16. Ceza Dairesi 2018/4635 E. , 2019/53 K.
Mahkemesi :Ceza Dairesi
Suç : Silahlı terör örgütüne üye olma
Hüküm : TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanunun 5/1, TCK’nın 62, 53, 58/9, 63. maddeleri uyarınca kurulan mahkumiyet hükümüne yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi
Bölge Adliye Mahkemesince verilen karar temyiz edilmekle incelendi;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
İstinaf Mahkemelerinin Türk yargı sistemine dahil olmasıyla kanun yolu yargılamasında yeni bir anlayışı benimseyen kanun koyucunun, hem maddi olay hem de hukuki denetim yapacak olan istinaf başvurusunda sebep gösterme zorunluluğu öngörmezken (5271 sy. CMK madde 273/4), incelemesi hukuki denetimle sınırlı (CMK madde 294/2) olan temyiz yolunda; mülga 1412 sayılı CMUK'dan (madde 305.) da farklı şekilde, re'sen temyiz tercihinden vazgeçerek, temyiz davasını açan ve sınırlayan temyiz dilekçesinde/layihasında temyiz edenin hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini/temyiz sebeplerini göstermek zorunda olduğunu (CMK madde 294/1) şart koşmuş ve temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilmesini öngörmüştür. Temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermemesi durumunda; tıpkı başvurunun süresi içinde yapılmaması, hükmün temyiz edilemez olması ya da temyiz edenin buna hakkı bulunmaması hallerinde olduğu gibi usulüne uygun açılmış bir temyiz davasından bahsedilemeyeceğinden temyiz isteminin reddedilmesini (CMK madde 298) emretmiş (F.Yenisey-A.Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku sh. 923, Centel-Zafer Ceza Muhakemesi Hukuku sh. 826, C.Şahin-N.Göktürk Ceza Muhakemesi Hukuku sh. 278) olmasına, anılan Kanunun 289. maddesinin, usulüne uygun açılmış bir temyiz davasının 'sınırlı inceleme ilkesinin' bir istisnasını teşkil etmesine (F. Yenisey-A. Nuhoğlu, age sh. 905), şartları ve usulü açık bir şekilde ortaya konulmak şartıyla (AİHM Galstyan/Ermenistan Başvuru No; 26986/03 15.01.2007 t.) öngörülen usul şartlarına uyulmaması sebebiyle kanun yolu başvurusunun reddedilmesinin bu hakkın ihlali sonucunu doğurmayacağının (AİHM Sjöö/İsveç Başvuru No; 37604/97) da istikrar kazanmış yargısal kararlarla kabul edilmesine nazaran;7201 sayılı Tebligat Kanununun 11/1 maddesinde yazılı olduğu üzere 'vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır.' hükmü uyarınca Bölge Adliye Mahkemesi kararının 21.05.2018 tarihinde sanık müdafiine tebliğ edildiği, sanığın talebi üzerine gerekçeli kararın sanığa da 02.08.2018, 28.08.2018, 02.10.2018 tarihlerinde tebliği üzerine sanık tarafından 07.09.2018 tarihli dilekçe ile temyiz isteminde bulunulduğu, gerekçeli kararın sanık müdafiine tebliğinden sonra sanığa tebliği ayrıca temyize imkan vermeyeceğinden, sanık müdafiine temyiz başvuru dilekçesi olarak vermiş olduğu, 05.06.2018 olan temyiz dilekçesinin ise temyiz sebeplerini içermediği anlaşılmakla; temyiz isteminin 5271 sayılı CMK'nın 298. maddesi uyarınca REDDİNE, 14.01.2019 tarihinde sanığın temyizi yönünden oybirliği, sanık müdafiinin temyizi yönünden ise Üyeler ... ve ...'un karşı oyu ve oy çokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY:
Sayın çoğunluğun “sanık müdafinin 05.06.2018 tarihli süre tutum dilekçesinin temyiz sebeplerini içermediği ve gerekçeli kararın tebliğinden itibaren süresi içerisinde gerekçeli temyiz dilekçesini sunmadığı anlaşıldığından temyiz isteminin CMK'nın 298. maddesi uyarınca reddine” ilişkin düşüncesine iştirak edilmemiştir.
İncelenen dosya kapsamından;
Çorum Cumhuriyet Başsavcılığının 16.02.2017 tarih ve 2017/1688 soruşturma, 2017/394 esas sayılı iddianamesiyle sanık hakkında; Çorum (2). Ağır Ceza Mahkemesine, “FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün yöneticisi olmak” suçunu işlediğinden bahisle 5237 sayılı TCK'nın 314/1, 53, 58/9, 63 ve 3713 sayılı TMK'nın 5. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı, Çorum (2). Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda sanık hakkında “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan 8 Yıl 1 Ay 15 Gün Hapis cezası ile cezalandırılmasına yönelik hüküm kurulduğu, bu karara karşı sanık ve müdafi tarafından süresi içinde istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin 09.05.2018 tarih ve 2018/974 E. - 2018/1103 K. sayılı kararıyla “istinaf başvurusunun esastan reddine” dair karar verildiği, sanık müdafinin 05.06.2018 tarihli süre tutum dilekçesi vererek anılan kararı temyiz ettiği, ancak gerekçeli temyiz dilekçesini gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 7 günlük yasal süre içerisinde vermediği fakat sanık tarafından yasal süreden sonra Yargıtay incelemesinden önce bizzat kendisi tarafından ayrıntılı temyiz dilekçesinin sunulduğu, Yargıtay 16.Ceza Dairesinin sayın çoğunluğu tarafından da “sanık müdafinin 05.06.2018 tarihli süre tutum dilekçesinin temyiz sebeplerini içermediği ve gerekçeli kararın tebliğinden itibaren süresi içerisinde gerekçeli temyiz dilekçesini sunmadığı” gerekçe gösterilerek sanık müdafinin temyiz isteminin CMK'nın 298. maddesi uyarınca reddine yönelik hüküm kurulduğu,
Anlaşılmaktadır.
Somut uyuşmazlığı oluşturan tartışmanın konusunu; “temyiz nedeni içermeyen süre tutum dilekçesiyle temyiz başvurusunda bulunan sanık veya müdafinin gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi günlük süre geçtikten ancak Yargıtay incelemesi yapılmadan önce ek temyiz dilekçesi sunup sunamayacağı, anılan bu ek dilekçe kapsamında temyiz denetiminin yapılıp yapılamayacağı” hususu oluşturmaktadır.
İnsan Haklarına dayanan hukuk devletinde, hukukun üstünlüğü ilkesini hakim kılmak için gereken her türlü yapısal ve kurumsal hukuki reformların hayata geçirilmesi önem arz etmektedir. Hukukun üstünlüğünü sağlamanın önemli unsurlarından birisi, adil yargılanma ve adalete erişim hakkının tüm güvenceleriyle yaşama geçirilmesidir.
Adalete erişim bir hak olarak kabul edilmektedir. Adalete erişim bir hak olduğu için bu hakkın kullanımı yoluyla yasanın yorumu, anlaşılabilirliği ve dolayısıyla yararlanabilirliği sağlanıp, içtihatlar bu şekilde oluşturulmalıdır. Hakların tanınması yetmez, hakkın etkin kullanımını da sağlanması gerekir.
Yargı organlarının adalet dağıtmada kaçınma yetkileri yoktur. Anayasamız bunu “hiçbir mahkeme görev yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz” biçiminde düzenlemiştir (m. 36/2). Adalet dağıtımından kaçınılması, hakkı teslim etmekten kaçınmak demektir.
Adalete erişim hakkı yargıya başvurma (dava açma), güvence oluşturan yasa yollarına başvurma ve yargı kararlarının uygulanmasını sağlama isteme haklarını güvence altına almaktadır. Temyiz yasa yolu, erişim hakkının adil yargıda zirveye ulaşmasını sağlamaktadır (Coulon, Jean-Marie/Roche, Marie-Anne Frison, s. 443).
Adil yargılanma hakkı, bağımsız ve tarafsız yargı mercileri önünde hakkını aramak, davacı veya davalı olabilmek, yargılama sırasında usuli güvencelere sahip olmak, yargılamanın makul sürede yapılması, mahkeme kararlarına karşı etkin hukuki denetim mekanizmalarının sağlanması gibi temel güvenceleri bünyesinde barındırmaktadır.
Anayasanın 2. maddesinde, Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan her alanda bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, konulan kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçülerini göz önünde tutan, hakların elde edilmesini kolaylaştıran, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık ve hak arama özgürlüğünün önündeki engelleri kaldıran devlettir.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” hükmüne yer verilmiştir. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının yanında, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir.
Ceza yargılamasının amacı maddi gerçeğin insan onuruna yaraşır biçimde araştırılıp bulunmasıdır. Nitekim, Ceza Genel Kurulunun 23.02.2016 tarih ve 2014/5.MD-98 esas 2016/83 sayılı ve 10.12.2013 tarih ve 2013/359 sayılı kararlarında;“...Ceza Muhakemesinin amacı usul ve kuralların ön gördüğü ilkeler doğrultusunda maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak bir biçimde kesin olarak belirlenmesidir.
Medeni Muhakeme Hukukunda hakim, tarafların ileri sürdükleri olaylar, normlar, deliller ve isteklerle bağlı olmasına ve bunların ortaya koyduğu gerçekle yetinmek zorunda bulunmasına karşılık Ceza Muhakemesi Hukukunda, tarafların ileri sürdükleri delillerle yetinmeksizin maddi gerçeği araştırır. Ceza muhakemesinde kanuni delil sistemi çok istisnaidir (mesela duruşma tutanağı; duruşmada olup bitenler anca onunla kanıtlanabilir), onun dışında hukuka aykırı olmaması dışında her şey delil olarak ileri sürülebilir.
Adil yargılanma ve adalete erişim haklarının içerisinde barındırdığı mahkeme kararlarına karşı etkin hukuki denetim mekanizmaları sağlanması güvencelerinden biri olan Temyiz; kural olarak bölge adliye mahkemesi ceza daireleri tarafından verilen hükümlerle, bu dairelerin hükme esas teşkil eden ara kararlarına ve 6706 sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İşbirliği Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca iade taleplerine ilişkin ağır ceza mahkemeleri tarafından verilen kararlara karşı başvurulan olağan bir kanun yoludur.
Temyiz CMK sistematiği içinde olağan kanun yolları arasında düzenlenmiştir. Bir yargılama organı tarafından verilen kararların başka bir merci tarafından denetlenmesi son derece önemlidir. Temyiz yoluyla bir ülkedeki hukuk kurallarının istikrarlı, aynı bir biçimde yorumlanması ve uygulanması sağlanmaktadır. Temyiz yoluyla daha önce bir yargı merci tarafından verilmiş olan kararların hukuka uygunluğu kontrol edilmektedir.
Temyiz incelemesinde, uyuşmazlığın sadece hukuki yönü, yani ilk derece veya bölge adliye mahkemesi tarafından tespit edilen maddi olayın hukuk normları karşısındaki durumu ele alınarak, hukuk normunun maddi olaya doğru bir şekilde uygulanıp uygulanmadığını denetlenmektedir.
5271 sayılı CMK’nın “Temyiz Başvurusunun İçeriği” başlıklı 294/1. maddesi;
“Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır”,
Aynı yasanın “Temyiz Gerekçesi” başlıklı 295. maddesi ise,
“Temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilir.”,
Şeklinde düzenlenmiştir.
Bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında;
Ceza muhakemesinde süreler, hak düşürücü ve düzenleyici süreler olmak üzere ikiye ayrılabilir.
Hak düşürücü süreler, bir işlemin yapılabilmesi ve bir hakkın kullanılabilmesi için işlemin yapılacağı zaman diliminin üst sınırı gösterilerek tayin edilen sürelerdir. İşlemin yapılabileceği süre gün olarak gösterilebileceği gibi belirli bir işlem olarak da gösterilebilir. Örneğin, itiraz (CMK m.268/1) ve temyiz için (CMK m.291/1) tayin edilen süreler gün olarak gösterilmiştir. Buna karşılık mahkemenin yer yönünden yetkisizlik iddiası için süre, ilk derece mahkemelerinde duruşmada sanığın sorgusu olarak gösterilmiştir (CMK m.15).
Düzenleyici süreler ise, hak bahşetmeyip muhakemeyi düzenlemek ve kısa sürede sonuçlandırılmasını sağlamak amacıyla öngörülmüş olan sürelerdir. Bu tür sürelere, uyulmamasının yaptırımı olmadığından yaptırımsız süreler de denilmektedir. Örneğin, itiraz halinde itiraza konu kararı veren makamın üç gün içinde kendi kararını düzeltme imkânı vardır. Bu üç günlük süre düzenleyici süredir(CMK m. 268/2).
Anılan yasal düzenlemelere bakıldığında, öncelikle temyiz başvurusu (dilekçesi, istidası) ile gerekçeli temyiz dilekçesi (temyiz layihası, ek dilekçe) arasındaki fark üzerinde durulması gereklidir. Bu dilekçelerin, tek bir dilekçe olarak birlikte verilmesi de mümkündür. Ancak uygulamada çoğunlukla kısa kararın tefhimiyle birlikte on beş günlük temyiz süresi başladığından, öncelikle süreyi kaçırmamak için temyiz başvurusunda bulunulması (temyiz başvuru dilekçesinin verilmesi) gerekmektedir. Uygulamacılar bu dilekçeye “süre tutum dilekçesi” adını vermektedirler. Son derece yaygın olan bu yanlış tabir, verilen dilekçeyle temyiz süresinin durduğu gibi bir yanılgıyı da beslemektedir. Oysa bu dilekçe verilmekle temyiz gerçekleşmekte ve artık süre sorunu ortadan kalkmaktadır.
Gerekçeli temyiz dilekçesi (ek dilekçe, temyiz layihası) ise, temyiz nedenlerinin gösterildiği dilekçedir. 5271 sayılı CMK’nın temyiz kanun yoluna ilişkin hükümlerinin yürürlüğe girmesinden önce, bu dilekçenin verilmesi zorunlu değildi. Zira CMUK’nın 314/2. maddesinde yer alan “temyiz nedenlerinin gösterilmemesinin temyiz incelemesine engel olmayacağına yönelik” hükme dayanarak Yargıtay temyiz nedenlerini re’sen gözetebilmekteydi. 5271 sayılı CMK’nın kanun yollarına ilişkin hükümlerinin bir bütün olarak yürürlüğe girmesinin ardından, bu dilekçenin hangi aşamaya kadar verilmesi gerektiği konusu önem kazanmıştır.
Bir anlamda yasa koyucunun, hem muhakemeyi hızlandırmak, hem de asıl amacı ülkedeki hukuk kurallarının istikrarlı, aynı bir biçimde yorumlanması ve uygulanmasını sağlanmak olan Yargıtay'ın gereksiz iş yüküyle karşı karşıya kalmasını önlemek amacıyla “sırf temyiz nedeni gösterilmemesi” gerekçesiyle de olsa hukuka aykırı bir kararın kesinleşmesini göze aldığını söyleyebiliriz.
Ancak adil yargılanma ve adalet erişim hakkı açısından söz konusu hükümler irdelendiğinde, “hangi hukuka aykırılıklara dayanıldığını somut bir şekilde göstermeyen” temyiz dilekçesinin ya da daha sonradan verilen ek temyiz dilekçelerinin, anılan yasal düzenlemeler karşısında reddedilmesi gerektiğinin kabulü, hem Anayasa'nın 2 ve 36. maddeleriyle hem AİHM’nin içtihatlarında yer alan ölçütler ile hem de ceza yargılamasının maddi gerçeğin insan onuruna yaraşır biçimde araştırılıp bulunması amacıyla uyumlu olduğunu söylemek güçtür.
Kanun’da her ne kadar “yedi gün içinde ek dilekçe verilir” yazmaktaysa da, bu sürenin; hak bahşetmeyip muhakemeyi düzenlemek ve kısa sürede sonuçlandırılmasını sağlamak amacıyla öngörülmüş yaptırımsız düzenleyici sürelerden olması ve özellikle 17.05.1939 gün ve 25/45 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı da nazara alındığında, (7) günlük sürenin geçmesinden sonra fakat Yargıtay’ın incelemesinden önce Yargıtay’a ulaşan dilekçelerin de hükümsüz sayılamayacağı, bu nedenlerle kabul edilmesi gerektiği hususu da hukuken şüpheye yol açmayacak şekilde açıktır.
Bir kere süresinde temyiz isteminde bulunulduktan sonra, Yargıtay’da incelemeye başlayıncaya kadar dilekçe veya dilekçeler verilmesine, bu dilekçelerde önceden belirtilmeyen yeni temyiz nedenleri belirtilmesinde herhangi bir engel yoktur. Aksine bir kabul, medeni muhakeme yargılamasında olduğu gibi ceza yargılamasını da tamamen şekli bir yargılama vasfına getirir.
Sonuç olarak; bir kere süresinde temyiz isteminde bulunulduktan sonra, Yargıtay’da incelemeye başlayıncaya kadar dilekçe veya dilekçeler verilmesine, bu dilekçelerde önceden belirtilmeyen yeni temyiz nedenleri belirtilmesinde herhangi bir engel yoktur. Yargıtay'ın incelemesine kadar verilen ek dilekçe ve gösterilen temyiz nedenleri de, Yargıtay tarafından incelenmeli ve denetlenmelidir. Elbette söz konusu dilekçenin zamanında, tüm temyiz nedenlerini de gösterir şekilde hükmü veren mahkemeye verilmesi, olması gerekendir. Yargıtay’ın incelemesi sırasında, temyiz dilekçesinde herhangi bir temyiz sebebinin yer almadığı anlaşılırsa, ancak o zaman temyiz isteminin reddedilmesi gerekir.
Bu cihetlerle, sayın çoğunluğun “temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermediği ve gerekçeli kararın tebliğinden itibaren süresi içerisinde gerekçeli temyiz dilekçesini sunmadığı anlaşıldığından temyiz isteminin CMK'nın 298. maddesi uyarınca reddine” ilişkin düşüncesine katılmak mümkün olmamıştır.