, delil olarak icra takip dosyalarını da bildirmemiştir. Ancak, Kanunda ilk itiraz olarak sayılan dava dilekçesindeki eksiklikler ile ilgili davalı Kurum tarafından yapılmış usulüne uygun, ilk itiraz bulunmadığı gibi mahkemece, dava dilekçesinin iptaline yönelik verilmiş bir karar da bulunmadığından, HUMK’nun 193 maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verilme şartları oluşmamıştır.
II-Kesin süre yönünden olayın incelenmesine gelince;
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’ndaki sürelerden bir kısmı taraflara, bir kısmı da mahkemelere hitap etmektedir. Mahkemeler için öngörülen sürelerin taraflar için öngörülen sürelerden farkı; sürenin geçirilmiş olmasının, o sürede yapılması öngörülen işlemin yapılma olanağını ortadan kaldırmamasıdır. Eş söyleyişle, hakim gecikmeli de olsa süreye bağlanmış olan işlemi yapabilir. Dolayısıyla, gecikerek de olsa yapılan işlem, oluşturulan karar hukuken geçerlidir ve süresinde yapılmış gibi hukuki sonuç doğurur.
Gerçekten de, bir uyuşmazlık mahkemeye taşınmış olmakla kamu alanına, yani toplumun da çıkarını ilgilendiren bir platforma aktarılmış olmaktadır. Bu nedenle bir davanın makul sürede sona erdirilmesinde en az taraflar kadar, toplumun da yararı vardır.
Şu halde, süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının; başka ifadeyle, diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşülmesinin önlenmesi, ulusalüstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca, davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir zamansallıkla yürütülmesi; başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması, olarak özetlenebilir.
Yukarıda sayılan amaçların gerçekleşmesi, doğal olarak belli bir yaptırım hükmüyle mümkündür. Nitekim (HUMK.)’nun 163.maddesinin, 1.cümlesinde; kesin sürelerde yapılması gerekli işlemin yapılmaması halinde; işlemin ilişkin olduğu hakkın düşeceği (sakıt olacağı) belirtilmiştir. Benzer hüküm HMK’nun 94/3 maddesi düzanlamasi;“kesin süre içinde yapılması gereken işlemi, süresinde yapmayan tarafın, o işlemi yapma hakkı ortadan kalkar” şeklindedir.
Kural olarak, hakimin verdiği süre kesin değildir. Kesinlik için şu iki koşuldan biri gerçekleşmelidir:
İlk koşul; hakimin kesin olduğunu belirtmeksizin verdiği ilk sürede işlemin yapılmaması nedeniyle, ilgili tarafın yeniden süre talep hakkının varlığı karşısında, bu talep üzerine hakimin verdiği ikinci sürenin kesin olmasıdır ki bu kesinlik yasadan kaynaklanmaktadır.(HUMK.m.163, 4.cümle, HMK.m.94/f.2). Bu halde, ikinci kez verilen sürenin kesin olduğunun belirtilmesine gerek bulunmamaktadır.
İkincisi ise, yasaya göre hakimin, tayin ettiği ilk sürenin kesin olduğuna karar verilmesidir. (HUMK.m.163/3.cümle, HMK.m.94/f.2) hali olup,bu halde kesin sürenin hukuki sonuç doğurabilmesi için buna ilişkin ara kararının yasaya ve içtihadi hukuk ilkelerine uygun şekilde oluşturulması ve sonuçlarının da ilgili tarafa ihtar edilmiş olması gerekir.
Yargısal kesin süreyle sadece taraflar değil hakim de bağlıdır. Zira kesin süreye ilişkin ara kararının verilmesiyle karşı taraf lehine usulü kazanılmış hak doğmaktadır; dolayısıyla hakimin bu tür bir ara kararından dönmesi hukuken geçersizdir.
Hakim, tayin ettiği süreyi azaltıp çoğaltabileceği gibi, süre geçtikten sonra da tarafın isteği üzerine yeni bir süre tanıma yoluna da gidebilir.
Hakimin tayin ettiği, kesin sürede yapılmayan işleme ilişkin hak düşer, ( HUMK.m.163/2. cümle, HMK.m.94/f.3). Bu sonuç ise, hakim tarafından resen gözetilmelidir.
İster kanun, ister hakim tarafından tayin edilmiş olsun, kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesine olanak yoktur. Böylelikle kesin sürenin kaçırılması, o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmektedir.
Bu durumda geciken adaletin, adaletsizlik olduğu düşünülerek, davaların uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere getirilen kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır.
Süreye ilişkin ara kararları da, öteki kazai kararlar gibi kolaylıkla anlaşılabilecek derecede açık olmalıdır. Hakim, ulus adına emir vermek yetkisi olan bir kişi olup; neyi emrettiğini, hangi şeyin yapılmasını istediğini, herkes, özellikle taraflar ve infaza memur edilen kimseler tereddüde düşmeden ve rahatlıkla anlayabilmelidir.
Hakim, gerekirse tarafları dinleyerek, işin özelliğini ve tarafların durumlarını ve çevre koşullarını göz önünde tutarak ilgililerin neleri yapmaları gerektiğini, kendilerini zor duruma düşürmeden tespit etmek üzere süre vermeli, süreye uyulmamasının sonuçlarını açıklayarak ilgili tarafı uyarmalıdır.
Hakim tarafından verilen kesin süre amacına uygun ve yetirli uzunlukta olmalı; kesin sürede hangi işlemlerin yapılacağı açıkça belirtilmeli; kesin sürede yapılması öngörülen işlem ilgili tarafça yapılabilecek bir edim olmalıdır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.01.2000 gün ve 2000/1-23 E. 2000/17 E., 28.04.2010 gün ve 2010/2-221 E., 2010/241 K.sayılı kararlarında da aynı ilkelere değinilmiştir)
Kesin süre verilmesinin temel amacı; tarafların savsaklayıcı, davayı uzatıcı ve hükmü geciktirici tutum ve davranışlarını önlemektir. Böyle bir yaptırım gücünün olmaması halinde bir davanın, bırakın geç bitirilmesini, bitirilmesinden bile söz etmek kolay olmayacaktır.
Hak kaybına yol açmak gibi, ağır hukuki sonuçlar doğuran kesin süre kurumunun, hakim tarafından dikkatli, duyarlı bir şekilde kullanılması gereklidir. Burada tarafların yargılamadaki tutumları, süreye konu işlemin özelliği önem kazanır.
Hukuk Yargılamasına ilişkin kurallar, yargılamanın düzenli yapılması ve hakkın olabildiğince çabuk elde edilmesi amacını gerçekleştirmek için getirilmiştir. İşte hakkın elde edilmesi için birer araç olan bu kurallar, amaca uygun somut bir görevin varlığı halinde uygulama alanı bulurlar. Aksi halde, araçla ulaşılması istenilen amaç arasında gerçek ve esaslı bağın bulunmaması anlamsızlığı (şekilcilik) ortaya çıkarır. Mahkemelerin amacı, ne olursa olsun uyuşmazlıkları ortadan kaldırmak değil, pozitif hukukun ölçüsünde, hakkı belirleyerek sonuca ulaşmaktadır.
Diğer taraftan, HUMK.’nun 163, (HMK 94.) .maddesinde getirilen kural, davayı uzatmayı önlemek için getirilmiş bir araçtır; bu yoldaki davranışlar, çoğu davalıdan gelir.
Şu halde, tarafların belge ve delillerini sunmaları için onlara gerekli imkanı tanımak amacıyla, usulüne uygun şekilde kesin süre tayin edilmeli, bu suretle yargılamaya hız kazandırmalıdır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28.04.2010 gün ve 2010/2-221 E., 2010/241 K.sayılı kararlarında da aynı ilkelere değinilmiştir)
Somut olayda; mahkemece, 28.12.2009 tarihli (1) nolu ara kararıyla “davacı vekiline dava dilekçesinin açıklaması, iptalini istediği ödeme emirleri numaralarını tek tek belirtmesinin ve iptali istenilen alacak tutarını açıkça belirtmesi ve eksik harcı yatırması için 10 günlük kesin süre verilmesine, aksi halde davanın açılmamış sayılacağı ihtaratının yapılmasına(yapıldı)…” şeklinde karar verildiği, anlaşılmaktadır.
Mahkemece, davacıya “eksik harcın yatırılması için 10 günlük kesin süre verilmesine” karar verilmişse de eksik harcın miktarı açıkça belirtilmediğinden bu yönde verilen kesin süre usulüne uygun olmadığı gibi, açılan davanın miktarı itibari ile de harcın eksik olduğundan bahsedilemez.
Diğer taraftan, somut olayda davacı Çubuk Belediye Başkanlığının iş yerleri ile ilgili prim borçlarının 6183 sayılı Yasa’ya göre tahsili için davalı sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı tarafından takip yapılmış olması, 5393 Sayılı Kanunun 5. maddesi uyarınca davacı Belediye Başkanlığının borçlarının uzlaşma kapsamında, Hazine Müsteşarlığı tarafından ödendiği dikkate alındığında, ödemeye ilişkin belgeler, ile icra takip dosyalarının davalı Kurumda bulunması nedeniyle, Mahkemece davalı Kurumdan, dava dilekçesinde belirtilen iş yeri dosyaları ile ilgili takip dosyaları ve ödeme belgelerini istemesi, bundan sonra davacıya yöntemine uygun süre verilerek sonucuna göre işlem yapılıp, dava konusu edilen 1.000,00 TL lik kısım yönünden karar vermekten ibarettir.
Hukuk Genel Kurulu’nca da yukarıda açıklanan ilave nedenlerle benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen ilave nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 5521 sayılı Kanunun 8/son maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 08.05.2013 gününde yapılan ikinci görüşmede oybirliği ile karar verildi.