Hukuk Genel Kurulu 2016/601 E. , 2017/1701 K.
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi (Müstemir Yetkili)
Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Tarsus İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 16.10.2014 gün ve 2013/191 E. 2014/230 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 16.02.2015 gün ve 2015/1375 E.- 2015/1511 K. sayılı kararı ile;
(..Davacı vekili, davacının mevsimlik işçi olarak Köy Hizmetleri’nde çalışırken 2001 yılından itibaren kadrolu işçi olarak çalıştığını, 2005 yılında da 5286 sayılı Yasa kapsamında Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı bünyesine aktarıldığını, halen bakanlığa bağlı birimde çalıştığını, müvekkilinin 2001 yılı öncesi çalışmalarının, derece ve kademesinin hesabında dikkate alınmadığını, eşitlik ilkesine aykırı hareket edildiğini iddia ederek ücret farkı, ikramiye farkı, tediye farkı alacağı ve ağır hizmet ve sorumluluk prim alacaklarının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, alacağın zamanaşımı nedeniyle reddinin gerektiğini, davacının 26/10/2000 tarihli protokol ile 02/02/2001 tarihinden itibaren daimi işçi olarak çalıştığını, bunun gibi işçilerin mevsimlik hizmet sürelerinin sonraki dönemlerde yürürlüğe konulan toplu iş sözleşmelerinde derece ve kademelerinde değerlendirileceğine dair bir düzenlemeye yer verilmediğini, ancak buna rağmen işçilerin 12 yıl sonra dava açtıklarını, bu hususta davacı tarafın iyi niyetli olmadığını, davacının işçi statüsüne geçtiği 02/02/2001 tarihinden mülga Köy Hizmetlerinin kapatıldığı 2005 yılına kadar protokol hükümlerine göre yapılan ücret düzenlemesine itiraz etmeyerek çalışmaya devam ettiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, 22/10/2000 tarihinde Türk-İş ile Hükümet arasında yapılan protokolde Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, Orman Bakanlığı, Devlet ve Su İşleri Genel Müdürlüğü ve Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünde belirli süreli iş sözleşmesiyle (geçici veya mevsimlik işçi pozisyonlarında) istihdam edilmiş veya 26/10/2000 tarihi itibariyle çalışanların; uzun süredir bu kurumlarda çalışmış olmaları ve iş deneyimleri dikkate alınarak 02/02/2001 tarihinden itibaren sürekli işçi kadrolarına intibak ettirilmesinin öngörüldüğü, söz konusu protokolün 2. maddesinde 'işçilerin ücret skalası 2001 yılında ve daha sonraki yıllarda yenilenecek Toplu İş Sözleşmelerinde genel ücret artışı dışında korunacaktır' şeklinde düzenlemeye yer verildiği, davacının, hükümet ile Türk İş arasında imzalanan 26/10/2000 tarihli protokol uyarınca sürekli işçi kadrosuna alınmış olup, sözü edilen protokole göre geçici işçilerin mevcut ücretleri üzerinden sürekli işçi kadrosuna geçireceklerinin açıkça ve özel olarak belirtildiği, davacı işçinin bu şartlar altında sürekli işçi kadrosuna geçirilmiş olup sürekli işçi kadrosuna geçmenin koşullarını bildiği halde aradan on yıldan fazla süre geçtikten sonra protokol hükümlerini göz önünde bulundurmaksızın ücretin eksik belirlendiğini ileri sürerek fark ücret ve buna bağlı işçilik alacaklarını talep etmesinin usul ve yasaya uygun olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacının Köy Hizmetleri’nde mevsimlik işçi olarak çalışırken 2001 yılında daimi kadroya alındığı, işyeri devri suretiyle davalı Bakanlık’ta çalıştığı anlaşılmaktadır. Davacının uzun yıllardan beri kamuya ait işyerinde çalışması, iş kolu ve işyeri değişikliğinin iradesi dışında yasal düzenlemeler nedeni ile gerçekleşmesi, aynı kıdemdeki başka bir işçiden daha düşük derece ve kademeden ücret almasının başta Anayasa'nın 10 ve 55. maddeleri olmak üzere 4857 sayılı Yasa'nın 5. maddesine ayrıca iç hukuk normu olarak kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Sosyal Şartı, Avrupa Ekonomik Topluluğu Andlaşması, Uluslararası Çalışma Örgütünün Sözleşme ve Tavsiye Kararlarında da çeşitli biçimlerde ele alınan eşitlik ilkesine aykırı olması nedeni ile davacının talebinin kabulü yerine reddi hatalı olmuştur. Nitekim aynı istemlerle açılan ve kabule dair Mahkeme kararı Dairemizin 03.12.2014 tarih ve 2014/13536 E., 2014/21997 K sayılı ilamı ile onanmıştır.
Bu itibarla davacının mevsimlik işçi olarak çalıştığı önceki hizmet süresi dikkate alınarak dönem TİS hükümlerine göre derece ve kademesi belirlenmeli, buna göre yevmiyesinin tespiti ile varsa fark alacakları hüküm altına alınmalıdır...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, derece ve kademe tespiti ile fark işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü'ne ait iş yerinde çalışırken 2001 yılında daimi kadroya alındığını, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 5286 sayılı Kanun ile kapatılması üzerine davalı Bakanlığa devredildiğini, ancak kadroya alındığı sırada önceki hizmet süresi dikkate alınmadığından derece ve kademesinin ve buna bağlı olarak ücretinin yanlış belirlendiğini ileri sürerek 2001 yılı öncesindeki çalışmalarının dikkate alınarak derece ve kademesinin belirlenmesine ve buna göre ücret farkı, ilave tediye farkı, ikramiye farkı ile ağır hizmet, tehlike ve sorumluluk prim farkı alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili davacının 26.10.2000 tarihli protokol hükümlerine göre kadroya geçirildiğini, protokolde önceki hizmetlerin dikkate alınacağına dair bir hüküm bulunmadığını, 12 yıl önce gerçekleşen bir idari işleme karşı dava açılmasının iyiniyet kuralları ile bağdaşmadığını, her ay ücretini alan işçinin esasen işvereni ibra ettiğini, yanlış uygulama olduğunu düşünen işçinin makul bir süre içinde dava açması gerektiğini, protokol ve Başbakanlık genelgeleri gereğince mevsimlik işçilerin sürekli işçi kadrolarına geçirilmeleri aşamasında 26.10.2000 tarihinde almakta oldukları ücret düşürülmeden bu ücretin karşılığı olan derece ve kademeye intibaklarının yapıldığını, intibakı yapılan davacının bu işleme itirazının olmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece 2001 yılına kadar geçici işçi olarak çalışan davacının 26.10.2000 tarihli protokol hükümlerine göre kadroya alındığı, protokolde geçici işçilerin mevcut ücretleri üzerinden kadroya geçirileceklerinin açıkça ve özel olarak belirtildiği, davacı işçinin bu şartlar altında sürekli işçi kadrosuna geçirildiği, davacının sürekli işçi kadrosuna geçirilme şartlarını bildiği halde aradan 10 yıldan fazla süre geçtikten sonra protokol hükümlerini gözönünde bulundurmaksızın ücretinin eksik belirlendiğini ileri sürerek fark ücret ve bağlı işçilik alacakları talep etmesinin usul ve yasaya uygun olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.
Mahkemece Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin benzer davalarda verdiği davanın reddi gerektiğine dair gerekçesine kararda aynen yer verildikten sonra önceki gerekçe genişletilmek sureti ile direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olay bakımından 26.10.2000 tarihli protokol hükümleri karşısında davacının geçici/mevsimlik işçilikte geçen hizmet süresinin daimi işçi kadrosuna atanması aşamasında derece ve kademe intibakında dikkate alınıp alınmayacağı ve bu hususta varılacak sonuca göre fark alacaklara hak kazanıp kazanmayacağı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle mevsimlik iş kavramının açıklanması gerekmektedir.
Bilindiği üzere iş hukuku mevzuatımızda iş kanunlarıyla mevsimlik işlerin çalışma koşulları düzenlenmiş olmasına rağmen mevsimlik işin tam bir tanımı yapılmadığı gibi, hangi işlerin mevsimlik işler olduğu da açıkça belirtilmemiştir.
Mevsimlik işlere ilişkin hükümler 4857 sayılı İş Kanunu'nun 29/7'nci ve 53/3'üncü; aynı Kanun'un 60'ıncı maddesine dayanılarak çıkarılan Yönetmeliğin 12'nci; 394 sayılı Hafta Tatili Hakkında Kanun'un 4/f maddelerinde yer almaktadır.
Bu hükümlerde mevsimlik işin tanımına yer verilmemiş ancak yılın herhangi bir devresinde çalışmaların yapıldığı, diğer zamanlarda yapılmadığı veya çalışmanın azaltıldığı iş yerleri tanımı yapılarak mevsimlik çalışanların yıllık izin haklarının bulunmadığı, ancak toplu iş sözleşmesi kapsamına alınabileceği hükme bağlanmıştır.
Düzenlemelerden yola çıkılarak çalışmanın yılın belirli bir döneminde yoğunlaştığı iş yerlerinde yapılan işler, mevsimlik işler olarak tanımlanabilir.
Nitekim mülga 3008 sayılı İş Kanunu'nun 2/B maddesinde “yılın herhangi bir devresinde tam veya fazla faaliyette bulunup, öteki devrede tümüyle faaliyetten kalan veyahut faaliyetini azaltan iş yeri” mevsimlik iş yeri olarak kabul edilmiştir.
Mevsimlik iş öğretide de yılın belli dönemlerinde faaliyetin yoğunlaştığı, diğer dönemlerinde azaldığı veya tamamen durduğu ve bu durumun yılın belli dönemlerinde tekrarlandığı işler olarak tanımlanmaktadır.
Söz konusu dönemler işin niteliğine göre uzun veya kısa olabilir. Her zaman aynı miktarda işçi çalıştırmaya elverişli olmayan ve iş yerinde yürütülen faaliyetin niteliğine göre işçilerin her yıl belirli sürelerde yoğun olarak çalıştıkları fakat yılın diğer döneminde iş sözleşmelerine ertesi yılın faaliyet dönemi başına kadar ara vermeyi gerektiren işler, mevsimlik iş olarak değerlendirilebilir.
Nitekim mevsimlik işler Hukuk Genel Kurulunun 13.11.2013 gün ve 2013/22-1170 E.- 2013/1571 K.; 07.03.2012 gün ve 2011/9-755 E.- 2012/117 K. ile 30.11.2011 gün ve 2011/9-596 E.,-2011/725 K. sayılı kararlarında da işin niteliğine ve yapısına göre yılın belirli dönemlerinde ortaya çıkan veya bu dönemlerde artan faaliyetlere uygun olarak çalışılan işler olarak tanımlanmıştır.
Belirtilmelidir ki çalışmaların mevsimlik iş olup olmadığının, işin ve iş yerinin özelliğine göre titizlikle irdelenmesi gereği de göz ardı edilmemelidir.
Öte yandan irdelenmesi gereken başka bir husus ise 'eşit işlem borcu'dur.
Eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olup iş hukuku bakımından işverene iş yerinde çalışan işçilere eşit davranma, eşit değerdeki işlerde çalışan işçilere eşit çalışma koşullarını uygulama yükümlülüğünü ifade eden çağdaş iş hukukunun tanıdığı ve genellikle hakkaniyet esasına dayandırılan bir borçtur (Çelik, N.: İş Hukuku Dersleri, İstanbul 2009, 22. Bası, s.:177).
Eşitlik ilkesi Anayasa'nın 10'uncu maddesinde genel olarak düzenlenmiştir. Adı geçen maddenin 1'inci fıkrasına göre, “Herkes, dil, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir”.
Aynı şekilde 07.05.2004 tarihli ve 5170 sayılı Kanunla Anayasa'nın 10'uncu maddesine eklenen 2'nci fıkrada da “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçirilmesini sağlamakla yükümlüdür” hükmüne yer verilmiştir.
Bu Anayasal ilke iş hukukunda 4857 sayılı İş Kanunu’nun 5'nci maddesinde ifadesini bulmaktadır.
4857 sayılı Kanunun “Eşit davranma ilkesi” başlıklı 5'nci maddesinde;
“İş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayırım yapılamaz.
İşveren, esaslı sebepler olmadıkça tam süreli çalışan işçi karşısında kısmî süreli çalışan işçiye, belirsiz süreli çalışan işçi karşısında belirli süreli çalışan işçiye farklı işlem yapamaz.
İşveren, biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça, bir işçiye, iş sözleşmesinin yapılmasında, şartlarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve sona ermesinde, cinsiyet veya gebelik nedeniyle doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapamaz.
Aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamaz.
İşçinin cinsiyeti nedeniyle özel koruyucu hükümlerin uygulanması, daha düşük bir ücretin uygulanmasını haklı kılmaz.
İş ilişkisinde veya sona ermesinde yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davranıldığında işçi, dört aya kadar ücreti tutarındaki uygun bir tazminattan başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep edebilir. 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 31'inci maddesi hükümleri saklıdır.
20'nci madde hükümleri saklı kalmak üzere işverenin yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davrandığını işçi ispat etmekle yükümlüdür. Ancak, işçi bir ihlalin varlığı ihtimalini güçlü bir biçimde gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren böyle bir ihlalin mevcut olmadığını ispat etmekle yükümlü olur.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Eşit işlem yapma borcu, kural olarak iş ilişkisi kurulduktan sonra ortaya çıkan ve işvereni keyfi uygulamalar yapmaktan alıkoyan bir borçtur (Yıldız, Gaye B.: İşverenin Eşit İşlem Yapma Borcu, Ankara 2008, s. 68).
Buna göre işveren kural olarak iş yerinde çalışan işçilere eşit işlem yapmak, eşit çalışma koşullarını uygulamak zorundadır. İşveren, haklı bir neden olmadıkça farklı davranmama, sosyal yardım ve parasal menfaatlerden eşit olarak yararlandırma borcu altında olup kamu düzenine ilişkin eşit işlem borcunun resen gözetilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.
Ancak eşit işlem borcu, işverenin tüm işçilere mutlak bir biçimde eşit davranacağı anlamına gelmez.
Farklı çalışma koşullarına tabi işçiler için eşitlik ilkesinden sözedilemez. Bu durumdaki işçiler arasında ayırım yapılabilir. Ancak bunun yapılan işin niteliğine, objektif ölçülere uygun olması gerekir (Çelik, N.: İş Hukuku Dersleri, 2009.179).
Eşit davranma yükümlülüğü aynı nitelikte işçiler için söz konusudur. İşveren gerek işçinin yaptığı iş, uzmanlığı, öğrenimi, kıdemi gibi objektif nedenlere, gerek çalışkanlık, yetenek, liyakat gibi subjektif nedenlere dayanarak farklı çalışma koşulları yaratabilir
Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının 02.02.2001 tarihi öncesinde işin mevsimlik iş olduğunun kabulü ile yılın bir bölümünde çalıştırıldığı, 02.02.2001 tarihinde daimi kadroya geçen davacı işçinin o tarihten sonra Köy Hizmetleri Müdürlüğüne bağlı iş yerinde aralıksız çalıştığı, yapılan iş değişmeksizin kadroya alınması suretiyle tüm yılı kapsar şekilde sigorta primlerinin yatırılmaya devam edildiği, Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünün 5286 sayılı Kanun ile kapatılarak iş yerinin davalı Bakanlığa devredildiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda davacının sürekli işçi kadrosuna alınması suretiyle tüm yıl benzer işlerde çalıştırılıyor olması daha önceki çalışmalarının niteliğini değiştirmez ise de, bu çalışmanın hukuken yok sayılmasının eşitlik ilkesine aykırılık sonucunu doğuracağı açıktır.
Kaldı ki kadroya alınmadan önceki çalışma ile kadroya alınmadan sonraki çalışma arasında niteliksel bir fark yaratılması ya da kadroya alınmadan evvelki çalışma yok sayılarak davacı hakkında yeni işe girmiş gibi işlem yapılmasının kanuni bir dayanağı bulunmamaktadır.
Öte yandan ekonomik yönden işverene bağımlı olarak çalışan işçinin çalıştığı süre içinde dava açmamış olması olgusunun işçi aleyhine değerlendirilmesi de mümkün bulunmamaktadır.
Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 11.11.2015 gün ve 2015/7-1115 E.-2015/2541 K. ve 03.05.2017 gün ve 2017/22-2094 E.-2017/910 K. sayılı kararlarında da aynı sonuca varılmıştır.
O hâlde tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 13.12.2017 gününde oy birliği ile karar verildi.