Hukuk Genel Kurulu 2019/689 E. , 2022/989 K.
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki 'Kurum işleminin iptali ve tespit' davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karara yönelik davalı ... vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine dair İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesince verilen karar davalı ... vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin eşinin psikolojik travmalara uzanan ters tutumlarına, şiddet ve hakaretlerine dayanamayarak 26.02.2004 tarihinde eşinden boşandığını, Küçükçekmece’de evli olan kızı ...’ın evine yerleştiğini, burada 1,5 yıl kaldıktan sonra bir süre de Ankara’daki kız kardeşi Tülay Tamer’in yanında yaşadığını, daha sonra çocuğu olan kızının yanına geri döndüğünü ancak özellikle 2010 yılından sonra eşinin ciddi biçimde prostat ve ayaklarındaki felç arazı nedeniyle yatağa bağlanacak kadar rahatsızlanması üzerine ona acıyarak çocuklarının da ısrarıyla 27.06.2013 tarihinde eski eşi ile tekrar evlendiğini, müvekkiline 18.05.2015 tarihinde tebliğ edilen yazı ile muvazaalı boşanma yoluyla babasından ölüm aylığı aldığından bahisle çıkarılan 75.083TL borcu ödemesi gerektiğinin bildirildiğini, müvekkilinin eşi ile boşandığı dönemde hiçbir şekilde birlikte yaşamadığını, sadece eski eşinin ilerleyen rahatsızlıkları nedeniyle yılda ortalama bir ya da iki kez yardım amacıyla kızıyla birlikte evine gidip geldiğini ileri sürerek davalı Kurum tarafından çıkarılan 75.083TL borcun iptalini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı ... (SGK/Kurum) vekili cevap dilekçesinde; Kurum işleminin usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Bakırköy 19. İş Mahkemesinin 07.12.2016 tarihli ve 2015/201 E., 2016/435 K. sayılı kararı ile; davacının 2004 yılında boşandığı eşi ile 27.06.2013 tarihinde yeniden evlendiği, seçim kayıtlarına göre davacı ile eşinin boşandıkları dönemde farklı adreslerde kayıtlı oldukları ve farklı sandıklarda oy kullandıkları, nüfus kayıtlarından da tarafların uyuşmazlık konusu dönemde farklı adreslerde ikamet ettiklerinin anlaşıldığı, sosyal güvenlik denetmen raporunun tek taraflı düzenlendiği, tutanakta ifadeleri yer alan kişilerin beyanlarını imzaları ile tasdik etmemiş oldukları, bu kişilerin mahkemede tanık olarak alınan beyanlarında tutanaktaki ifadelerinin aksine davacının iddiasını doğrular yönde anlatımda bulundukları, denetimin 11.10.2014 tarihli yazıya istinaden yapıldığı ancak davacının bu tarihten önce eski eşi ile yeniden evlenmiş olduğu, davacı ve eşinin kendileri hakkında tahkikat olduğunu düşünerek yeniden evlenme yoluna gitmedikleri, kendi istekleri ile her şeyden habersiz olarak yeniden evlendikleri, davacının tedavi kayıtlarındaki adresinin de farklı olduğu, buna göre toplanan deliller ve tanık anlatımları ile sosyal güvenlik denetmen raporunun aksinin ispatlandığı ve davacının boşandığı dönemde eylemli olarak boşandığı eşi ile birlikte yaşamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne, davacı hakkındaki borç işlemine yönelik Kurum işleminin iptaline, davacının 75.083TL borcu olmadığının tespitine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
7. Bakırköy 19. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Kurum vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
8. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesinin 27.06.2018 tarihli ve 2017/674 E., 2018/981 K. sayılı kararı ile; getirtilen tahsis dosyasına göre davacıya 20.09.1989 tarihinde vefat eden babasından dolayı 25.04.2004 tarihli tahsis talebine istinaden 01.05.2004 tarihinden itibaren aylık bağlandığı, Emniyet Müdürlüğünden davacının kızının adresi olarak bildirdiği Yeni Mah. 3 Sokak No:7/1 Kapı No:1 Küçükçekmece/İstanbul adresinde ikamet edip etmediğinin sorulması üzerine Pol-net kayıtlarına göre 07.02.2007-02.09.2013 tarihleri arasında bu adreste ikamet ettiğinin; Yenimahalle Muhtarlığına yazılan müzekkereye verilen cevapta 15.02.2002 tarihinde davacının kızının yanına kayıt yaptırdığının bildirildiği, yapılan abonelik araştırmalarında davacı adına herhangi bir kayıt bulunmadığının anlaşıldığı, davacı ve eşinin boşandıkları tarihten evlendikleri tarihe kadar olan süreçteki adres bilgilerinin farklı olduğu, davacının yerleşim yeri adresini boşanmadan önce 15.02.2002 tarihinde kızının adresine aldırdığı, tedavi sırasındaki adresinin de farklı olduğu, denetim raporuna dayanak yapılan tutanakta söz edilen 1 ve 3 nolu dairelerde oturan kişilerin imzalarının bulunmadığı, bu kişilerin ilk derece mahkemesindeki tanıklıklarında davacının iddiasını teyit eder yönde beyanda bulundukları ve tüm dosya kapsamı itibariyle davacı ve eşinin boşandıktan sonra fiilen birlikte yaşadıklarını gösteren somut kanıtlar mevcut olmadığı gerekçesiyle davalı Kurum vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.
10. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 06.12.2018 tarihli ve 2018/5425 E., 2018/9067 K. sayılı kararı ile; '...“…E) Temyiz:
Davalı SGK vekili; “Kurum müfettişlerinin düzenlemiş oldukları raporların aksi ispat edilememiştir. Bu raporlar, yasa gereği aksi ispat edilene kadar geçerlidir. ” gerekçesiyle temyiz yoluna başvurmuştur.
F) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe:
Dava; 5510 sayılı Yasa'nın 56/2.fıkrası uyarınca boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının tespit edilmesi nedeni ile ölüm aylığının kesilmesine ilişkin davalı Kurum işleminin iptali ile borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Hüküm, davalı Kurum vekilince temyiz edilmiştir.
Davanın, yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin ikinci fıkrasıdır. Fıkrada: “Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesine yer verilmiştir. Düzenleme ile ölen sigortalının kız çocuğu veya dul eşi yönünden, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının kesilmesi ve ödenmiş aylıkların geri alınması öngörülmektedir. Buna göre, daha önce sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak benimsenmiştir.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 59/2. maddesinde: “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmü yer almaktadır.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 56'ncı maddesinin ikinci fıkrasına dayalı açılan bu tür davalarda eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ve özellikle taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu dönem yönünden ortaya konulması önem arz etmektedir. Bu nedenle Anayasanın 20'nci maddesi ile 5510 sayılı Kanun, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri Ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, 4857 sayılı İş Kanunu, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ve diğer ilgili mevzuat hükümleri göz önünde bulundurulmak suretiyle yöntemince araştırma yapılmalı, tarafların göstereceği tüm kanıtlar toplanmalı, bildirilen ve dinlenilmesi istenilen tanıkların ifadeleri alınmalı, davacının ve boşandığı eşinin su, elektrik, telefon aboneliklerinin hangi adreste kimin adına tesis edildiğini saptanmalı, varsa çalışmaları nedeniyle resmi/özel kurum ve kuruluşlara verilen belgelerde yer alan adresler dikkate alınmalı, boşanan eşler 4857 sayılı Kanun hükümleri kapsamında yer almakta iseler adlarına ödeme yapılabilecek özel olarak açılan banka hesabı bulunup bulunmadığı belirlenmeli, davacının ve boşandığı eşinin kayıtlı olduğu adreslerde kapsamlı Emniyet Müdürlüğü/Jandarma Komutanlığı araştırması yapılmalı, tanık sıfatıyla bilgi ve görgülerine başvurulmalı, boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği, toplanan kanıtlar ışığı altında değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre karar verilmelidir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden; davacının 30/03/2004 tarihinde eşinden boşandığı, 27/06/2013 tarihinde yeniden eski eşi ile evlendiği, 20.09.1989 tarihinde vefat eden babasından dolayı 01.05.2004 tarihinden itibaren yetim aylığı aldığı, Sosyal Güvenlik Denetmeni tarafından düzenlenen 27/11/2014 tarihli rapora göre davacı ve boşandığı eşinin birlikte yaşadıklarının tespit edildiği, bu rapora dayanılarak Kurumca 01/11/2008-31/09/2013 tarihleri arasında ödenen aylıklar ve işleyen faizinin borç çıkarıldığı, denetmen tarafından alınan ifadesinde davacının: “Boşandığı dönemde kızının Küçükçekmecedeki adresinde kaldığını, ara sıra eşinin yaşlı olması nedeniyle yemek ve temizlik yapmaya geldiğini,geçimsizlik nedeniyle boşandıklarını, çocukların ısrarı ile 2013 yılında tekrar evlendiklerini' beyan ettiği, dinlenen diğer tanıkların da birlikte yaşadıklarını beyan ettiği ancak Mahkemede ifadelerini değiştirdikleri anlaşılmıştır.
Somut olayda; denetim raporunun içeriği, davacının tevil yollu beyanı, davacı ve boşandığı eşinin tekrar evlenmeleri denetim sırasında dinlenen tanıkların mahkemece haklı bir sebep olmadan ifadelerini değiştirmeleri hususları birlikte değerlendirildiğinde davacı ve eşinin, boşandıkları süreçte de birlikte yaşamaya devam ettikleri sabit olup, 5510 sayılı yasanın 59/2. maddesi gereğince Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından düzenlenen tutanak içeriğinin de aksi ispat edilemediğinden, davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, Bölge adliye Mahkemesince SGK vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile yeniden hüküm kurulması gerekirken, istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebepten dolayı kaldırılmasına ve ilk derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir...' gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. Bakırköy 19. İş Mahkemesinin 08.05.2019 tarihli ve 2019/60 E., 2019/91 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten bozma ilamında belirtilenin aksine denetim sırasında tanık dinlenmediği, tanıkların beyanlarının alınıp altının imzalatılmadığı, Kurum memuru tarafından tanık beyanlarına ilişkin tutanak tutulduğu, bu kişilerin mahkemede tanık olarak tutanağın aksi yönde beyanda bulundukları ve bu beyanlarının aksini gösterir başka delil de mevcut olmadığı belirtilerek direnme karar verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığına ilişkin tespit içeren sosyal güvenlik denetmen raporunun aksinin toplanan deliler kapsamında ispat edilip edilmediği; buradan varılacak sonuca göre davanın kabulünün mü yoksa reddinin mi gerektiği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 56. maddesinin 2. fıkrasıdır.
15. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” kenar başlıklı 56. maddesinde: “Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
b) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları,
hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.
Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesi yer almaktadır.
16. 01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'da yer almıştır.
17. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin 2. fıkrasının madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, “boşandığı eşiyle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama” olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak kabul edilmiştir.
18. Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hak sahipliğine son verilmesi ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
19. Gerçekten de ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Centel, Tankut: 'Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi', MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
20. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki; hak sahibinin, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda (Anayasa) öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de sosyal görevlerini, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğine ilişkin Anayasa’nın 65. maddesindeki hüküm uyarınca Devlet, sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakabilir.
21. Bilindiği üzere 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesinin Anayasa’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138. maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular yapılmıştır.
22. Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86 E., 2011/70 K. sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez. Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz. Ölüm aylığı yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasa’nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” şeklindeki gerekçeyle hükmün Anayasa’nın 2, 10 ve 60. maddelerine aykırı olmadığına; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisi bulunmadığına karar verilmiş ve hükmün iptali yönündeki başvurular oy çokluğuyla reddedilmiştir.
23. Sonuç olarak davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması, Anayasa Mahkemesince düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verilmesi ve yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organları tarafından uygulanmasının zorunlu olması karşısında, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık bağlanmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi usul ve yasaya uygundur.
24. Gelinen bu noktada sözü edilen hükmün zaman bakımından uygulanması konusu üzerinde durulmalıdır.
25. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değişik geçici 1. maddesinde: “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55 inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…” düzenlemesi bulunmaktadır.
26. Kanun koyucu tarafından geçici 1. madde ile 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğünden önce Sosyal Güvenlik Kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylıkların durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
27. Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; yürürlük tarihinden önce gerçekleşen olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Bu ilke ile güdülen amaç; hukukî güvenliği temin etmek, kişileri ancak işlemi yaptıkları sırada yürürlükte olan kurallara göre sorumlu tutmak, böylece kazanılmış haklara saygıyı ve kazanılmış hakların korunmasını sağlamaktır. Zira hukukî güvenlik; hukuk devletinin temel taşlarındandır.
28. “Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması)” kuralının bazı istisnaları olup bu kapsamda yeni düzenleme kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin ise geçmişe etki eder şekilde uygulanması gerekir. Yine beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Bunlardan başka yargılama hukukuna ilişkin kurallar da ilke olarak geçmişe etkilidir.
29. Bu durumda 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki hükmün zaman bakımından uygulanması yönünden herhangi bir istisnai durumun söz konusu olmaması nedeniyle madde ile getirilen düzenleme 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dahi maddenin yürürlük tarihi öncesine ilişkin işlem yapılarak borç tahakkuk ettirilmesi mümkün değildir. Ancak 01.10.2008 tarihinden itibaren boşanılan eşle fiili birliktelik sözkonusu ise bağlanan aylığın kesilerek borç çıkarılması ve yersiz ödemeye ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun’un 96. maddesine göre uygulama yapılması gerekmektedir.
30. Ayrıca belirtilmek gerekir ki, Sosyal Sigortalar Hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan, güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü, onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla, yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Sözer, Ali Naim: 'Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme', Journal of Yaşar University, Cilt 8, Sayı Özel, Ocak 2013, s.2529).
31. Bu nedenle 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesi uyarınca kesme veya iptal işlemine konu ölüm aylığının veya gelirinin 01.10.2008 tarihinden önce bağlanmış olması da sonuca etkili değildir. Diğer bir ifadeyle Kurum tarafından bağlanan ölüm aylığı veya geliri dış etkiye açık olan, güncellenen bir kazanım olduğundan 5510 sayılı Kanun öncesinde bağlanmış olması kazanılmış hakkın konusunu oluşturmayacaktır.
32. Diğer taraftan, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
33. Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesine göre ; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz”.
34. Bu maddedeki hüküm uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, “hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı” ilkesi de gözetilmek suretiyle 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililerin her ne amaçla boşanmış olursa olsunlar, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemenin yürürlüğünden itibaren belirtilen nitelikte bir beraberliğe başlandığının tespiti hâlinde TMK’nın 2. maddesi kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir. Kuşkusuz hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren diğer koşulların da varlığı durumunda yeniden gelir veya aylık bağlanabileceği açıktır.
35. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin uygulanmasında üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, maddede yer alan “boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşama” unsurunun diğer bir ifade ile boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiğidir.
36. Türk Medeni Kanunu’nun “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde, Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir. Aynı yöndeki düzenleme 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesinin 1. fıkrasında “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde ifade edilmiştir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir (HMK m.190/2).
37. Bu noktada 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100. maddelerindeki hükümlerine kısaca değinmekte fayda vardır.
38. 5510 Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 59. maddesinde Kurumun denetleme ve kontrol yetkisi düzenlenmiş, maddenin 2. fıkrasında “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir. 5510 sayılı Kanun’un 100. maddesinde ise bilgi ve belge isteme hakkı, bilgi ve belgelerin Kuruma verilme usulü hüküm altına alınmıştır. Bu hükümlere göre Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilmektedir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 13.02.2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun’un 78. maddesi ile değişik 92. maddesinin son fıkrasında da çalışma hayatını izleme, denetleme ve teftişe yetkili iş müfettişleri ile işçi şikayetlerini incelemekle görevli bölge müdürlüğü memurları tarafından tutulan tutanakların aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olduğu hükme bağlanmıştır.
39. Somut olayda davacının 10.08.1961 tarihinde evlendiği eşinden Bakırköy 2. Aile Mahkemesinin 26.02.2004 tarihli ve 2003/1327 E., 2004/174 K. sayılı kararı ile boşandığı, tarafların 1962, 1964 ve 1969 doğum tarihli iki erkek ve bir kız çocuklarının bulunduğu, 25.04.2004 tarihli tahsis talebine istinaden davacıya 01.05.2004 tarihinden itibaren kıdemli binbaşı olarak emekli aylığı almakta iken 20.09.1989 tarihinde vefat eden babasından dolayı ölüm aylığı bağlandığı, 27.06.2013 tarihinde eski eşi ile yeniden evlenmesi nedeniyle 01.07.2013 tarihi itibariyle ölüm aylığının kesildiği, Kurumun 11.10.2013 tarihli iç yazışması ile evlenme ödeneği talebinde bulunan davacının evlenmeden önceki boşanmasının muvazaalı olup olmadığı konusunda inceleme yapılmasının talep edilmesi üzerine başlatılan soruşturma sonucu düzenlenen 27.11.2014 tarihli araştırma/inceleme raporunda yapılan çevresel soruşturmada apartman görevlisinin 2-3 yıldır apartmanda görev yaptığını, incelemeye konu kişilerin görevde oldukları süre içinde aynı evde beraber yaşadıklarını söylemekle birlikte yazılı beyanda bulunmaktan imtina ettiği, uzun süreden beri aynı apartmanda oturduğunu belirten 1 numaralı daire sakininin incelemeye konu kişileri çok iyi tanıdığını, davacı ile eşinin boşandığından haberinin olmadığını, kendilerini tanıdığından beri bu adreste ikamet ettiklerini belirttiği ancak yazılı beyan vermekten kaçındığı, yine 3 numaralı dairede oturan ve yazılı beyanda bulunmaktan imtina eden kişinin de davacı ile eşinin uzun süreden beri aynı adreste ikamet ettiklerini belirttiği yönünde tutanak düzenlendiği, davacının denetmene verdiği ifadesinde boşandıktan sonra kızının yanında kaldığını, eşinin rahatsızlığı ve yaşlı olmasından dolayı ara sıra temizlik ve yemek işlerini yapmaya kızıyla birlikte geldiğini, karşılıklı olarak birbirlerine maddi desteklerinin olmadığını, sonunda çocukların araya girmesiyle 2013 yılında evlendiklerini, eşinin sürekli belirtilen adreste ikamet ettiğini beyan ettiği, gerek İlk Derece Mahkemesi gerekse Bölge Adliye Mahkemesince getirtilen banka, nüfus, medula ve seçim kayıtları ile abonelik bilgilerine göre davacı ile eşinin boşandıkları süredeki adres bilgilerinin farklı olduğu, seçimlerde farklı sandıklarda oy kullandıkları tespit edilmiş olup İlk Derece Mahkemesi tarafından kimliği tespit edilerek bilgisine başvurulan apartman görevlisi Fikret Demir'in apartmanda 2012 yılı 7. ayından beri oturduğunu, işe başladığında davacının eşinin tek oturduğunu, bir yıl kadar sonra davacıyı da aynı dairede görmeye başladığını, boşanıp boşanmadıkları konusunda bilgisinin olmadığını, kendisinin tek kapıcı olduğunu ve Kurumdan müfettiş ya da denetmen olarak kimsenin kendisine bir şey sormadığını; 3 numaralı dairede oturduğu tespit edilen kamu tanığı Adalet Öztelcan'ın davacıyı sık görmediğini, fazla görüşmediğini, sözü edilen dairede önceleri eşinin tek başına oturduğunu, daha sonra davacının yanına geldiğini, ne zaman geldiğini hatırlamadığını, ne zamandan beri birlikte oturduklarını bilmediğini, eşin tek yaşamasının sebebinin davacı ile boşanması olduğunu; 1 numaralı dairede oturduğu tespit edilen kamu tanığı ...'ın 1993 yılından beri apartmanda anne ve babası ile birlikte kaldığını, davacının tek mi birlikte mi yaşadığı konusunda bilgisinin bulunmadığını, sadece koridorda görünce selam verdiğini, birlikte yaşayıp yaşamadıklarını bilmediğini beyan ettiği, davacının kızının eltisi olduğunu belirten davacı tanıklarından ...'ın '...davacı daha önce Floryada oturuyordu, ancak 2004-2005 yıllarından sonra daha sık gelerek kızı ...'ın yanında kalmıştır, 2-3 gün kalıp gitme şeklinde olmuştur, davacının eşini de tanırım, 2004-2005 yıllarında boşanmışlardır, çocuklarının ısrarı ile 2013 yılında yeniden evlenmişlerdir, davacının eşi yürürken aksama yapmaktadır, bundan dolayı davacı zaman zaman insaniyet namına eski eşinin yanında kalarak ona yardım etmektedir, bazen de Ankara'ya kızkardeşinin yanına gidip kalmaktadır,..:' şeklinde; ...'in ise '...“Ben davacıyı tanırım, kızını da tanırım, Florya'da davacı ile yakın sokakta oturuyorum, kocasından ayrıldığını duydum, eşinin ayağı kırıldığında kızı ile beraber eşine yardıma gittiğini biliyorum, davacının ayrıca 2 yıl Ankara'da kızkardeşinde kaldığını biliyorum, ve devamlı şekilde kızı ...'ın yanında kaldığını duydum, davacı boşanmadan önce benim az ilerimdeki sokakta oturuyordu, boşanınca ayrıldı ve kendisini görememeye başladım, sadece ara ara kızı ile birlikte eşine yardıma geldiğini gördüm, çocuklarının ısrarı üzerine yeniden evlendiklerini duydum,' şeklinde beyanda bulundukları anlaşılmıştır.
40. Bu durumda yukarıda yapılan açıklamalara, somut olaya ilişkin maddi ve hukukî olgulara göre; denetmen raporunun içeriği, davacının denetmene verdiği tevil yollu beyanı, davacı ile eşinin tekrar evlenmeleri, denetim sırasında bilgisine başvurulan kişilerin mahkemede haklı bir neden olmadan ifadelerini değiştirmiş olmaları hususlarına işaret eden bozma kararı yerinde olmakla birlikte bunlara ilaveten davacı tanıkları ... ve ...'in yeminli beyanlarına göre davacının boşandığı dönemde kızıyla birlikte ara sıra boşandığı eşinin yanına gidip ona yardım etmesi, birlikte oturduğu kızının yanında kalmasının 2-3 gün kalıp-gitme şeklinde olması, davacının 1961 yılında evlendiği 42 yıllık eşinden eşi 60 yaşında iken boşanması, eşinden nafaka, tazminat ve eşya talebinde bulunmaması olguları ile birlikte tüm dosya içeriği değerlendirildiğinde; davacı ve eşinin boşandıkları süreçte de birlikte yaşamaya devam ettikleri, 5510 sayılı Kanun'un 59/2. maddesi bu yönde tespit içeren denetmen raporunun aksinin ispat edilemediği, bu nedenle davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
41. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında denetmen tutanağında davacının boşandığı eşi ile birlikte oturduğunu beyan ettiği belirtilen 1 ve 3 numaralı daire sakinleri ile kapıcının isminin ve imzalarının bulunmadığı, tutanağın varsayıma dayalı olarak düzenlendiği, davacının yaşlı ve hasta olan eşine ara sıra gidip yardım etmesinin birlikte yaşadıkları anlamına gelmeyeceği, müşterek çocuklar nedeniyle boşanan eşlerin ara sıra görüşmelerinin normal olduğu, tanıkların tarafların birlikte yaşadıkları yönünde anlatımlarının bulunmadığı, ayrıca tutanağın tarafların evlenmesinden sonra düzenlendiği, bu nedenlerle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de Kurul çoğunluğu tarafından bu görüş benimsenmemiştir.
41. Hâl böyle olunca direnme kararı Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerin yanı sıra yukarıda (40. paragraf) yazılı ilave nedenlerden dolayı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ
Açıklanan nedenlerle;
Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen sebeplerle ve yukarıda yazılı ilave nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371. maddesi uyarınca BOZULMASINA,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 373/1. maddesi uyarınca dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, karardan bir örneğin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 22.06.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.