8. Hukuk Dairesi 2012/4463 E. , 2012/7693 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali ve tescil
... ve müşterekleri ile Hazine ve ... ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının kısmen kabulüne ve kısmen reddine dair Kadıköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 26.04.2011 gün ve 318/149 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacılar vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla dosya incelendi gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacılar vekili dava dilekçesinde, imarın 2864 ada 18 ve 19 nolu parsellerin davalı gerçek şahısların miras bırakanı ... adına tapuda kayıtlı bulunduğunu, ...’ın 17.02.1982 tarihinde öldüğünü, davacı ... ile diğer davacıların murisi ... tarafından 20.03.1974 tarihinde harici satış senedi ile dava konusu taşınmazların davalıların miras bırakanı ...’tan satın aldıklarını, o tarihten beri satın alanların zilyet ve tasarrufunda bulunduğunu, ev ve arsa olarak taşınmazları kullandığını, ölüm tarihinden itibaren yirmi yıllık kazanma süresinin dolduğunu, tapu kayıtlarının bu nedenle hukuki kıymetlerini yitirdiğini belirterek her iki parselin tapu kayıtlarının iptali ile vekil edenleri adına tapuda kayıt ve tesciline karar verilmesini, olmadığı takdirde taşınmazların dava tarihindeki tespit edilecek değerlerinin yasal faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Hazine vekili cevap dilekçesinde davanın husumetten reddine karar verilmesini savunmuştur.
Davalılar cevap dilekçelerinde miras bırakanları ...’ın 965 ada 4 sayılı parselde 235 m2'ye isabet eden payının bulunduğunu, bu miktardan sadece 150 m2'lik yerin 20.03.1974 tarihinde davacı ... ile diğer davacıların miras bırakanı ...’a satıldığını daha sonra imarın geçtiğini, taşınmazların 2864 ada 18 ve 19 nolu parsel numaraları aldığını, imar ve şuyulandırma nedeniyle her iki taşınmazın miktarının 112,5 m2'ye düştüğünü açıklamışlar, yargılamanın son oturumunda ise 2864 ada 18 sayılı parsel hakkındaki davayı kabul ettiklerini ve davacılar adına tesciline onay verdiklerini belirtmişler, aynı ada 19 parsel sayılı taşınmazın ise kendilerinde kalmalarını istemişlerdir.
Mahkemece, Hazine’ye karşı açılan davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine, davalıların kabulü üzerine 2864 ada 18 sayılı parselin tapu kaydının iptali ile davacılar adına veraset belgesindeki payları oranında verasette iştirak biçiminde tapuya kayıt ve tescillerine, 19 sayılı parselle ilgili davanın ise reddine, karar verilmesi üzerine; hüküm, yalnızca davacılar vekili tarafından 19 parsele yönelik olarak temyiz edilmiştir.
Dava, TMK.nın 713/ 2. fıkrasında açıklanan “… maliki yirmi yıl önce ölmüş…' hukuki sebebine dayalı olarak ve tapu kayıtlarının ölüm sebebi ile hukuki değerlerini yitirdiğini belirtmek suretiyle TMK.nun 713/1 ve 2. fıkraları gereğince açılan iptal ve tescil davasıdır.
Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK.nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur.
Davaya dayanak oluşturan TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011 tarihinde karar verilmiştir.”
Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesinin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.
Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.
Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.
Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklaraAnayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.
Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir.
Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasanın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.
Anayasa Mahkemesinin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğunu” vurgulamaktadır.
Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazetede yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.
Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir.
Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK.nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK.nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir.
Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü gibi TMK.nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur.
TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir.
04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM.nın 639 (TMK.nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK.nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.
İşte TMK.nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK.nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesince yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.
TMK.nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK.nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.03.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.3.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce veya sonra davaaçmalarının bir önemi bulunmamaktadır.
Mahkemece, herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin 2864 ada 19 sayılı parsele yönelik davanın reddine karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır. Anayasanın 141/3. fıkrası uyarınca bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır hükmüne yer verilmiştir. Yine Anayasanın 141/4. fıkrası ile HUMK.nun 77. (HMK.m. 30.) maddesinde davaların en az giderle ve mümkün olan suretle sonuçlandırılması yargının görevi kapsamında olduğu ilkesi öngörülmüştür. Parsel ile ilgili dava reddedilirken ret gerekçesi gösterilmemiştir. TMK.nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davalar kamu düzeni ağırlıklı davalar olup bir bakıma mahkemece kendiliğinden araştırma ve inceleme yapılması öngörülmektedir. Yargılamanın 1 nolu oturumunda davacı vekiline tüm delillerini sunması için yirmi günlük süre tanınmış ve aynı oturumun 2 nolu ara kararı ile keşif günü belirlenmiştir. Davalı tarafa delillerini sunması için herhangi bir süre ve imkan tanınmadığı gibi davacı tarafa da tanınan sürenin kesin süre olmadığı ve uyarı yapılmadığı görülmektedir. Yargılamanın 24.02.2011 tarihli oturumunda ise, davacılar vekili tanıklarının olduğunu dinlenmelerini istediklerini belirttiği, tanık ve delil listesi sunduğu ve vazgeçmede olmadığı halde, mahkemece herhangi bir gerekçe gösterilmeden bu isteğin yerine getirilmemesi de doğru değildir. Kural olarak, TMK.nun 713/2. maddesi uyarınca açılan davalarda bu fıkranın TMK.nun 713/1. fıkrasına atıf yapılmış bulunması nedeniyle yine davacıların anılan fıkrada açıklandığı biçimde taşınmaz üzerinde aralıksız çekişmesiz, malik sıfatıyla zilyet olup olmadıkları, ölüm tarihinden dava tarihine kadar kazanmayı sağlayan yirmi yıllık sürenin dolup dolmadığı ve belirtilen nedenlerle davalıların murisine ait tapu kaydının hukuki değerini yitirip yitirmediği hususlarının araştırılıp belirlenmesi zorunludur. Mahkemece bu yönler üzerinde durulmamış sadece yapılan keşifte teknik bilirkişilerden rapor alınmak suretiyle ve bir adet parsel bakımından kabul beyanına dayanılarak hüküm kurulmuştur.
O halde, mahkemece yapılacak iş; zilyetlik maddi olaylardan olup yerel bilirkişi ve tanık da dahil her türlü delil ile kanıtlanması mümkün olduğu gözetilerek, (3402 s. KK.m. 14/1.) olayı bilen yerel bilirkişilerin yöntemine uygun bir biçimde mahkemece belirlenmesi, davalı tarafada tanık ve delillerini bildirmesi için süre ve imkan tanınması, ondan sonra yapılacak keşifte yerel bilirkişi ve taraf tanıkların HMK.nun 243,244 ve 259. maddeleri gereğince keşif yerine davetiye ile çağrılmaları, uyuşmazlığın taşınmaza ilişkin bulunması nedeni ile keşif yerinde dinlenmeleri yukarıda açıklandığı biçimde zilyetlik koşulları ve süresinin yerel bilirikişi ve tanıklardan sorularak saptanması, beyanlar arasında çelişki bulunduğu takdirde HMK.nun 261. maddesi gereğince aykırılığın giderilmesi, ölüm tarihinden itibaren yirmi yıllık kazanma süresinin dava tarihine kadar dolup dolmadığını ve bu nedenlerle tapu kaydının hukuki değerini yitirip yitirmediğinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açıklığa kavuşturulmasına çalışılması, ondan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken herhangi bir gerekçe gösterilmeden, TMK.nun 713/ 1 ve 2. fıkrasında aranılan koşular üzerinde durulmadan yazılı biçimde 2864 ada 19 nolu parselle ilgili hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır.
Kabule göre Hukuk Genel Kurulunun 17.02.2010 tarih ve 2010/8-58 Esas, 2010/78 sayılı Kararı uyarınca TMK.nun 713/2.fıkrasına dayalı olarak açılan davalarda da yapılan tüm yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, eksik harcın davacı taraftan alınmasına, davacı yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına karar verilmesi gerekirken Hukuk Genel Kurulu kararının aksine yargılama giderleri konusunda davalılar sorumlu tutulup hüküm kurulmuş olması doğru değil ise de temyiz edenin sıfatına göre bu husus bozma nedeni yapılmamıştır.
Davacılar vekilinin 2864 ada 19 sayılı parsele yönelen temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulüyle hükmün 6100 sayılı HMK.nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK.nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK.nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 18,40 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacılara iadesine 20.09.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.